KİTAPLAR KİTAPLAR KİTAPLAR – 1-     20 Mart 2025/ Perşembe

 

KİTAPLAR KİTAPLAR KİTAPLAR – 1-     20 Mart 2025/ Perşembe

Kalabalık içinde tıklım tıklış buram buram kokulu belediye otobüs yolculuğunun son durağında inince soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla ayıldım.

Hava kapalıydı, griydi. Üst geçidin merdivenleri dikti; çıkışı zor, inişi zevkliydi; kocaman fuar binası, büyüklüğüyle insanın aklını başından alıyordu; az sonra bulunmaz bir dünyanın merkezinde, kendi merkezimizi arayacaktık, tüm okurlarla birlikte. Belki de küçük okurlardan birkaçı da benim iki kitabımı merkez kabul edecekti, bir süreliğine. Neden olmasın?

En büyük hayal kırıklığına giriş kapısında yakalandım; hayatımın en büyük hayal kırıklığı olmalıydı. Bana bir ayrıcalık tanınmamıştı. Yazar olmam, uzun kuyruğa girmeden içeri süzülmemi sağlamamıştı. Belki ünlü olsaydım ve beni tanıyor olsalardı, içerideki sırada sabırsızlıkla beni bekleyen okurlarımı düşünürler, içeri alınırdım. Bekledim. Sıra gelince boynuma astığım kartı görevliye gösterip, “Yazarım, bu yayınevinde.” diyerek ücretsiz içeri girdim. Salonuma gittim ve stantta yerimi aldım, heyecanla kitaplara bakan okurları, özellikle  minikleri korkutmamak için gülümseyerek bekledim. Onca kitabın arasından benim iki kitabımı eline alan minik okuru en akıllı okur oldukları için ayrıca bir yakınlık gösterdim ve onların ne kadar zeki olduklarına karar verdim. Onlarla konuşurken eğildim ve gözlerinde parmak sallayan korkunç dev gibi görünmekten sakındım. Böyle ne kadar zaman geçti bilmem. Saatime baktığımda acıktığıma ve yorulduğuma kadar verdim. Ara vermek için stanttan ayrıldım. Gözlerim başka başka stantlarda oluşan uzun okur kuyruklarına hayranlıkla bakıyordu. Ben de merkezime alacağım kitaplara ulaşmak için sonsuz bir arzu duydum. Dolaşmalıydım. Sıraya girmeliydim. Yayınevi kartımı gösterip özel indirimlerden yararlanmalıydım.

Kalabalığı acelelerinden dolayı itekleyen okurların ardına takıldım. Bu arada onu gördüm. Yalnızdı ve başı sürekli stanttan stantta dönüp duruyor, bir türlü hangisine yaklaşacağına karar veremiyordu. Yalnız olmasaydı birileri ona rehberlik edebilirdi, diye geçirdim içimden. İç sesimi duymuş da beni arıyormuş da bulunca sevinmiş gibi önümde belirdi.

“Don Quijote’yi arıyorum. Hangi yayınevinde bulabilirim?”

“Her yayınevinde bulabilirsiniz.”

“Ben her yıl kitap fuarında mutlaka bir kitabını alırım ve okurum. Ondan büyük bir roman da bilmem. Hangi kitap onun kadar yücedir? Bana hangi kitabı söyleyebilirsiniz?”

“Bilmiyorum ama siz bu romanın yüce olduğunu düşünüyorsanız, birçok roman okumuş iyi bir okur olmalısınız. Bu soruya en iyi yanıtı da ancak siz verebilirsiniz.”

Kısa boylu, göbeği bedeninden önce ilerleyen, seyrek kısa saçları tombul yüzünün üstünde çimen gibi biten değişik bir tipti.

“Yok. Ondan daha iyi bir roman bugüne kadar yazılmamıştır. Çevirileri de birbirini tutmaz. Her biri bir başka Don Quijote’yi anlatır. O muhteşem hizmetkar Sancho Panza da öyle. Yanlış anlaşılmasın sadece Türkçe çeviri kitaplarında değil söylemek istediğim, bütün dillerdeki çeviriler için de geçerli bu.”

“Anlıyorum.”

“Adınız nedir?”

Dulsinea mıydı? Sevgilisinin adını anımsayınca, içimden kahkahalar attım, adama gülümsedim. “Duru.” dedim.

Adam bir sure sustu. Bakışları yüzümde dondu. Yanıma baktı. Başını salladı. Kendi kendine konuşarak, elini kolunu sallayarak yürümeye başladı.

Kalabalığın içinde görünmez olana kadar arkasından baktım. “Eşek misin be çocuk?” dedi biri yanımdan geçerken. Meğer yanımda kucağında koca bir peluş eşek taşıyan çocuk varmış. Eşeğini iki eliyle tutmuş, önünde sallıyor, “Deh! Deeh!” diye bağırıyormuş. Umursamadım, bana söylenmemişti.

Çocuklar için kısaltılmış romanları okumuştum. Sınıf öğretmeni olarak işe başladığımın ilk yıllarımdı, yaş olarak da çiçekleri solmuş bir ot yaşlarındaydım.

Adama baktım. “Hey gibi Don Quijote,” dedim.  “Panza seni arıyor, sen neredesin?”

İşte böyle. Aklım fikrim adam oldu. Standa döndüm. Biraz kaldım sonra da kitap yazmak için okumam gerektiğini, almak istediğim kitaplar olduğunu söyleyip izin aldım; ayrıldım. Çocuk kitaplarına bakarken gözlerim hep Don Quijote’yi arıyordu. Beğendiğim dört ayrı yayınevinden basılan romanı aldım. Başka çocuk kitapları aldım, başka kurgu dışı kitapları aldım. Eğitim üzerine  yazılmış kitaplar… Zorunlu Eğitime Hayır kitabı ilgimi çekti de onu da aldım. Sonuçta mesleğe bir başka meslekten zorunlu eğitime katkıda bulunmak için geçmiştim. Adında pedagoji geçiyor diye de Ezilenlerin Pedagojisi kitabını aldım. Çalıştığım bölgeyi ve işimi çağrıştırmıştı.

Belediye otobüsüne binip, ayakta kalıp, fuar yorgunluğun üzerine yol yorgunluğunu da eklemiş bir şekilde, eve dönmeyi üç saat sonunda başardım.

O adamın adını sormadığıma çok üzüldüm. Ama ben ona bir ad bulmuştum. Sancho Panza.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*