KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 8 Kasım 2023 / Çarşamba
Torbalı İstasyonunda uzun yıllar istasyon memuru olarak çalıştı babam. Ben ortaokuldayken de istasyon şefi oldu. Bu unvanla da emekliye ayrıldı. Ona ‘Şefim,’ diye hitap ettiler hep.
Akşam hava kararmıştı. Kapının önüne oturmuş treninin gelmesini bekliyorum. Çuf çuf çuf sesleriyle perona yaklaşıyor ve babamın elindeki disk kırmızı yanıyor. Kompartımanların ışıkları yanıyor, soluk sarı. Kebapçı Salim dört tekerlekli küçük arabasının tezgahının önüne lüküs lambayı asmış. Et kokuları etrafı sarmış. “Kebap isteyen kebaaaap! Mis gibi kebaaap!” diyerek ağır ağır peronda ilerliyor. Yolculardan bazıları pencerelerden sarkmış “Kebap ne kadar?” diye soruyor. Birkaç alıcı da çıkıyor. Tantanlar inerken çıkardığı sesi dinliyorum. Hareket ediyor. Yolcu vagonlarının ardından yük vagonları geçiyor, öyle uzun ki… Önümden git git bitmek bilmiyor vagonlar. Seyrediyorum.
Kurtalan Ekspresi’ni hatırlıyorum ama kesin yazabilmem için kaynak kitaba başvurmam gerekiyor ki bunu da bir başka sefere bırakıyorum. İzmir Afyon Posta Treni vardı. İzmir Denizli arasında işleyen tren sayısı daha fazlaydı. Denizli Ekspresi diye anımsıyorum. Babamın eline İzmir’ Demiryolları adlı kitabı vermiştim. Benim için okuyacak ve Torbalı istasyonuyla ilgili yerlerin altını çizecekti. Bu kitaba da bakacağım.
İstasyonun ışıkları karanlığı aydınlatmaya yetmiyor. Yerleşim az. Işık yok denecek kadar az. Neredeyse istasyonun ışıklarıyla sınırlı. Gökyüzündeki yıldızlar pırıl pırıl parlıyor. Sandalye çıkarıyoruz dışarıya ve oturuyoruz. Çoğu zaman yere kilim seriyor annem. Yatma saati gelince yatıyoruz. Gece yarısı gelecek posta trenini bekleyecek babam. Bazen gece yarısı trenlerinin sesi ve peronu sarsışıyla uyanıyorum. Çok fazla oyalanmıyor istasyonda. Çünkü yol boş. Uzaklaşırken uykuya dalıyorum. Tekerleklerin rayların üzerinde çıkardığı sesleri, tıkırtıyı seviyorum. Trenle ilgili her şeyi seviyorum. Yolculukları seviyorum. Özleyen ve özlenen insanlara, akrabalarıma ulaştırmasını seviyorum.
Yılda iki defa ücretsiz yolculuk yapabiliyoruz. Bunun için babam birkaç gün önce dilekçe yazıp veriyor ve bize permi çıkartıyor. O belge ile ailecek yolculuk yapıyoruz. Eskişehir ve Denizli yolculukları yapıyoruz.
Öğle saatlerinde yine dışarıdayım. Trenin Tepeköy’den gelmesini izlemek hoşuma gidiyor. Bir tünel gibi bu yol. Yolun iki yanındaki çınar ağaçlarından bir tünel oluyor, tren içinden dumanlarını tüttürerek geliyor. Çınar ağaçları öyle büyük ki… Araç yolu da tünel gibi. Çınar ağaçları yükseliyor. Geceleri Tepeköy’e gittiğimizde karanlık beni ürpertiyor. Gökyüzü yok, her yer karanlık. Ağaçlar tarihi ağaçlar… Kesilemeyecek kadar değerli, savaş yıllarına tanıklar.
