AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN / 7.BÖLÜM
Beril’e kaç kişi olduklarını sormamışım. Akşam için ne yapacağım? Kızım çocuğunu getirmeyecek. Oğlum, kız arkadaşını getirmeyecek. Soğuk mezeleri dün yapmıştım. Sıcak yemekleri bugün pişirecektim. Markete uğramam gerekiyor. Pastayı kim alacak? Herkese hazırladığım hediyeler paketlenecek. Herkesin içinde o yok. Ona aldığım hediye paketli. Onun aldığı şampanyayı bu akşam açmayacağız da ne zaman açacağız? Müzik olmalı. Televizyon açılmamalı. Fırında kızarmış tavuk, et ve pilav. Dışarda yesek aynı şeyleri yerdik. Tatlı yerine pasta var. Masaya çiçek almalı mıydım? Ne giyeceğim? Makyaj yapmalıyım. Saçlarıma fön çektirsem fena olmaz, fotoğraflarda kırkıncı yıl anısına iyi çıkmalıyım. Ondan yaşlı duruyorum. Aramızdaki beş yaşa rağmen benden genç duruyor. Prezervatif buldum cüzdanında. Lavaboya zor attım kendimi, kustum. Kabullenemedim, sindiremedim. Unut gitsin. Bu akşam yine salonda, televizyonun karşısında uyuyacaktır. Bugün kiminle buluştuğu sanırım umurumda. Umurumda değilmiş gibi yapıyorum. Kendimi kandırıyorum. Kırk yıldan sonra eşinden ayrılmak saçmalık. Evli olmayan kadına koca boşamak kolay. Biz ayrılmaya karar verdiğimizde, yani o karar verdiğinde, evi terk eden o olmuştu. Ayrılmak bana zor gelmişti. Bütün gün yatakta, gözlerimi tavana dikip öylece yatıyordum. Sonra o aradı ve onu affetmemi istedi. Başkasını affetmek kolay. Kendimi affedemiyorum. Aynanın karşısına geçip aynada gördüğüm kadına gülümsemeyi ne çok isterdim. Gülümsemek. Evine hoş geldin, demek. Evim. Yıllar sonra evim demek kolay mı?
Caddede taksi bekliyorum. Hepsi dolu geçiyor. Sonunda bir taksi duruyor.
Pencereden dışarıyı izliyorum. İnsanlar sokaklarda mutlu yani ben kendimi mutlu hissediyorum. Atölyeyi açmak için çok geç kaldım. Kızım ve Beril destek olmasa yine olmazdı. Kızım beni desteklediği için şanslı bir anneyim.
Evden markete ve pastaneye gitmek için çıkmıştım. Önemli değil, arkadaşlarımla buluşacağım için pişmanlık duymuyorum. Eve geç kaldığım zamanlardaki gibi bir korku yok. Mükemmel değilim. Yemekler mükemmel olmasa da olur. Bugün harika bir gün. Atölyenin heyecanı, kızımla birlikte olmak ve Beril. Eşim… Ona hâlâ eşim diyebildiğim için şanslıyım. Dışarıda istediğini yapabilir. Sonuçta o bir erkek ve ihtiyaçları var.
Taksi durdu. “Geldik bayan.” dedi. Dalmışım. Kendimi toparladım, çantamdan cüzdanımı çıkardım. Parayı uzattım.
Taksiden inince kafeye baktım. Bir masa kalabalığıyla dikkat çekiyordu. Gülümsedim. Aralarında arkadaşımı aradım. Onu gördüm. Bu arada o da beni gördü, el salladı.
İçeri girdim. Beril ayağa kalktı. “Hoş geldin canım.” diyerek yanına çağırdı beni ve kollarının arasına aldı.
“Hoş geldin.” dedi herkes.
İki kişiyi tanıyorum. Onların yanına gittim. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Bana ayrılan sandalyeye oturdum.
*
Fal bakmamı istediler. Herkese bakamayacağımı söyledim. Olmaz, dediler. İçlerinden ikisi geri çekildi. Eğlence olsun diye baktırmak istemişler. Onlara aşk, para, iş ve sağlık üzerinden bakacağım. Çünkü takip ettikleri burçlarda bunlar var. Aşk, para, iş, sağlık.
Gökhan, Şükriye, Hasret ve Arzu. Diğer üçü baktırmayacak.
Gökhan’ın saçları kısacıktı. Keskin yüz hatları vardı. Gözleri küçüktü ve gözlük kullanıyordu. Siyahı seviyor olmalı, yaz gününde giymeyi tercih ettiği elbisesi siyah.
