AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN 19.BÖLÜM

AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN

19.BÖLÜM

Yıllar önce kadın katılımcıların olduğu küçük bir atölyeye katılmıştım. Katılımcılar, gönüllü olarak bu grubu seçmişti. Şiddet nedir? Sesini yükseltmenin bir şiddet türü olduğunu bilmiyorlardı. Evet bana hep bağırır, dedi bir kadın. Onu bağırtmamak için çok çabalıyorum. Bir diğer kadın ise psikolojik şiddetten habersizdi. Bir kadın bir erkekle birlikte yaşayacaksa davranışlarına dikkat etmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bir diğeri istediğini yaptığını eşinin ona engel olmadığını söyledi ama eşi evdeyken dışarı çıkmıyormuş hatta akşam eşi olmadan hiç dışarı çıkmamış, sokakların tehlikeli olduğunu biliyormuş. Kayınvalidesi gelecekmiş ve onun için mutfak alışverişine çıkması gerektiğini söyledi biri ve erkenden kalkıp gitti. Bir kadın depresyonda olduğunu söyledi. Aile içindeki sorumluluklarını yerine getiremediği için depresyona girdiğine inanıyor. “Depresyon da şiddetin yan ürünü,” dedi güldü. Herkes tuhaf tuhaf ona bakmıştı.

Bir kitap elime geçmişti. Şiddet gören kadınların yazdığı çalakalem yazılardı. Yaşadıklarını anlatmıyorlardı; yazıların hepsinde ortak olan yoğun duygu olmasıydı, bir de çaresizlik. Kadınlar hayatları roman olan yaşantılarını yazsaydı hiç de farklı romanlar ortaya çıkmayacaktı. Farklı olması için sürekli duygularını ve duygularının ifade edilişini değiştirmeye çalışıyorlardı. Duygular da ifade edilişi de değişmiyor oysa. Her kadının farklı bir reçetesi olduğuna inandırmaya çalışıyorlar, buna inanmıyorum artık. Aynı şeyler yaşanıyorsa aynı sorular soruluyorsa, yanıtları da hep aynı olmalı.

“Biraz daha pasta almak isteyen var mı?” diye sordum masanın ortasına doğru pastayı uzattım.

“Ben alırım” dedi oğlum ve elimden aldı tabağı.

“Sen alır mısın canım?” diye sordum.

“Hayır” dedi kesinlikle istemediğini belirten bir vurguyla.

“Pasta harika gelin” dedi annesi.

“Afiyet olsun.”

“Keşke hiç tartışmasaydınız. Bu gece tatlı geçseydi. Birbirinizi kırmasaydınız” dedi annesi.

“Anne ben mi başlattım?” diye sordu o.

“Kim üzerine alınırsa alınsın.”

“Bu evde imalı konuşmalar olmasa olmaz sanki” dedi oğlum.

Bir süre sessizlik oldu.

Aile yemekleri eskisi gibi sık yapmıyoruz. Ancak ayda bir oluyor.

“İş yerinde işler nasıl gidiyor?” diye Akın’a sordu o.

Onlara çok az oğlum ya da kızım diye seslenir. Konuşacağı zaman başını onlara doğru çevirir, bir süre bakar ki onlar da ona baksın, sonra da konuşmasını yapar.

“İyi gidiyor. Son günlerde tempo yoğun” dedi oğlum.

“Desene patron iyi para kırıyor. Size de veriyor mu?”

“Hep benim kazandığım parayla ilgileniyorsun.”

“Paraya ihtiyacın var mı diye soruyorum.”

“Bunu bu cümleyi kurarak sorsan daha iyi olmaz mı?”

“Ben neysem oyum. Beni değiştirmeye mi çalışıyorsun? Beğenmiyor musun beni?”

“Hayır sadece her şeyi parayla çözeceğini sanıyorsun. Sevgiyi parayla alamazsın.”

“Sen öyle san. Paran yoksa sen bir hiçsin.”

“Bir defa olsun beni kollarınla sarıp seni seviyorum demedin.”

“Kocaman adam oldun artık.”

“Küçüklüğümde de böyleydi. Hep bir ihtiyacın var mı diye sorardın. Kantinden bir şeyler alırsın, arkadaşlarına da verirsin, derdin. Arkadaşlarımın arkadaşlıklarını böyle kazanacağımı düşünüyordun.”

“Ben sana sarıldım ya oğlum, seni seviyorum da dedim. Ama sen şimdi bana sarılmıyorsun. Ben senin babaannenim, benim gözümde hep küçüksün” dedi annesi.

“Bu sözleri babamdan bekledim babaanne.”

Ben sarılırdım. Hiç bıkmazdım seni seviyorum demekten. Yine söylerim.

“Seni seviyorum oğlum. Benim gözümde de hep küçük kalacaksın” dedim.

“Anne, sen de benim dışarıda oynamama izin vermezdin. Çocuğum olursa onu da parka göndermeyeceğinden eminim.”

“Korkularım vardı. Evet onu da parka götürmem. Çünkü korkularımı yenemedim.”

O korkmak iyidir, derdi. Başımıza gelebilecek felaketlerin hepsini ondan dinledim. Kurgulamasını bana bıraktı. Kızım yeni doğduğunda bir bakıcı tutmuştuk. İşten çıkar çıkmaz koşarak eve geliyordum. Mutfakta gaz kokusu var mı? Kızımı tepsiye koyup önüme bırakacak mı? Oğlumda da çok korktum. Evin her köşesine kameralar yerleştirdik. Eve dönünce saatlerce izler, neler olup bittiğini öğrenirdim. Kızım doğduğunda kamera yerleştirmemiştik çünkü ona ayıracak paramız yoktu. Çocuklar parkta düşecek, bir yerleri kırılacak, başlarını taşlara vuracaklar, sakat…

“Annen çok korkaktır” dedi annesi.

