YARATICI OKUMAK YAZMAK/ YAZMAK 30. 07. 2024 /Salı
Emine, Bir Şeftali Bin Şeftali kitabını çocukluğunda okumuş ve bitirince de “İyi ki biz fakir değiliz,” diye düşünmüş. Şaşırmıştım. Ben çocukluğumda hiç şükretmemiştim. Daha iyisinin olabileceğini biliyordum ama bu daha iyinin ne olduğunu adlandıramıyordum. Belki uçan bir otomobilimiz eksikti. Ya da sihirli bir dadımız olabilirdi. Çekirdek aileydik ve mutlu olabiliyorduk. Yaz tatillerinde denize gidiyor, çadır kuruyor birkaç gün kalabiliyorduk. Deniz kenarında dalgaların önünde oturup yüzmeyi düşlüyor olmalıydık ben ve kardeşim.
Miras romanını okurken Emine’nin söylediklerini anımsadım. İyi ki biz böyle bir şey yaşamamıştık. Şanslıydık. Bence annem ve babam tatile çıkmayı bizim için istiyorlardı. Çocuklarının bazı zevklerden mahrum kalmalarını istemiyorlardı. Toplumsal baskılara karşı çıkabiliyor, bizleri korumaya çalışıyorlardı. Dört çocuğu okutmak kolay değil, bugün günümüz koşullarında iki memur maaşıyla dört çocuğu okutmak mümkün değil, demişti oğlum. Bizim zamanımızda koşulların ağır olduğunu, bugünün çocuklarının koşullarının daha iyi olduğunu söylediğimde. “Benimle karşılaştırma,” dedi. “Ben tek çocuğum ve ikiniz de çalışıyordunuz. Benim şimdiki yaşımda iş yeriniz vardı ve hâlâ çalışıyorsunuz ve ben hâlâ sizin desteklerinizle yaşıyorum.”
Yakın okuma yaptığıma karar verdim. Her ne kadar okuduğum romanda yalnızca dinleyici olduğumu söylesem de ektisi olmuştu. Ortak yanımız yoktu ama babamı ben de kaybetmiştim ve annemi de kaybedersek… Korkularımın faydası olmayacak. Çekirdek ailemizle kalacağız. Babam çocuklarıyla birlikte son yıllarını geçirmeyi çok istiyordu ama çalışma hayatları devam ediyordu. Tek maaşla geçinebileceğimizi düşünmek olanaksızdı.
Babamın defini sırasında ben de vardım. Ameliyatımın üzerinden dört ay geçmişti ve zayıflamış kalbimin dayanamayacağını düşünüyorlardı. Ameliyatta huzur içinde öldüğünü düşünüyordum, ben de böyle uyuyarak ölmek istiyordum. Annemin bu kaybı nasıl atlatacağını düşünüyordum. Yalnız kalacaktı. Evde iç odaların kapılarını kilitleyip yatıyorlardı, şimdi kilitlemeyecekti. Ben sokak kapısını kilitliyordum ama anahtarı üzerinden alıyordum.
Bugün bir rüya gördüm. Çok inandırıcıydı. Korkunç görünüyordu. Yıllar sonra memleketteydim ve geçmişimin bir yalan üzerine kurulduğunu görüyordum. Buna inanmıyordum ama tanıdıklarım yaşadığımı söylediklerimin gerçek olmadığını söylüyordu. İstanbul’da evim vardı ama çalışmamıştım. Çalıştığım iş yerleri sadece benim uydurmamdı. Hiçbir şey yapmamıştım. Memlekette de evim vardı. Hasta olduğum için İstanbul’da psikiyatra gidiyordum. Doktorumun kontrolünde olduğum için daha az kaygılanıyorlardı. Otelde de kalıyordum ve resepsiyonda görevli olan adama, beni tanıyıp tanımadığını soruyordum. Burada kaldığım ve doktora gittiğim doğruydu değil mi? Evet burada eviniz yok ve doktora gideceğiniz zamanlar geliyordunuz. Anlatsana, dedim ama anlatmadı. Oya’ya telefon açtım. Seninle yaşadıklarımızı anlatır mısın? Uzun hikâye olduğunu, ayakta bunu anlatmasının doğru olmadığını, bir yere oturup konuşabileceğimi söyledi. Memlekete gittim. Sınıf arkadaşlarımla buluştum. Ne var ne yok, diye sordular. Bir aydır ortalıkta görünmedin, dediler. Hep burada mıydım? Evet, dediler, ne oldu ki? Onlara da sordum nasıl yaşadığımı. Güldüler, hatırlamıyor musun? İstanbul’a geldim ve doktoruma gittim. Yaşadıklarım gerçek değilmiş, artık bunu kabul ediyorum, sanırım hatırlamaya başladım. Beni kutlayabilirsiniz, dedim. Gülümsedi. Bunu beklemiyordum, dedi.
Uyandım. Metamoderni çok kafaya taktığımı düşündüm. Çünkü son yazdığım çalışma yanlış anlaşılmıştı yani anlaşılmamıştı. Diğer yaşamlarımın, hastanede yatarken gördüğüm rüyalar olarak anlaşılmış.
Defileye katılım fena değildi. Seçkin isimler katılmıştı. Heyecanlı değildim çünkü alışmıştım. İşinde uzman mankenlerle çalışıyordum. Birbirinden güzel ve farklı tasarımlarımla podyumda yürümüşler, misafirleri büyülemişlerdi. Son mankende çıktıktan sonra hep birlikte çıkmak için hazırlandık. Üzerimde açık yeşil bir kaftan vardı ve üzeri tamamen dikdörtgen şeklinde küçük aynalar işlenmişti, göz kamaştırıcıydı ve bakanlar kendilerini görebiliyordu. Sahneye çıktık. Kısa bir konuşma yapacaktım. “Yüzde doksan dokuz bir kesime hitap etmekten mutluyum.” Bir muhabir gülümseyerek soru sormak istedi. “Yüzde bir kimleri temsil ediyor?” “Elbette buradaki misafirleri.” “Yüzde doksan dokuzu nerede?” “Kendi yaşamlarını unutturacak modellerimi sosyal medya aracılığıyla ulaşan kesim.”
Yazar arkadaşımla telefonda konuştuk. Çocuk kitabı yazmak istiyor, konusunu söyledi. Ona birkaç şey anlattım. Böyle bir şey olabilir, dedim. Bunu benim yazmamın doğru olduğunu düşünüyordu. İkimiz de aynı tekniği kullanabiliriz, sonuçta farklı olayları kaleme alacağız. Zaten benim yazacak zamanım yok ve hiç de olmayacak. Zeytin Büyücüsü bile duruyor. Yazdığım onlarca sayfa çöpe atılacak çünkü her şey değişti. Günlüklerimi toparlayıp öyküleştirip kitap dosyası yapabileceğimi söyledi. Yüz okur bana yeterli, dedim. Fazlasını istemiyorum. Sessiz sedasız bir topluluktan başka insan ne isteyebilir ki. Huzur, denge, sağlık…
Bu yazıda gerçek nerede diye düşündüm. Yine kurgulamışım.
Bir yanıt bırakın