Şükriye biraz kiloluydu. Saçları omuzlarına geliyordu. Gözlerini perçemler kapatıyordu. Beyaz bir bluz giymişti. Boynunda ince zincirli, altın bir kolye vardı. Parmağındaki alyansı gördüm. Yüzüne baktım. Yüz mimiklerinin arasına belli belirsiz mutsuzluk gizliydi. Gülüyordu ama bu gizi saklayamıyordu.
Hasret kısa boylu zayıf bir kadındı. Gür saçları kıvır kıvırdı. Güzel bir makyaj yapmıştı. İçimizde en bakımlı kadın oydu. Yakası açık mavi renkli bir bluz giymişti. Saçlarının arasında ışıltılı iki toka vardı. Parmakları küttü. Büyük gümüş yüzükleri vardı. İçlerinden biri mavi taşlıydı. Bir diğeri de beyaz ay taşı olmalıydı.
Arzu’nun saçları sarı ve uzundu. Yeni fön çektirmiş. Hafif bir makyajı vardı. Yüz çizgileri diğerlerine göre daha belirgindi.
Masadaki biz kadınlar elli yaş ile altmış yaş arasındaydık. En küçüklerimiz Arzu resim atölyesine katılmak istiyordu. Diğerleri de gelmek istediklerini söylediler ama sadece istediler. Herkes yaşını bahane ediyordu. Belki de araya girip yapabileceklerini söylemem gerekiyordu ama ben susuyordum.
Ona yani eşime göre hep boş işlerle uğraşıyordum. Bu yaştan sonra resim yapmak yerine evin kadını olmalıymışım. Ona ve eve zaman ayırmamı istiyor. Pencere önünde onun eve dönmesini bekliyor olmamı istiyor sanırım. Ne işi var altmış yaşındaki kadının senin atölyende, diyor. Ressam mı olacak? Ben de onun gibi düşünmüştüm ki genç ve istekli öğrencilerim olmasını istemiştim. Nasıl da yanılmışım. Arzu’ya baktım. Parmakları ince ve uzundu, yetenekli olabilirdi. Bir de yeteneği olmasın. Önemli mi? İçimizde en renkli giyinen oydu. Hayat dolu olmalıydı. Resimlerine bunu yansıtabilecek miydi? Yoksa içinde sakladığı bize görünmeyen o karanlık dehlizin içinde bocalayacak mıydı? Ben hayat dolu kısmını göstermesini isterdim ama bir şekilde o karanlığın da kusulması gerektiğini biliyordum. Ben de az mı resimler yapmıştım, karanlık ve korkular üzerine.
Herkes kendi arasında konuşuyor. Filmlerden kitaplara geçildi. Ardından gizli kalmış sakin gezi köşeleri paylaşıldı. Başım ağrıyor. Kalkmam, eve gitmem gerektiği dışında bir şey düşünemiyorum.
“Neredesin sen? Aramızda değilsin.” dedi Beril bana dönerek.
İrkildim birden.
“Anlamadım.”
“Başka bir yerdesin.” dedi.
“Geç kalıyorum, eve dönmem gerekiyor.” dedim yerimden kalkarak.
“Nereye?” diye sordu Arzu.
“Eve.”
“Daha fallarımıza bakmadın.” dedi Hasret.
“Bir yere gittiği falan yok. Otur bakalım.” diyerek Beril beni sandalyeme oturttu. “Akşam yemeğini restorana sipariş vereceğiz. Güzel bir restorandır, kebapları harika.”
“Olur mu hiç? Yemekleri ben yapacaktım.”
“Neden olmasın? Bugünün tadını çıkar. Kızlara fal bakacaktın hani. Kahvelerimizi ısmarlayalım mı?”
Masadakiler, kahve içme sırasının geldiğinde hemfikirler.
“Resim hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben ders almak istiyorum ama nereden başlayacağımı bilemiyorum.” dedi Arzu.
“Ben senin yaşında olsam bu fırsatı hiç kaçırmazdım.” dedi Hasret.
“Senin yaşında ne var? Aramızda üç beş yaş farkının ne önemi var?”
“Ben de gelmek isterdim kızlar ama aramızdaki yaş farkı on kesin vardır.”
Arkadaşım bana döndü. “Sevgili arkadaşım. Kendilerini ressam hissetmeyen bu arkadaşlarıma neler söylemek istersin?”
Ne söyleyeceğimi gerçekten bilmiyorum. Herkes konuşmamı bekliyor. Bana bakıyorlar.
Gülümsedim. “Ben sadece kendi hikayemi anlatayım. Siz de buna göre kendi hikayenizi nasıl anlatacağınızı düşünürsünüz.”
Başlarını salladılar. Merakla bekliyorlar, beni dinlemeye hazırlar.
Bir yanıt bırakın