GÜNLÜKLER -58-

GÜNLÜKLER -58-

2 Kasım 2018

Gaziantep’ten döndük ve…

Kutlar Sokağı’nı sora sora bulduk. Bir sokak altındaki sokağın adını bilmeyenler çoktu. Sucu ya da tüpçü aramaya başlamıştık. Sonunda bir dükkan sahibi alt sokak olduğunu söyledi. Doğrusu ona inanmadım. Bana kalsa aramaktan vazgeçecek dönecektim. Ertesi gün taksiye biner adresi verirdik. Artık şoförün işiydi sokağı bulmak. İsteksiz ilerledik. Sonunda sokağın başındaki binanın üzerinde sokağın adını okudum. Doğruymuş. Ama hayal kırıklığı yaşadım. Şimdi düşünüyorum da bilinmemesinin nedeni sokağın çok bakımsız olmasıymış. Tek katlı binalar beklemiştim, dış duvarları yüksek, duvarların ardında uzanan tek tük meyve ağaçları uzanıyor olmalıydı. Sokak kapıları avlu denilen süpürülmekten betonlaşmış toprak bahçeye açılmalıydı. Avlunun kenarlarında çiçekler… “Melez, soysuzlaşmış dikenli güller, sarısabırlar, hatmiler, tek katlı cılız kasımpatları.” (s.46) “O mor kasımpatı da dalında kuruyup kaldı.”(s.50) Mor kasımpatları yeni yeni açmış olmalıydı. Aylardan kasım.

Benim hayalim elbette çocukluğumda gördüğüm evlere benziyordu. Evin sokak kapısı avluya açılır, oradan da odalara açılan kapıları görürdünüz. Avlu zemini beton gibidir, süpürülse de tozu çıkmaz. Yağ tenekelerine dikilmiştir çiçekler. Duvar kenarlarında dizilidir. Bazen ağaç olur, incir, dut, nar… Çocuklar sokakta oynar.

Sokağın başındaki bina iki katlı, gri duvarların sıvaları dökülmüş, kirli gri, lekeli. Alt katı bir toptancı dükkanı. İlerideki binalar da aynı, alt katları kepenkli iş yerleri. Yol  kirli, bir yönünde arabalar park etmiş. Araç giriş çıkışı pek olmadı sokakta yürüdüğümüz sürece. Evler ömürlerini tamamlamış, yıkım yasak sanırım ama onarım da yok. Briketten bir duvar örülmüş, ardında yıkılmış duvarları görebiliyorum, duvarlar ve olması gereken ev diyorum. Evin yolun üzerine yıkılması önlenmiş sadece.  Cumbalı bir evin duvarları tenekeyle, ben teneke diyeyim öyle benzettim, çinko kaplanmış. Bunun yapımı bile uzun zaman önce olmalı ki küflenmiş, köşeleri açılmış. Çocuk yok.

Elbette bu sokağı orada yaşayanların dışında kimsenin bilmemesi çok normal, diyerek avunuyorum.

Kutlar Sokağı’ndan çıkıyor, kaleye doğru yürüyoruz. Kale çevresindeki binalar tarihi yapılar içinde kalıyor. Binaların alt katları dükkan olduğu için rengarenk görünümleri, üst katları görünmez kılıyor. Yemeniciler, bakırcılar, baharatçılar, restoranlar, kahveler…

Kale girişine yakın bir kıraathaneye geliyoruz. Dışarıda üç masa var ve hepsi dolu. Her bir masada iki erkek oturuyor. Biz yaklaşınca masalardan biri boşaltılıyor. Kıraathane sahibiymiş kalkanlar, bizi oturtuyor. Ne içeriz? Çay. İçeriye sesleniyor. Sonra bir erkek geliyor, sohbet etmek istediğini sanıyorum. Bana anne diyor. Arkadaşıma da anne diyor. Önce şaşırıyorum elbette. Sonra konuşuyorum. “Anne ne istersin?” “Çay.”

Çaylar geliyor. Masaya kıraathane sahibi de geliyor. Sohbet ediyoruz. Tarihini merak etmiyorum, yani tarih bilgilerini araştırmıyorum. Ben insanların yaşamlarını merak ediyorum. O zaman bana hayatını anlatıyor. Ben zaman zaman sorular sorarak konuyu dağıtmamaya çalışıyorum. Not almıyorum. Şapka devriminden sonra herkes şapka giymeye başlamış mı? Alleben Deresi geçmişte olduğu gibi hâlâ özelliğini koruyor mu? Suyunu aldığı dere de –Sacur muydu adı?- duruyor mu? Onat Kutlar’ı tanıyor mu? Hamdi Kutlar değil, Onat Kutlar. İshak kuşunu biliyor mu?

Oradan ayrılırken üzülüyorum, yakın geçmişteki yaşamlar unutulmuş. Unutulmayan uzak memleketlerde geçen yıllar, çalışma hayatları. Ev içlerine, kadına, çocuklara dair bir şey yok.

Kimsenin kimseyi dinleyecek zamanı  yok, kendilerini dinleyecek birileri de yok. Ben yine kitapları dinlemek durumundayım.

Yüzyıllar boyunca yerleşim yeri olan bu kentin höyüklerini düşünüyorum. Üst üste yaşayanlar her zaman birbirlerinden habersiz kalmış. Oysa hepsi de bir öncekinin taşlarını, topraklarını kullanmış. Kendi dilini işlemiş bırakmış. Şimdi kâğıtlara işleniyor her yaşam. Kâğıt kalemi olana elbette. Okuyan?.. Çöpe atılan kâğıtlar, fotoğraflar… Satılmayan geri dönüşüme verilen kitaplar. İnsanın hafızasına güvenilir mi? İnsan zihni her zaman her şeyi anımsayamaz ki. Kıraathane sahibi bile anımsamadı Türktepe Mahallesinin eski adını. Başka şeyleri de…

Orada geçen akşamlarımın birinde bir öykü daha okumak için açtım kitabı. Açarken aklıma geldi İshak öyküsü. Kim koruyacak kadının, erkeğin, çocuğun, kentin tarihini? Kim ölecek, kim kalacak?

Bir öykü daha okudum İshak kitabından. İşte büyülü gerçeklik, dedim. İşte.

Ben bir öykünün peşine düşerken gördüm eski kentin yeni yüzünü. Eski kentin olduğu yerde dolandım durdum.

Büyülü gerçekliği düşündüm.

Yol yol uzadı saçları. Yolda sürüye sürüye tık tık seslerine doğru ilerledi. Bir cezve, bir fincan taktı saçlarına. Sürüye sürüye. Kırmızı yemeniyi. Başında da  iğne oyalı, mor kasımpatlı bir örtü. Derenin arıtılmış boklu suyunun kokusuna yeni biçilmiş çimen kokuları karıştı. Bir adam makinayla biçiyordu çimleri.  Oturdu kenarında bir kahve pişirdi.

Olmadı bu ama bir gün mutlaka olacak. Saygıyla.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*