KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER  – 28 Ekim 2023/Cuma

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER  – 28 Ekim 2023/Cuma

Gece yarısı. Dışarıdan rüzgârın sesi işitiliyor. Kış mevsimini anımsatıyor. Hava sıcak ve kalorifer yanmaya başlamadı. Balkon kapısı açık. Uyuyamıyorum. Hiçbir Yer Ev Değil kitabından yirmi sayfa okuyorum. Karakterler öyle gerçekçi ki insanı ürpertiyor. Olaylar içinde çekiyor okuru. Taraf tutmak söz konusu değil. Yani kötüden yana olmuyorsun ama engel olmak için de ne yapacağını bilemiyorsun. Bugün de aynı durumda kalıyor insan. Basında olaylar gazete haberi şeklinde yer alıyor. Köşe yazıları aydınlatıcı olsa da… Hareket yok. Şiddet uygulayıcılar hâlâ aynı yerde duruyor. Değişmiyorlar. Yani romana göre ama yazar genelleme yapmıyor. Yapma diyorum. Yapma. Birçok ülkeye gezi amaçlı gidilmiş olunsa da evinde gibi olsa da yaşamaya uygun olmadığını biliyorum. Genelleme yapmamam gerektiğini anımsattı oğlum. Hak verdim ona.

Akşamüzeri biraz evi derleyip topladım. Yarın havaalanına gidecek, birkaç günlüğüne bu şehirden uzaklaşacağım. Babamı kaybedeli iki yılı geçiyor. Gittikçe özlemi artıyor. Onu düşünüyorum. Kardeşlerimi.   Annemi. Kendimi.

Babam beyaz eşya satışı yapıyordu. Küçük bahçeli tek katlı bir evde büyüdüm. Baharın gelişini balkon önlerinde karşılardık. Erik ağacımız, zeytin ağacımız ve hanımelimiz vardı. Saksı çiçeklerini saymayacağım bile. Annem hanımelini çok severdi o zamanlar. Çiçekleri mis gibi caddeye kadar ulaşırdı. Yoldan geçenler durup derin derin koklarlardı havayı. Duvardan sarkan dallarından koparırlardı.  Annem onları görünce kızardı. “Koklayacaksanız koklayın. Neden koparıyorsunuz? Kendi çiçeklerinizi koparıyor musunuz?” Babam beyaz eşya satardı ama buzdolabımız eskiydi ve yenilemeyi hiç düşünmedi. Orta kaliteli bir dolaptı. Ben kendimi bildim bileli kullanılıyordu. Beş kardeştik. Ben ortancaların en büyüğüyüm. Dört kız bir erkek. Üç oda bir salon olan evimizin bir odası annemle babamındı. Erkek kardeşimin ayrı bir odası vardı. Küçüktü ama kendisine aitti ve girmemizi yasaklamıştı. Dört kız aynı odada kalıyorduk. Odamız büyüktü gerçi. Bir dolap vardı, her mevsim dolap boşaltılır yeni giysiler yerleştirilirdi. Evimiz buna rağmen güzeldi. Çevredeki evlerin en güzelleri arasındaydı.

Ablamla aramda beş yaş var. Çocukluğum onun arkasından gitmekle geçti. Annem onun tek başına arkadaşına gitmesine izin vermezdi. Beni yanında götürmesi şartıyla… Ablam da beni hep kovardı ama ben de peşine uzaktan takılırdım. Arkadaşının evine girer, bana da sokak kapısının önünde beklemek düşerdi. Onunla konuşamazdım, bana ağzımı her açışımda kızardı. Yalnızca onunla değil, kardeşlerimin hiçbiriyle konuşamazdım. Dinlerdim. Hâlâ öyle, sadece dinliyorum. Parmak sallardı. Nefret ederdim parmak sallamasından. Bir şey yapmamış olurdum. Hiçbir şey. Resim yapardım. Kardeşlerimle oyun oynardım. Ablalık yapmaya çalışırdım. Ablama inat abla olurdum. O şimdi kendinianlatmak istiyor, yazıyor, öldükten sonra bastıracaklarmış. Bu görevi kime bıraktığını bilmiyorum. O kişi ben olamam.

