AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN 8.BÖLÜM

AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN

8.BÖLÜM

“Altmış yaşındayım. Bundan otuz yıl önce ilk kez resim atölyesine gittim. Evde oturma odasının bir köşesinde bir şövale ve sandalye vardı. Akşam evde işlerimi bitirdikten ve herkes yattıktan sonra çalışıyordum. Kısa bir süre sonra eşim, boya kokusuna dayanamadığını söyledi. Herkesin sağlığı için bırakmalıymışım. Mutfaktaki küçük balkonda çalışmayı düşündüm ama balkon açıktı. Kapatılmasını önerdim, eşim kabul etmedi. Ben ısrar ettim ve ustayı da ben arayıp buldum. Artık balkonda çalışıyordum. Bir şövale, bir tabure, bir sehpa sığıyordu balkona. Bir de çöp kovası. Birkaç tuval çalıştıktan sonra resimler elimde kaldı. Karamsar tablolardı. Şimdi ne olacaktı bu tablolar? Eşim yaptıklarımı evde asılmaya değer görmüyordu. On yıl zaman zaman çalıştım, zaman zaman ara verdim. Sanat üzerine okumaya başladım. Ressamların biyografilerini merakla okudum. Resim sanatı üzerine okumalar yaptım. Sonra çalışmalarım hızlandı. Tuvalleri boyuyor sonra da onları sokaktaki çöp konteynırının yanına bırakıyordum. Artık tablolarım daha renkli olmaya başlamıştı. Çünkü sokağa bıraktığım tablolarımı alan insanların mutlu olmasını istiyordum. Yaşam bir an olsun durmalı ve tabloda var olmalıydı. Zaman bekler mi? Beklemez elbette. Eşim bu defa sokağa hizmet verdiğimi, onca parayı çöpe attığımı söyledi. Bırakmamı istiyordu. Onu dinledim ve bir ara çalışmadım. Yazı atölyesine başladım. Yine de aklım resimdeydi. Sonra yine resim atölyelerine gitmeye başladım. Ve işte şimdi atölye açma aşamasındayım. Bir karma sergim oldu. İkinci sergim de iki ay sonra olacak. Yapmam gereken birkaç tablo var. Bu kadar.”

Onlara anlattığım bir paragraflık cümleleri kurmak için aklımdan birçok şey geçti. Çalışma ortamlarım, tartışmalarımız, çocuklarımın eline de fırça verdiğim zamanlar…

“Anlatacak çok şey olmalı. Otuz yıl uzun bir süre.” dedi biri.

“Evet, öyle. Atölyeye katılırsanız konuşmak için çok zamanımız olur.” dedim.

“Ne dersiniz arkadaşlar? Hep birlikte başlayalım mı?” diye sordu Arzu.

“Bilmiyorum.” dedi Hasret.

“Kulağa hiç de kötü gelmiyor. Biz de sergi açabilir miyiz?”

Arzu güldü. “Sergimizi çöp konteynırının yanına açarız.”

Hep birlikte güldüler. Bozuldum biraz.

“Kötü amaçlı söylemedim, beni yanlış anladın.” dedi Arzu. “Sokakları boyamak yerine tuvallerle süslemek iyi fikir bence. Tabloları sokağa koymak fikrinde ciddiyim.”

“Resim atölyesini açmak için neden bu kadar bekledin?” diye sordu biri.

“Kendime güvenim yoktu. Beril ve kızım olmasa, hayata hiç geçmezdi.”

“Kızın destek olduğu için şanslısın.” dedi Hasret.

“Beril herkesin meleği.” dedi Gökhan.

“Öyleyse şimdi karar verme zamanı. Hep birlikte atölyeye başlıyor muyuz? Önümüzdeki hafta için sözleşelim.” dedi Beril.

“Evet. Güzel olacak sanırım. Ne almamız gerekiyor?” diye sordu Hasret.

“Hemen bir grup kuralım. Sen bize neler almamız gerektiğini yazarsın.” dedi arkadaşım.

Gün ve saat belirlendikten sonra ilk mesajı arkadaşım attı. Perşembe günü saat ikide. Telefon elimdeydi ve birden saati fark ettim. “Geç kaldım.” dedim Beril’e. Saatin kaç olduğunu sordu. “Unuttun mu yemek yapmayacaksın. Sadece sofrayı kuracaksın.” dedi.

“Eee bizim fallara ne oldu?” diye sordu Gökhan.

“Unuttuk.” dedi Arzu.

