KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER 22 Aralık 2023 / Cuma
En uzun gece. Saat 11:00’e doğru çocuğum dünyaya gelecek. O ilk günü, onu kucağıma alışımı hatırlıyorum. Bir kadının unutamadığı ilk anı bu olmalı. Onun kokusunu bugün bile alabiliyorum. Kurgulamak sonra da tartışmak. Kimseyle tartışmıyor görünüyorum ama bu doğru değil. Yazarak yapıyorum bunu. Usul usul. Çatışmalar içimde, dışıma taşan da düşüncelerim. Sorgulamalarım. Yazdıklarımı yaşıyordum ya, şimdi de farklı olmadığını seziyorum. Yaşananların, ileride ne düşünmem gerektiğini açıklayan yazılarım. Umarım sen de aynı şeyleri yapıyorsundur. Evet evet yapıyorsun ama farkında olmuyorsun. Sen de kuruyorsun. Sen de…
10:30’da kahvaltı hazırladım. Doğum günü kutlamasını sucuklu omletle yaptıktan sonra onu uğurladım.
Günleri karıştırdım. Aranacaklar arasında Nuray var. Oğlu yirmi yaşında ve odasından çıkmıyor. Çalışmayı düşünmüyor. Bir dükkân almalarını ve kiraya verilmesini istiyor. Kira ile geçinebilirmiş. Asgari ücretten fazla edermiş kira bedeli. “En azından oyalanırdı,” demiyorum. “Sosyalleşirdi,” de demiyorum. Yalan söylemek, inanmadığım şeyleri ona inandırmaya çalışmak… İkiyüzlülük gibi geliyor bana. Bu susuşum gerçekten bilmediğimden. “Sana katılıyorum,” diyebilmeyi ne çok isterdim.
“Şimdilerde bizi suçlamaya başladı. Bizim yüzümüzden üniversitede okumak istemediğini, okuldan nefret ettiğini söylüyor. Çalışmayı da düşünmüyormuş,” dedi.
İki ergenlik çağı var sanırım. Biri on iki on dört yaşlarında diğeri de boşluğa düştükleri işsizlik sırasında. İşsizlik uzarsa, içinden çıkılmaz bir duruma girecek korkarım.
“Biz suçlu değiliz. Buna inanıyorum. Gerçekten değiliz. Onları sarıp sarmaladık, koruduk. Bizim yaşadıklarımızı onlardan saklayamazdık. Söylediklerimizle yaptıklarımız birbirini tutmadı sanırım. Şimdi bizim gibi olmak istemiyorlar. Gerçekleri artık görebiliyorlar,” dedim.
Ben gerçekleri görmek istemedim uzun süre. Bir sezgiydi daha çok. Korku, kaygı yani negatif buldukları düşüncelerim. Onaylanmayan düşüncelerim. Destek bulmayan…
“Beni neden doğurdunuz,” diyor.
“Seni seviyoruz, desen.”
“Babası da ben de söylüyoruz.”
Düşündüğümü yazamayacağım. Kendi kendime birçok şeyi sansürlüyorum.
“Ne yapacağımızı şaşırdık. En azından kızım okumak istiyor. Onun tam tersi.”
Doktor olamayacaklarını bildiğim halde, her şeyi öğretmeye çalışıyordu bazı öğretmenler. Bir deniz yıldızı hikâyesidir söyleniyor, avunuluyordu. “Bunun için değdi,” diyebilmek için. O yirmi yaşına geldi ve bu hikâyenin gerçek olmadığını gördü.
“…”
Sessizlik uzuyor. O, “Ne yapabilirim?” diye soruyor. “Ben de bilmiyorum ama yaşamak için çalışmaktan başka yol yok sanırım. Sabah dokuz akşam beş bir işi olsa…” dedim.
“Böyle bir iş var mı? Teyzesi yazar kasadan Z raporu alınmadan marketten çıkamıyor.”
Konuyu değiştirmeye çalıştıkça, içinden çıkılmayacak başka konulardan söz açılıyor. Geçim zorlukları, artan fiyatlar, değişen komşuluk ilişkileri…
“Bizim markette bir kişinin tek görevi var.”
