KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER  – 28 Aralık 2023 / Perşembe

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER  – 28 Aralık 2023 / Perşembe

Karton karakterlerim bir dokunuşta yıkılıyor. Onu geçmişiyle birlikte anlatabilmem olanaksız. O bugün olduğu gibi, yıkılmış olarak kalacak. Seksen yaşlarından yıl almış. Azalmış saçları her zamanki gibi kısa, kahverengi boyanmış ve gözlerinin üzerine perçemleri düşmüş. Dudakları huzurlu bir gülümseyişle yüzünü aydınlatıyor. Yüzündeki çizgiler derinleşmiş. Üzerinde gri bir eşofman var. Terliklerini çıkarmış.  Mavi dantel elbiseli sarı saçlı bir bebek kucağını dolduruyor; ağlıyor bebek. Üzerine eğiliyor, göğsüne bastırıyor. Sesini kesmek için kucağında pışpışlıyor. Yerimden kalkıp yanına gidiyorum. Sehpanın üzerindeki küçük emziği ona uzatıyorum. “Ağlıyor mu?” “Evet,” diyorum. “Bu ne?” “Emzik, ağzına koyunca ağlaması kesilecek.” Emziği alıyor, dudaklarına tutuyor, sonra gözlerine, saçlarının arasına. Ona yardım ediyorum, elini tutup bebeğin ağzına yaklaştırıyorum. Birlikte ağzına yerleştiriyoruz. Ses kesiliyor. Bebeğine bakıyor, gülümsemesi yayılıyor, başını sallıyor. Cins üç kedi koltuğun tepesinden bize bakıyor.

Salona oğlu giriyor. Karşımda durup bana dik dik bakıyor. “Kalkıyorum,” diyorum. Antika eşyalarının arasında hiçbir şeye dokunmadan yürüyor, kapıya yöneliyorum. Arkama dönüyorum. Bana bakıyor mu, merak ediyorum. Tanıyacak mı beni? Bebeği sehpaya oturtuyor. Oğluna ona görmeme izin verdiği için, teşekkür ediyorum, evden ayrılıyorum. Çılgın gençlik yıllarını anlatırdı, onu öyle hayal ettiğim ve fotoğraflarda gördüğüm  gibi,  anımsamak istiyorum. Dünya güzeli genç bir kadın, siyah düz saçları beline kadar uzanıyor. Altmışlı yılların modasına uygun bedeni saran dar, kısa etekli beyaz elbisesini beyaz büyük bir şapka tamamlıyor. Gözleri çok güzel bakıyor. Üstü açık arabasının direksiyonunda… Kocası uzun bir iş seyahatine çıkmış. Arkadaşlarıyla buluşmaya gidecek. Ben henüz doğmamışım. Fotoğraflarından bazılarını çok net anımsıyorum. Oğlunun gençlik fotoğraflarını da görmüştüm; hep sehpanın üzerinde dururdu. O şimdi fotoğraflardakine hiç benzemiyor.

Apartmanın merdivenlerinden iniyorum. Girişteki restoranın yanından geçiyorum. Otoparktaki en eski arabaya, emektar arabama biniyorum. Bir zamanlar onunla yürüdüğüm, gezdiğim Bağdat Caddesinden uzaklaşıyorum.

Kadıköy’e gitmek istiyorum ama bir yandan da istemiyorum. Deniz kenarında bir yer olmalı ama ufku görebilmeliyim. Ufka bakıp bu kentin benden alıp götürdüklerini anımsayarak yeni bir gelecek tahayyül etmeliyim. Uzak ama yakın. Yakın ama uzak. Gitmek ve kalmak arası bir şey. Hayır gitmek ve geri dönmek. Gidememek değil. Gidip gelmek devamlı.

Akşam Hıçkırık filmini izliyorum ardından seminer başlıyor. Bu film gençliğimin filmi ama izlediğimi hatırlamıyorum. İzlediklerim genellikle en az dört şarkı söylenen filmlerdi. Şarkıların sözlerini ezberlerdim. Kimi kez ben de yeşil yeşil bakar, kimi kez cezve olur kahve dağıtırdım. Mavi boncuk arardım evin köşelerine bırakılmış. Bugün de akşam olmuş. Gölgelerden kıpırdamayanlar  ağaçlara, direklere; hareket edenler de kedilere ait. Bunları yazmak zorunda hissediyorum kendimi; gölgem yere düşsün ben değil. Seminerlerde okunacaklar ve izlenecek filmler geçmişten başlayıp bugüne kadar gelecek. İlk romanların anlatımında zaman kronolojik olarak ilerliyor. Önümüzdeki haftalarda daha farklı kurguları göreceğiz. Klasik dönem, modern dönem ve postmodern dönem. Benim öğrenmek istediğim de bir sonraki yani günümüzün dönemi post-postmodern. Nasıl yaşadığımı anlamak istiyorum. Neler yaptığımı; düşündüklerimi, duygularımı…

Ayla arıyor. Eros kalp hastasıydı; onu kaybetmiş. Köpeği değil, evdeki dostuydu. On iki yaşına girmiş, hastalığı nedeniyle her an kaybetme korkusu yaşıyordu. Birden fenalaşmış ve kliniğe götürmüş ve çok geçmeden… Cumartesi günü hayvan mezarlığına götürecek. Baş sağlığı dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor. Cumartesi günü onun izin günü, ziyaretine gideceğim.

Bir üflesem bu gece, bütün yazdıklarım bir yığın harflere dönecek. Ne kadar ilginç. Söz uçuyorsa yazı da parçalanıp dağılıyor. O yaşlı dostumu özledim; eskisi gibi olmayı birlikte gezmeyi… Eski Türk filmlerindeki kadınlar kadar güzel, uzun boylu, zayıf, hoş bir kadın. Yaşadıklarını dinlediğimde, geçmişin bugünden farklı olmadığını, bize Yeşilçam filmleriyle yalanlar söylendiğini görmüş oldum.  Yine de Hıçkırık filmini eğlenerek izledim. Biraz kendimle, biraz da filmle…

Sabahı karşılamak üzereyim. Az sonra kuşlar, kargalar, martılar konuşmaya başlar. Bizimkiler beni beklemekten umutlarını kesmiş yatak odasına geçmiş. Günlüklerimde adları geçiyor ama bir türlü hikâyelerini anlatamadım. Karadut’a bakınca Eme’yi düşünüyorum. Aşık olduğu Kupa’yı ben de özlüyorum. Sakin, sessiz bir kediydi. Birkaç gün birlikte kaldılar. Kupa gittikten sonra Eme kısırlaştırıldı ve sonuçta durgunlaştı. Hayat onun için beklemekti. Bir gün geri geleceğini umut etmek. Sonra Karadut geldi. Onu büyütürken onu unuttu. Şimdi yine umut ediyor.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*