“Daha önemli işlerin peşindeydik.” dedi Hasret.

Fallarına baktım. Herkes dinledikleri faldan çok memnun kalmıştı. Tavşan delikleri, kahverengi bulutlar, kalpler, biriktirilmiş güzel anılar, gidilecek bilinmeyen yolculuklar, bilinmeyen gelecek, geçmişte kalan adsız geçmiş, falların merkeziydi.

Arkadaşlar kalkmaya karar verdiler. İlk ben kalktım sandalyeden. Beril kolumu tuttu. “Sen nereye gidiyorsun? Otur biraz. Seni eve ben götüreceğim.” dedi.

Herkes gitti. Biz baş başa kaldık. Okuduğumuz romanlar üzerine konuştuk. Hayatın nasıl da bilinmezlik içinde ilerlediğini, bizim boşuna belirlemeye çalıştığımızı söyledim. Örneğin bugün evden, markete ve pastaneye gitmek için çıkmıştım. Oysa hâlâ eve dönebilmiş değilim.

Güldü. “Yarın neler olacağını bilebilseydik yaşamımız çok tatsız tuzsuz olurdu güzelim.” dedi.

“Beni eve götürecek misin?”

“Kabul edersen evde sana yardım etmek istiyorum. Sofrayı birlikte hazırlarız. İstediğin gibi mükemmel yaparız. Misafirler gelince ben ayrılırım.”

Kabul ettim. Kalktık. Kafeden çıktık. “Araba bu tarafta gel.” dedi.

İlk önce kebapçıya gittik. Kebapların siparişini verdik. Saat yedide adrese getirecekler.

Sonra pastaneye gittik. Pastamızı aldık. “Dört mum istiyorum.” dedim. “Tamam.” dedi pastayı paketleyen delikanlı. “Dört mum mu? Dört mum olmaz. Kırk mum olmalı. Bu evlilik kırk mumu hak etti. Kırk mum alabilir miyiz?” diye sordu.

“Kırk mumumuz yok efendim.” dedi delikanlı.

“Marketten alabilirsiniz ama değil mi?”

“Elbette.” Delikanlı gitti, çok geçmeden geri döndü. Şimdi kırk mumumuz vardı. Keyfimize de diyecek yoktu.

Markete uğradık. Meyve, çerez ve içecek aldık.

“Başka ne eksik var?” diye sordu.

“Bitti. Bu kadardı.” dedim.

Eve elimizde paketlerle, poşetlerle girdik. Mutfağa geçtik. Bir yandan konuşuyor diğer yandan da masayı hazırlıyorduk. Birden masada bir eksiklik hissettim.

“Beril masada bir şey eksik.”

“Ne eksik canım?”

“Bir şey ama ne, adını koyamadım.”

Beril de baktı masaya.

“Buldum.” dedim. “Çiçek eksik. Çiçek almayı unuttum.”

“Önemli değil canım. Gelenlerden biri mutlaka çiçek getirecektir.”

İşimiz bitti. Mutfaktan gelecek bir şey kalmamıştı. Beril masaya şöyle bir uzaktan baktı. “Muhteşem görünüyor canım.” dedi.

“Evet sayende. Teşekkür ederim.”

Kapı çaldı. Kollarında çiçekle kızım içeri girdi. Çantasını ve çiçekleri bıraktı. Masayı görünce “Ben de yardım etmek için erken gelmiştim ama bakıyorum da siz her işi bitirmişsiniz. Masa muhteşem görünüyor.” dedi.

“Sen bir de pastamızı gör.” dedi Beril.

Mutfağa geçtik. Dolabı açtı pastayı çıkardı. “Bu üzerindekiler de ne öyle?  Dur bakayım, mum bunlar. Bunca mum neden?” “Kırkıncı yıl şerefine.” dedi arkadaşım. “Kırk yıl dile kolay. Daha nice güzel yıllara canım.”

“Teşekkür ederim.” dedim.

Bu arada kızım çiçekleri vazoya yerleştirmiş, masaya koymuştu.

Kapı çaldı. Gelen o. Yani eşim.

“Hoş geldin.” dedim biraz kırgın. Çünkü geç kalmıştı. “Hoş buldum. Siz de hoş geldiniz.” dedi Beril’e dönerek. “Nice yıllarınız olsun. Benim çıkmam gerek” dedi Beril. “Misafirimiz olun. Birlikte olalım” dedi eşim. “Teşekkür ederim ama kızımla buluşacağım.” “Nasıl isterseniz.”

Beril’i uğurladım.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*