“Ne?”
“Sadece fiyat etiketlerini değiştirmek. Bir kişi bütün gün ancak bu işi yapabiliyor.”
Neden yirmi yaşındaki çocuğa hak veriyorum? Bunu açıklamak bana mı düşer? Bir çözüm için önerim mi var?
“Bana gelsene bir gün,” diyorum.
“Siz gelin,” diyor. “Evdeki işlerimi bitiremiyorum. Eşim de emekli oldu ya…”
Gerisini getirmiyor. Ben de bu cümle nasıl bitecek diye düşünmeyeceğim. Yapamıyorum. “… onu yalnız bırakmak istemiyorum.”
Bu konuşma bugün için yeterli. Arka arkaya değil, tek tek gelmeli üstüme.
Akşamüzeri Ayla arıyor. Akşam dokuz gibi buluşacağız. Ama buluşamıyoruz. Çünkü saat geç olmasına rağmen, hava yağışlı olduğu için taksi bulamıyorum. Buluşmayı erteliyoruz.
Telefonuma mesaj geliyor. Onu arıyorum. “Selam verdin borçlu çıktın.” “Neden? Ne borcu?” “Mesaj attın ya, ben de hemen damladım.” Gülüyor. “Doğurma gününü kutluyorum,” diyor. Biraz sohbet ediyoruz. Ondan başkalarına yaptığından daha fazlasını yapmasını bekliyorum. Nedenini bilmiyorum.
Yazar arkadaşımı arıyorum. Açmıyor telefonu. Daha sonra o beni arıyor. Yarınki imza günü için bol okurlar diliyorum. “Kalabalık olacağını sanmıyorum. Kendi aramızda, birbirimizin kitaplarını alıp imzalatırız sanırım.” Güzel bir gün olmasını diliyorum. Kitap okuyan kalmadı mı ne? Yarın göreceğiz, kaç okur olacağını. Türk Sanat Müziği konserinden bir video paylaşıyor. Uzun süredir çocukluk şarkılarım olan eserleri dinlememiştim. Nostaljik… Küçük cezveler, mavi boncuklar, yeşil gözler, yıldızların altında, buseler… Bana aşkı onlar mı öğretmişti? “Dışarda bir…” kış yağmuru, yaş sokaklar sensiz bensiz. … “Bir masalmış, geçen yıllar…”
“Handan nasıl? Geçmişten Günümüze Tepecik Belgeseli yayımlanacak mı? Ne zaman izleyebileceğim?” “Görüşmeler yapıyor. Yakında izlersin umarım,” dedi.
Handan Acar, Tepecik, youtube diye, arama motoruna yazıyorum. Dokuz dakikalık bir söyleşiyi izledim. Tepecik’in tarihini çok güzel veriyor. Zaman ne acımasız, diye düşünmeden edemiyorum.
Kitap okuyorum. İşim gücüm bu benim. Zor bir roman. Oldukça ağır geliyor. Jas’ın çocukluk masalları dışında ortak yanlarımız yok. Bu masallardan bazıları şimdiki çocuklara okutulmuyor, çünkü korkunç. Kurt keçi yavrularını yiyor ve onları kurtarmak için kurdun karnını yarıyorlar, yavruları çıkarıp yerine taş koyuyorlar… Gerçi Kırmızı Şapkalı Kız da korkunç ama hâlâ okutuluyor.
Arkadaşım yorum yaptı, dünkü günlüğe:
Susmak bence kabulleniş değil, o anda çatışmadan kaçmaktır. Çünkü sonunun nasıl biteceğini kestiremiyorsun; ama yeri geldiğinde susmanı gerektiren o ânın hakkını sakince verebiliyorsun. Tabii ki BENCE,
“Konuşmak bir ihtiyaç olabilir ama susmak bir sanattır.” diyen Goethe’yi selamlayarak.
Keşke başka yorumlar da yazılsa. Günlüğüm renklenir.
Gün sonu raporu olan günlük bitti.
Bir yanıt bırakın