GÜNLÜKLER – 7 Mart 2021
Dışarı çıktığımda yürümeyi istiyorum, hava öyle güzel ki… Güzel olan yalnızca hava değil, suyu güzel, toprağı güzel… Önce bademler çiçeklenmişti şimdi erikler de çiçek açmış. Otların dallarını çiçekler süslüyor. Arılar, hele de kelebekler… Baharın ilk günlerinde yerlerini aldılar. Kediler duvarların üzerinde güneşleniyor, kumrular ve serçeler sabah saatlerini bekliyor karınlarını verilen buğdayla doyurduktan sonra dağılıyorlar. Yarın yine çıkmalı, yürümeli.
Akşama doğru kitaplarımı düzenledim. Ah ben, ne yapayım beni! Kitaplar kitaplar kitaplar. Her yer kitap. Hepsini hemen okuyabileceğimi düşünüp elimin altında tutuyorum sonra da şimdi olduğu gibi gerçekleri görüyorum, hepsini okuyabilir miyim? Ben artık bir kitap toplayıcısıyım. Kitapsız bir odamın olduğunu düşünemiyorum.
Alberto Manguel’den bir bölüm okudum. Çocukluğumda ilk kütüphaneye gittiğim günleri anımsadım. Yaz aylarından biriydi. Okul tatil olunca ben ve kardeşim anneannemin yanına gönderilmiştik. Benim için büyük bir heyecan demekti. Anneannem kızmadığı gibi her dediğimizi yapardı. Biz de böylece onun her dediğini yapardık. Bir gün kardeşimin ve benim elimden tutmuş kütüphaneye götürmüştü. Bizi memurla tanıştırmış, kaydımızı da yaptırmıştı. İşte raflar dolusu kitapları görmüştük ağzımız açık. Rafta on kitap varsa onu otuz görmüştüm. Çocuk kitapları önüme konduğunda gözüm raflarda kalmıştı. Bu kadar mı? Onca kitap arasında sadece bu kadar mı? Kütüphaneci evinde çocuk kitapları olduğunu ve bizim için onları getireceğini söylemişti. Ertesi gün gittiğimizde bizi görür görmez kitapları anımsamış ve “Unutmuşum” demişti. Sonra hayal kırıklığı. Ardından yarın için beslenen bir umut. Adı ne kitapların? Bilmiyor.
O yaşlarda okumak amaçtı. Okumaktan başka hiçbir şey düşünmezdim. Anlatının peşine düşer, satırların arasında kaybolurdum. Bazen okumaya ara verir, ben kitabın içinde olsam ne yapacağımı düşlerdim. Kitabın kapağını kapatınca yaşadığım yere taşınamadığı için üzülürdüm. Ben kitap kahramanı olmak isterdim. Kitap kahramanı olmak demek, sıradan hayatın dışına çıkmak, maceraya atılmak demekti. Anneannemin evi bütün heyecanlara kapalı bir evdi. Yalnızca birkaç kedi kaçamak olarak eve dalar, biz de onu evden kovalardık. Sadece kedileri değil tavukları da kovalardık bahçe içinden. Maceramız buydu bizim. Yazmak günlük dışına çıkmazdı. Sabah erken kalkar, elimizi yüzümüzü yıkar, kahvaltımızı yapar sonra da günlük planımızı uygulardık. Bir saat oyun oynamak, bir saat ders çalışmak, bir saat kitap okumak, bir saat resim yapmak… Günlük yazmaktan çok günlük plan yapmaya bayılırdım. Saati saatine ne yapacağımı bilirdim.
Şimdi yeni yeni kabul ediyorum. Şimdi olduğu gibi düş dünyasını düşlemeyi seviyordum. Ama öyle planlı amaçlı bir düş değil. Parça parça bölük börçük düşler toplamı. Günlük parçalanmış hayatlarımızın izlerini taşıyan düşler. Bir yere düş de olsa gidememeler.
“Senin derdin yok mu?” dedi. “Bana anlatsana.”
“Anlatacak bir şey yok. Sana ancak çocuklar için kurduğum düşleri anlatabilirim. Dinlemek ister misin?”
“Ben gerçekleri istiyorum.”
Gerçek dünyadaki sorunları nasıl aştığımı merak ediyor olmalı. İşte al sana bir çocuk. Düşte de olsa kur o çocuğu. Yaşını da her yaşa uydur. Yeni bir kitabın izleri düşüyor satırlara. Hoş geldin çocuk. Şıışt! Şşııııt! Uyanma zamanı. Benim de uyuma zamanım.
Bir yanıt bırakın