KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER – 28 Temmuz 2024 / Pazar
Bu saatlerde şu uyumayan kargalara üzülüyorum. Bağrışıp duruyorlar. Gündüz bahçeye inip fındık fıstık vermeli. Belki açlardır. Parka gittim. Arkadaşla oturduk. Her gün parkta gördüğüm yaşlı kadın yine oradaydı. Örgü patikler, banyo lifleri, boncuk bileklikler satıyor ama hiç sattığını da görmedim. Yanımıza geldi. Bir çorba parası istedi. Yok, dedim. “Aç mı kalayım? Öleyim mi? Ben kanser tedavisi gördüm, bak göğsüm alındı. Öleyim mi?” “Bunu bana söylemeyeceksin.” “Kime söyleyeceğim?” “Yöneticilere, patronuna, çocuklarına… Ama sana çay ısmarlayabilirim,” dedim. Parktaki kafede oturunca birer çay alıyoruz, geç saatlere kadar oturuyoruz. Kimse bizi çay içmediğimiz için gidin artık demiyor. Yalnız biz değil, bütün müşterileri böyle yapıyor. Dışarıdan yiyecek, içecek getirmek yasak. Geçenlerde iki yaşlı kadın, ellerindeki sandviçlerini masanın altında tutuyorlar, ağızlarındaki lokma bitip de tekrar ısıracaklarında masanın altından çıkarıp ısırıyor, yine masanın altına çekiliyorlar. Sandviç yediklerini gördüğüme göre gizleyemedikleri bal gibi ortada.
Kediler de şımardılar, birbirlerini kovalamaya başladılar, bu oyunu oldukça eğlenceli buluyor olmalılar.
Son yazdığım öykü beni biraz düşündürdü. İşte bu öykünün kahramanı da bilgisayarımın yanında duruyor, Altın Gölge. Masamın üstü çizik çizik oldu patileriyle. Sonunda altına koruyucu yapıştırdık. Sorun kalmadı. Toprağına su vermeyi ihmal de edince çimlenmiş kedi otları kurudu. Karadut masaya çıkıp toprağı yemeğe çalıştı ama tadını beğenmedi anlaşılan, başını salladı.
Yaz sıcakları birkaç gündür çekilecek gibiydi. Yarından sonra yeniden artacak sıcaklık. Aklımda yamak istediklerim var. Yeni başladığım kitaplar oldukça ilginç. Bazılarını ikinci okuyuşum. Tekrar tekrar okunacak kitapların listesi çok uzun. Bugün kütüphaneye girdim, kitapları gözden geçirdim. Üzerinde çalıştığım konularla ilgili olan kitapları ayırdım. Okudukça yazarım diye düşünmüştüm ama nedense aklıma bir şey gelmiyor. Okuduklarımı düşünüyorum.
Miras romanını okuyorum. Çok etkileyici bir kitap. Merak ediyorum, bir oturuşta okumak istiyorum, okuma hızım kontrolden çıkıyor ve hızlanıyor. Bu nedenle bıraktım. Ben anlatımını, dilini, üslubunu çok beğendim. Yüz sayfa okudum, neler döndüğünü anladıktan sonra internette kitapla ilgili videoları izledim. Bu kitap Ağustos ayında kitap kulübümüzde konuşulacak. Ana karakterin travmalarını nasıl anlattığını görüyorum. Duygusal değil, ağlamadım ama ağlayanlar olmuş mesela. Okurunu hikâyenin içine almaktan çok uzaktan -ya da karşına oturtup demeliyim- tutup onu dinlemesini istiyor. Anlatılınca acı azalır mı? Bilmem. Psikiyatrıyla yaptığı görüşmeleri yüzeysel olarak anlatıyor, aile içindeki ilişkiler dikkatimi çekiyor. Bakalım ne zaman travmanın neden olduğu olayı açıklayacak? Ben ne olduğunu izlediğim videolardan öğrendim, yine de okumak istiyorum; nasıl anlattığı önemli olmalı ki onu dinlemek istiyorum.
Şimdi ne yapmalı?
Uyumalı. Belki de uyanmalı yeni dünyaya. Gözlerini açınca, pencereleri açmalı, perdeleri ve odaları havalandırmalı. Yuka da çiçek açmalı. Eme ve Karadut miyavlamalı. Manava gitmeli, mis kokulu kayısılar, şeftaliler… Daha ne istenir ki?
Bir yanıt bırakın