Perondan aşağıya inip demiryollarının sonundaki yeşil alanda çiçek topluyorum. Ama en çok sevdiğim içi toprakla doldurulmuş küçük havuzdaki zakkumların arasına girip oynamak. Öykü güçlü dalları ki sırtımı dayayıp salıncak gibi sallanıyorum. Sıralı evlerden kapı önlerine çıkıp oturan komşularla birlikte trenleri izliyoruz. El sallıyoruz kardeşimle birlikte. Bazen bize de el sallayanlar oluyor. Bir demet papatya ile perona çıkıyorum. Arka perona yanaşan Tire treni, aktarma yolcuları almak için Denizli Trenini bekliyor. Yolcu kız öğrenciler bana taç yapmasını öğretiyorlar. İstasyonun ön peronuna Denizli treni geliyor; aktarma yapacak yolcularını indiriyor; Tire yolcuları Tire Trenine biniyor. Şimdi Denizli İzmir treninin manevra yapması gerekiyor. Üçüncü demiryolundan yük vagonlarını kendisine ekleyecek. Ayrıca su alacak. Babama yalvarıyorum, ben de trene binmek istiyorum. Elimden tutup kondüktörün yanına götürüyor, beni ona veriyor. O da elime bir demet bilet bırakıyor. Elimden tutup trene bindiriyor. Pencere kenarına oturtuyor, “Buradan kıpırdama, istasyona dönünce seni indireceğim.” Tren hareket edince içime bir korku düşüyor, ya tren bilmediğim yerlere giderse? Pencereden dışarı bakarken hissettiklerim çok karışık bir duygu. Şaşkınlıkla izliyorum. Hareket halindeyken oturduğum yeri izlemek… Ağzım açık kalıyor, gitmek hep gitmek duygusu. Zaman zaman mutluluk. Zaman zaman korku. Benden başka kimsenin binmesine izin verilmediği için ayrıcalığın verdiği bir sevinç. “Bilet kontrol! Bilet kontrol’” diye bağırarak geliyor kondüktör. Etrafa bakıyorum, başımda bekliyor, ben de biletlerimi uzatıyorum. Benimle konuşuyor. “Bu biletler geçmez,” diyor; beni korkutuyor, gülüyor. Biletlerden birini alıyor, elindeki aletle bilete bir delik açıyor, bana geri veriyor. Birçok delikleri olan kullanılmış, yıldızlı delikleri de olan biletlerim var, renk renk; her yere gidebilirim. Düş kuruyorum. Gitmek ama nereye? Bilmiyorum ki gidilen yerleri. Nasıl bir yerdir? İnsanları nasıldır? Tepeköy gibi midir? Torbalı gibi mi? İzmir…
İzmir yönündeki cendereye gidiyoruz. Uzun borunun ucundaki hortum kazana uzatılıyor. Lokomotif, külle birlikte yanmadan kalan kömürü yani cürufu döküyor. Etrafta cüruf arasından yanmamış olanları küllerin arasından toplamak için birkaç kadın kovaları ve maşaları ile trenin gitmesini bekliyor. Pancar yüzlü kirli tişörtlü ocakçılar, alevlere, küreklerle kömür atıyorlar. Tren istasyona dönerken çok mutluyum ama henüz perona yaklaşmadı. Diğer raydaki vagonlar ardına takılacak. Duran vagonun demirleri arasına bir memur giriyor, ağır ağır geri geri yaklaşıyor tren ve bağırışlarla bağlantı yapılır yapılmaz hızla memur aradan çıkıyor. Tren yeniden hareket edip istasyondan uzaklaşıyor. Makasa gidiyor. Raylar değişiyor ve istasyona dönüş yapıyor, perona yanaşıyor. Uzun zamanın ardından evime geri dönmüşüm. Kondüktör elimden tutuyor, merdivenlerden iniyorum. Aşağıda bekleyen babama teslim ediliyorum.
Tire yönündeki cendere yani su deposu demiryolu inşaatı sırasında taştan yapılmış büyük bir yapı. Bu depo çok az kullanılıyor.
Bir yanıt bırakın