GÜNLÜKLER -60-

GÜNLÜKLER -60-

7 Kasım 2018

Yüzyıllar boyunca olmalı, bir kitap –mitoloji, efsane, roman- bir sonraki yazımı etkilemiş. Önceki yıllarda bu etkilenme belirtilmemiş ama okurun sıradan olmayan okurun çözümlemesini gerektirmiş. Ardından da çözümlemeyle birlikte eleştirisi doğmuş. Odipus ve elektra kompleksi bir çözümleme olarak görüyorum. Tanrıların kehanetlerini güçlerini insanlar çözümlemelerle ve  mücadeleyle dönüştürmeyi başarmış. Bu da çözümlemenin ve eleştirinin sonunu getirmek gereksinimini doğurmuş. İşte Tanrı yazar ölmüş. Bireyin  kendi kaderini kendi eline alabilmeyi öğretilmiş. Yazarın ölümü. Yazar herkes artık. Kendi tarihi var. Kehanetlere inanmıyor. Bunlardan sorumlu olan aşk mı yoksa? Aşkın ne olmadığından çok ne olduğu daha çok anlatılmış. Sürekli değişmiş. Değişimi zorlayan kadınlar mı olmuş? Nesne durumundan çıkan kadınlar?.. Bugün ise…

Bugün de yazar, metinlerinde başka metinlere yer vermekle ve yazar kadar kitaplarının da isimleri geçmekte. Selam verme, deniyor buna. Son dönem romanlarında buna çok yer veriliyor. Şimdi anlıyorum ki dışarıdaki yani çemberdeki hayatlar okumayan ama görsellerle işlenen haberlerle ve sunulan sınırlı dille çemberin içinde yer almasını sağlamakta. Ne acı. Her şey değişmeye mahkum oysa. Sürekli mücadele, sürekli sürekli ölüme kadar sürecek olan bir mücadele, birlikte yaşamak için. Aşk her zaman olduğu gibi yeni mücadele için zorunlu olmayı gerektirmiş. Aradaki çekişmenin çelişkinin bitmesi için gerçek aşk. Ah meğerse kadınların da yazması gerekiyormuş aşkın ne olduğunu ve ne olmadığını anlatmak için. Tarihin tekerrürden ibaret olmadığını anlatan her şey. Yazı, canlı bir organizma gibi sürekli değişen sistemin önünü kesmeye çalışıyor. Suat Derviş’in kısa romanını okudum. Bir kadının erkekleri anlatması beni çok etkiledi. İki erkek arasında kalan kadın, ne yazık ki olacaklara engel olamıyor. Çok tanrılı dönemlerden tek tanrılı dönemlerden bugüne kadar her anlatıda kadın nesne konumunda kaldı. Belki de bu nedenle kadınların eğitimi gerekli. Eğitim alan  kadınların, aldıkları eğitimde okudukları eserleri kimler yazdı? Aşk ne zaman bitti?

Bütün zamanları okumak gerekiyormuş. Etkilenmeden yapamıyorum, bazen bu etkilenme dilimi kurduğum cümlelerimi değiştiriyor.

“Küçüğüm pencere önünden dışarıda görebildiğin dünya ne kadar da küçük oysa ne kadar da büyük yuvarlak mavi bir mavi gezegen olduğunu hiç bilmeyecek olman senin bütün sorumluluğunu almamı gerektiriyor ki benim de bilmem gerekiyor senin nasıl evcilleştirildiğini, bu şart gibi özgürlüğün için şart görünüyor, çalınan doğanın sadece senin doğana ait olmadığını bilmek bana sana bakmak zorunluluğunu gerektiriyor Emo ya da Eme diyorum sana cinsiyetinin hiçbir şeyi yani yaşam koşullarını değiştirmeyeceği garantisini vermem ve bana inanman için, hatta belki de sana sadece E demem gerekir ki bu da benim sana sesli harflerin tek ses olarak ağızdan çıktığını anlaman ve bana güvenmen için ve adında bir anlam aramaman için çünkü sen her birey, her canlı gibi biricik ve eşsizsin.”

Bu gece bu kadar. Kadın yazarlara kulak vermek gerekiyor. Adlarını eserlerini  uzun araştırmalar sonunda gün ışığına çıkaran yeniden basılması için emek veren herkese selam. Neredeyse inanacağım kadere. Neyse ki emin olduğum bir şey var ki kötülere bir şey olmuyor. İçimi rahatlatıyorum. Kötülerin her işte parmağı olduğunu biliyorum. Evet aşka inanmak gerekiyor ama bir kadın olarak da yazmak gerekiyor. Aşk mektupları yazmalı kadınlar da. Aşık olduğumuz erkekler kıskansalar da, kime yazıldıklarını bilmek isteseler de, kendilerine inanılmasa da, komik de olsa… Böyle işte.

Suat Derviş’in İthaki yayınları tarafından yayımlanan Kara Kitap romanından ilk kısa romanını bitirdim: “Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes…” Kadınlar da yazıyor, yazmış. Kendilerini değil erkekleri de yazmışlar. Aşk değişmiş, adı bir mücadelenin adı olmuş şimdilerde. Eksik olan sevgi ve saygı. Yoksa aşk yıkıcı değildir. Yıkıcı olan erkin şiddetidir. Aşk bitmez, sadece taraflardan biri öldüğünde bitebilir.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*