KİTAP -4-
Babamın En Güzel Fotoğrafı
Gönül KIVILCIM / Ayrıntı Yayınları
Sema, babası Ahmet öğretmenin ölümünden sonra İstanbul’dan ayrılır ve babasının fotoğraflarını izleyerek çocukluğuna doğru yol alır. Kırıkkale’den başlar yolcuğu, Kızılırmak’ı doğduğu yere kadar izler. Bu iz boyunca babasının ve ailesinin, kendinden gizlenen tarihini öğrenir. Bu tarih sadece ailenin tarihi değildir. Coğrafyada yaşanan tarihi de tüm gerçekliğiyle anlatır. Bu anlatıya babasının yıllarca çektiği o bölgenin fotoğrafları eşlik eder. Valizler dolusu fotoğraflardan, en güzelini, babasının en güzel fotoğrafının hangisi olduğunu öğrenmek için merakla sayfaları çevirmeye devam ederiz.
Bizim çocukluğumuzun, onların çocukluğunun hatta daha da geçmişte kalan çocuklukların tanık oldukları ama çocuklardan saklanan hayatlarını, tarihlerini anımsarız. Anımsamayanlar sanırım tarihi karıştıracaktır.
Tarihin bir zamanında insanların mutlu ve huzurlu olduğunu ne zaman okuyacağız, anlatacağız. Olmayanı var etmek masallara mı kalacak her zaman?
Okurun da kendi tarihini, ailesinin tarihini ve tarihi merak edeceğini umuyorum. Çünkü her bireyin tarihinin, bu coğrafyada yaşadığına göre, aynı acılara ortak olduğunu göreceğiz. Günümüzde tarihin önem kazandığı düşünülürse, bireyin ve ailesinin tarihinin de önem kazandığını bu dönemlere dikkati çekenin; iki tarihin uyuşmadığı olacak. Bu acı veren bir yüzleşme. İnsana en acı veren kendisiyle yüzleşme, geçmişiyle yüzleşmeymiş. Bunu aşabildiğinde başkalarının da acılarına bakabilir. Bize öğretilen tarihin dışında kalan bireyler…
Ben de kendi tarihimi merak ettim doğrusu. Bana da anlatılmayan çok şey olduğundan eminim.
Babasının en güzel fotoğrafı hangisi?
Kitaptan bazı cümleleri alıntılamak istiyorum.
“Alınyazısıyla didişiyordu Sema. Ailesinin alınyazısıyla. Kendisinin alınyazısıyla. Bir coğrafyanın alınyazısıyla.”
“Başka bir dünyayı hayal ederek acı çekmiş kadınları anlatmanın zamanı gelmişti. Düşledikleri dünyanın ne olduğunu kimse sormamıştı onlara. Bozkırda inşa edilmek istenen kıyımlar ülkesinin, tertiplenen kumpasların kıyısında kalan kadınlar.”
“İnsanların okudukları da aynı kalmıyor. Yaşananlar satırların anlamını dönüştürüyor.”
“Unutmak öyle basit değildi. İnsanın beş parmağı gibi hep oradaydı yaşananlar. Çağrılmayı bekliyordu.”
“Bir son yoktu çünkü… Hikâyenin arkasına noktayı koyabilmek için. O nokta olmasa anlattıklarımızın içinde kaybolabilirdik çünkü.”
“Doğururken kemikleri çıtırdayan ve işittiklerini kimseye tarif edemeyen kadınlar.”
“Hâlâ anlatılmayı bekleyen masallar vardı yeryüzünde. Bir kadının bir erkeğe sevdalanışının masalı sözgelişi.”
“Biz hayatta kalmaya çalışıyoruz, dedi Söğüt.”
Unuttum yazmayı. Söğüt’ü nasıl da unutmuşum. Oysa her şey Söğüt’le başladı bence. Aşk insana acıya bakma gücü veriyor. Çünkü iki kişinin ortak olacağı bir tarih söz konusudur artık. Kendi tarihleri de yazılacaktır. Kim yazacak? Neler olacak? Yaşıyoruz ya yanıtı yine bizde. Bitmeyecek bir öykü bizimkisi.
Bir yanıt bırakın