KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER   –  1 Ocak 2024 / Pazartesi

KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER   –  1 Ocak 2024 / Pazartesi

Akşamüstü Ayla ile buluşmak için evden çıkmadan önce taksi durağını aradım. Bir araç olduğunu söylediler ama geç gelecekmiş. Kabul ettim, bekleyebilirim, acelem yok. Ağır ağır merdivenlerden indim. Dışarıda biraz oyalandım. Hava ılıktı.

Oturduğumuz mekan kalabalıktı. Sanki dün gece geç saatlere kadar içmemişler gibi biralarını içiyorlardı. Biz de bira aldık. Eros’u anlattı. Özel bir mezarlığa gömülmüş. Yamaç bir yermiş. Defne ağacı dikilecekmiş yanına. Ruhların olduğuna inanıyoruz. Hatta aramızdalar ama seslerini işitemiyor, onları göremiyoruz. Belki sesleri yoktur. Ev sessizleşmiş. Bir süre geçtikten sonra bir başka köpek almayı düşünüyormuş. Evin içinde her an yanına gelecek, yatağın üzerine atlayıp havlayacakmış gibi geliyormuş aklına. Asansörden çıkar çıkmaz sesi işitilmiyor artık. Telefon görüşmelerimizde asansörden çıkar çıkmaz telefonu kapatıyorduk. Bazen kapatmasını istemiyordum, onun çılgınca havlamasını dinlemek istiyordum.

Patatesler çok kötüydü. Yenisini istemek aklıma geldiğinde, neredeyse yarısı yediğimizi söyledi Ayla. Birçok kişinin kulaklarını çınlattık. Bazı kişiler ilgimi çekmedi, hatta başka birisini sorup geçiştirdim.

Ayla benimle buluşma ayarladığında erkek arkadaşıyla geç görüşür. Kadın arkadaşlarımla dışarıya çıkabileceğimi, ondan bağımsız gezebileceğimi bilmesini istiyorum, diyordu. Ayrılmamıza yarım saat kala mesaj attı arkadaşına. Nerede oturduğumuzu, kalkacağımızı yazmış. Buluşma için bir başka yer söylemiş. Bizim ayrılmamızı bekleyeceğini düşünmüştüm ama bekleyemedi. Ayla lavaboya gitmişti ve iki masa ilerimize biri oturmuştu. Onu bir yerden tanıyormuşum gibi geldi bana ama çıkartamadım kim olduğunu. Ayla döndüğünde “Gelmiş, iki masa ileride oturuyor,” dedi. “Bugün ne yazmalıyım?” diye sordum. Eski sevgilisini söyledi. Yılbaşı öncesi telefonla aramış ve görüşmüşler. Sonra da bir daha aramamasını söylemiş. “Onu yazmak istemiyorum. Anlattığın kadarıyla onu çok bencil ve kaba buluyorum.” Ben kalktım. O da arkadaşına telefon açtı. Dışarı çıktım. Sonra da onunla tanışmadan ayrıldığım için üzüldüm. Yanımıza gelebilir, ben de çok oturmadan kalkabilirdim. Ayla’nın, arkadaşlarıyla beni tanıştırmadığını fark ettim.

Eve geldiğimde bizimkiler acıkmış, beni beklerlerken buldum onları. Mamalarını verdim. Karadut artık benden kaçmıyor. Ayak altında, sağımda solumda dolanıp duruyor. Oyuncağıyla oynatıyorum, hatta oynamak istediğini davranışlarıyla anlatıyor artık.

Kitap okudum. Güzel bir roman, çevirisi de çok iyi; Handan Saraç.  Sırça Fanus, 1963’te basılmış. Amerika’da o yıllarda yaşayan genç bir kadın için oldukça cesaret verici. Fakat yine de gelenekler ve baskılar ve depresyon nedeniyle otuz bir yaşında hayatına son veriyor 1963’te. Kolejlerde ve üniversitede okuyan kadınların önemli erkeklerin eşleri olarak eğitildiklerini öğrendim. Çok şaşırdım. O yıllarda eğitim, iyi eğitimli eşlere eş olmak için  önemliymiş. Bir kadın olarak erkekler kadar özgür olabilmenin bedeli ağır. Kaybedecek bir şeyin olmadığı doğru değil. Sağlığını kaybediyorsun. Çalışamayacak duruma düşüyorsun. Depresyonun ne demek olduğunu biliyorum. Özkıyım düşüncesi varsa bu bir rahatsızlık. İlaçlar zihnin yavaşlamasını sağlıyor. Böylece iki uç arasında gidip gelmek yerine çıkış yolları aramanı sağlıyor. Birçok kişinin antidepresan almak istemediğini biliyorum. Bunun gerekli olduğuna, onları inandıramıyorum. Hayat çok kısa ve kumaşımıza göre bir elbise dikebiliriz kendimize.

Benim hayallerim çok büyüktü. Bazı şeylerin eğitimini almadığıma üzülüyordum. Yabancı dili çok iyi şekilde öğrenebilirdim. Yabancı kaynakları okuyamıyor olmam, benim için büyük engeldi.

Karanlık ve boşluk diyordum. İçimde. Gözlerim oraya açılıyor, güpegündüz güneşli güzel bir günü karşılayan, bu oluyor. Ağlıyorum çünkü dayanılmaz bir duygudurumu. Eşim uzun süre yanımdan ayrılmıyor. İş yerine gidiyorum; yanından ayırmak istemiyor beni. Akşamları bir ağrı gibi acısı artıyor.

Roman beni dinlemiyor, ben de kendimi dinlemiyorum. Benzer yönlerimiz var ama konuşmuyoruz karşılıklı. Okuduğum bazı romanlar gibi değil. Dinletiyor kendini. Sanırım sonuna kadar bu böyle sürecek. Susacağım. Yazarın romanı bitince belki sıra benim tutkuma aşkıma sıra gelecek. Onun bana bakışlarını seviyordum. Işıl ışıl parlardı. Aşk her zaman yaralayıcıdır. Yıllar sonra bana sorduğunda “Aşk ne zaman bitti?” diye, çok şaşırmıştım. Aşk biter mi? Bence bitmez. İyi de neden bunu sormuştu? Bakışlarım mı değişmişti, onun bakışlarının değiştiği gibi. Ağır depresyonda olduğumun dönemlerde kimsenin bana yardım edemediği dönemlerde yalnız hissediyordum kendimi. Birkaç hastaneye gitmiştik, tedavi önerisinde farklı bir şey duymak için. Çünkü her hastanede yatırılmamı istemişlerdi. Evde yatmayı tercih ettim ve beni zorla yatırmadığı gibi yatmamı da istemedi. Sonunda bana iyi gelecek doktoru buldum ve halen aynı doktora gidiyorum. İş yerinde müdürüme istifa dilekçemi vermiştim. “Bu nedir?” diye sormuştu dilekçemi uzatırken. “İstifa etmek istiyorum.” Kabul etmedi. İyi düşünüp düşünmediğimi sordu. Bir kadın için çalışmanın önemini vurguladı. Müdürüm daha sonra kalp kriziyle hayatını kaybetti. Sık sık rüyalarıma girer. Gülümserken bulurum onu. Sınıfa girmemi bekler. Sınıf kapısının önünde uyanırım. Yetmiş bir çift göz bana bakamadan…

Aşk ve tutku. Elle tutulamayan, gözle görülmeyen bir şey, nasıl anlatılır henüz bilmiyorum.  Bir cümle açıklayabilir bunu. Gözlerinden içeri girince bir düşe uyanıyorum.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*