Erkek kardeşim Almanya’da. Üniversiteye girdi. Hızla yükseldi ve kardeşlerimden önce prof oldu. Babam ona bütün olanakları sağladı. Yabancı dili liseyi bitirdiğinde su gibi konuşuyordu. Üniversiteyi bizden uzakta bitirdi. Sonra da yurtdışına çıktı. Çıkış o çıkış. Kız kardeşlerim başka şehirlerde okumalarına izin vermedi babam. Benim dışımda yani. Ben Ankara’da okudum. Öğretmenim. Ablam sağlık bilimlerinde üniversitede hoca. Benim küçüğüm de hoca. Küçüğümüz de öğretmen.

Annem öğretmen. Tabii emekli olalı çok oldu. Erkenden emekli oldu çünkü o yıllarda yirmi yıl çalışan emekli oluyordu. Çocuklara bakmak… Babam bizlerin eğitimini anneme bıraktı. Erkek kardeşim hariç. Onu bazen iş yerine götürürdü ama çalıştırmazdı. Ders çalışmasını doktor olmasını istiyordu. Matematikçi oldu. Ben biyoloji okudum ama memur olmak için sınıf öğretmeni olarak başvuru yaptım, kabul edildi.

İnsanın kendini anlatması öyle zor ki. Çocuk kitapları yazsam da günlük tutsam da kendimi anlatmakta zorlanıyorum.

Babam iş yerini ancak yaşı çok ilerleyince kapattı. Küçük bir tarla aldı ve tarlasına zeytin ağaçları dikti. Altmış beşinde, işine öyle bağlanmıştı ki Gemlik’e Gemlik zeytin fidanı almaya gitti. İki gün orada kaldı. Ben de inandım. Annem inanmadı ama. Döndüğünde fidanların büyük olduğunu taşıyamayacağını düşündüğü için almadığını söyledi. “Araç bulurlarsa gönderecekler,” diye açıklama yaptı. Bir aydan fazla elinden telefon düşmedi. Sonra sıkıldı sanırım elini sürmedi. Sadece çaldıkça eline aldı. Küçük tarlasına ev yaptırdı ve taşındık. Üç oda bir salon.  Üniversiteye başladığım yıldı. Evi korumak için kurt köpeği aldı. Annem yanına bile yaklaşamazdı. Köpek kulübesinden uzaklaşamazdı; zincirli olduğu için. Babam onu çözer tasmayla sokakta gezdirirdi. Akıllı bir hayvandı. Büyüktü ve sokak köpeği kırmasıydı. Babam onun saf olduğunu söylese de kırmaydı işte. Benim küçüğüme iş bırakmamaya çalışırdım. Aramızdaki yaş farkı çok değildi. Lisede mutfak işlerini yapmaya başlamıştım. O ise bir yumurta bile kırmamıştı. Temizlik yapmaya bayılmazdım ama işe girişince sevmediğimi unutur, bitirinceye kadar çalışırdım. Akşam yemeğinden sonraya kadar iş uzardı. Ama illaki bitirmiş olacak, sonra da kitap okumaya zaman ayıracaktım.

Emekli olmamam gerekiyordu, diye her düşündüğümde bunun olanaksız olduğunu, ayrılmak zorunda kaldığımı unutuyorum. Tebeşir tozuna karşı alerjim vardı. İki defa kalp krizi geçirince mecbur kaldım. Şekerim var, şekerim, diyorum arkadaşlarıma. Kolesterolüm var. Depresyonum var. Her gün almak zorunda kaldığım on ilacım var. Evde bakmam gereken biri on yaşında diğeri iki yaşında kedilerim var. Oğlum var. Eski eşim var. Eski olan her insan yine hayatımdalar. Şikayetçi değilim. Mutlu olduğumu söyleyebilirim. İyi ki varlar dediklerim.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*