“Acaba neden?” diye sordu kızım ve babasına baktı.

“Bana neden öyle bakıyorsun? Ben sizi parka da götürürdüm, dışarıya çıkmanıza da izin verirdim.”

“Korku imparatorluğunu kuran kim? İmparator mu, imparatoriçe mi?” dedi oğlum.

“Elbette annen. İmparatoriçe.”

“Acaba” dedi oğlum.

“Tamam artık üzerime gelmeyin. Sittinsene öncesinin hesabını mı soruyorsunuz?”

Sessizlik oldu.

“Kız arkadaşın nasıl? İlişkiniz nasıl gidiyor?” diye sordu.

“Limoni.”

“Onu hiç gözüm tutmadı. Bizden kendini hep uzak tutuyor. Annenin söylediğine göre bu akşam yemeğe gelmeyi kabul etmemiş. Neden gelmedi? Belki sen mantıklı bir açıklama yaparsın.”

Oğlumun telefonuna mesaj geldi. Mesajı açtı, sonra yanıt yazdı. O yanıt almayı bekliyordu. Oğlumun üzerindeydi gözleri.

Hiç kimsenin arasına girmemeyi öğreneli çok olmadı. Bunu yapamayacağımı sanırdım ama hiç de zor değilmiş. Bu masadaki herkes yetişkin.

“Evli olmadığımız için gelmek istemedi. Ben seninle birlikte yaşıyorum, ailenle değil, dedi. Yanıtı mantıklı buldun mu?”

“Buldum” dedi.

“Anne sen hiç konuşmuyorsun. Lafları değiştirmeye de çalışmadın hiç” dedi oğlum.

“Hepiniz yetişkinsiniz. Ne söyleyebilirim ki? Ne söylememi bekliyorsun?”

“Biraz daha pasta ister misin, diyebilirsin. Hep derdin. Biraz daha meyve suyu alır mısın? Su ister misin?”

“Ben de bu akşam sofra neden bu kadar sorunlu diyordum. Demek nedeni buymuş” diyerek bana çevirdi başını o.

“Bana öyle bakma. Onlar benim olduğu kadar senin de çocukların. Oğlumuz beni model alacak değildi ya. Senden gördü her şeyi.”

“Gördü değil, görmedi diyecektin sanırım” dedi oğlum.

Kızım sinirle tabağa çatalını attı. “Susuyorum diye benim söyleyecek sözüm olmadığını düşünme sakın baba. Anne senin de bana yaşattığın travmaları hiç unutmayacağım” dedi.

“Bak bak bak. Kızının da travmaları seninle ilgiliymiş. Ben yırtmışım desene.”

“Ne yırtması? Orospu mu olacaksın, diyordun sürekli. Orospu senin çıktığın…”

“Yeter kes artık. Çok ileri gidiyorsun.”

“İleri gidersem ne olacak? Tokat mı atacaksın?”

“Daha fazlasını yapabilirim.”

“Kesin artık tartışmayı” dedi annesi.

“Sen karışma.”

“Benim de söyleyeceklerim var. Bana da aynı şeyleri söyleyip durdun abi. Yanlış evliliklerimizin sorumlusu sensin.”

Oğlum sürekli telefonda mesajlar yazıyor, mesajlar geliyor. Gerginliğinin nedeni buradaki konuşmalar mı yoksa yazıştığı kişi mi?

“Oğlunun çıktığı kızlar…” dedi kız kardeşi.

Oğlum oturduğu yerden fırladı. Elindeki telefonu yere attı. Bağırdı. “Çıktığım kızlara bir şey söylemeye hakkınız yok. Buna izin vermeyeceğim. Terbiyesizler.”

Herkes susmuştu.

“Ben gidiyorum.” Telefonu yerden aldı.

“O mesaj attı değil mi? Seni çağırıyor” dedi o.

Bu arada onun telefonundan mesaj sesi geldi. Oğlum telefona baktı.

“Sanırım seni de çağıran biri var” dedi oğlum sırıtarak.

Ağzım açık kaldı. Bunu nasıl söyleyebilirdi?

“Arkadaşımdan…”

“Kadın arkadaş.”

O telefonu aldı yere fırlattı. Telefon kırıldı.

“Bu gece evden çıkamayacaksın” dedi oğlum.

O, oğlumun yanına gitti ve suratına bir tokat attı. Bu attığı ilk tokat değildi. Yediği tokattan sonra odasına çekilirdi. Ben de onun arkasından giderdim. Çok acıyor muydu?

“Anne arabanın anahtarı nerde?”

“Bana sormadan mı alacaksın? Yarın arkadaşlarımla tatile çıkacağım.”

“İyi. Çık. Ne yaptıysan hep bizim için yapmadın mı?”

“Öyle ama… Tamam ver anahtarı da gitsin.”

Sokak kapısı açıldı ve kapandı.

“İnsanları evden kaçırmaya pek meraklısın” dedi kızım.

“Uzatma yavrum” dedi annesi. “Gelin sen de bir şeyler söyle artık.”

“Ne söyleyeyim?”

“Bir şey işte.”

“Oğlum haklıydı.”

“Ya ben, ben haksız mıyım anne?” dedi kızım.

Sustum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*