GÜNLÜKLER -46-
Bugün için yazılacak bir şey kalmadı. Hey, Eme benim dokunulmazlık ilan ettiğim koltuğa oturdu. Şimdi ben de onun koltuğuna oturmaz mıyım? Kaçtı. Miskince attı kendisini kendi koltuğuna, bana bakıyor.
Bugün mamasını verirken mama kabına doğru birlikte yürüdük. Başını kaldırıp bana bakarken çok üzüldüm. Ben sanırım ona dev gibi görünüyorumdur, diye düşündüm. Şiddeti tanımayan bir canlıyı şiddetin ortasında bırakmak ne kadar acımasızlık. Ya şiddetin var olduğu bir ortamda, şiddete karşı çıkıp gücünü fark etmesine izin vermeden onu orada bırakıp gitmeye ne denir? Emo ya da Eme ya da başka bir canlı; onu bırakmak.
Bir yere kadar yaşayarak öğreniyoruz, bir yerden sonra görmediklerimizi de okuyarak öğreniyoruz.
*
Edebiyatımızda roman kahramanlarının bireyselleşme serüvenlerini okudum. Kadın ya da erkek hiç fark etmez, herkes bir noktadan sonra gerçeklikle, kendisiyle hesaplaşıyor. En kolayı başkasıyla hesaplaşmak.
Okudukça yazmak zorlaşıyor.
*
Çocuk edebiyatı için cümleleri kısaltmayı öğrendim. Sadece cümleleri kısaltmakla kalmadım, anlatıyı da sürekli eksilttim. Şimdi aynı özeni yetişkinler için de göstermem gerekiyor. Evet bugün ilk defa çok kestim yazıyı.
*
Zaman bütünleşti ve… Alef’i okumayı masallar yazmak istediğim zaman okuyacaktım. Sadece Borges’i değil, birçok masal vardı okunacak. Masallar ırmağına girecektim. Okuduğum son iki kitap beni büyülü gerçekçiliğe götürdü. Yoksa zaman mı gelmemişti ben fark etmeden.
Düğmeleri gördüm rüyamda. Parçalanmış başka şeyleri de.
Gözlerim kapalı. Karanlık gözlerim. Kucağımda bir küre. Zamanlar, bütün zamanlar geçmişten bugüne geliyor. Zamanlardaki görüntüler helezonik yerlerini almışlar bile. Gelecek masallar görünüyor. Masallarda ne varsa bir çoğu gerçeklerin yansımalarını taşıyor.
Gözlerimi açtım. Kalktım. Anımsadım birden, ayaklarına çizme çizilmiş bir karga masalı anlatacaktım çocuklara. Kedi, koltuğun tepesine çıkmış, uzanıyor. Kara bir kedi yazsam, olmaz mı? Eme ya da Emo adı. Ben her ikisini de kullanıyorum. Adını ben koymadım sadece kısalttım. Çünkü uzun bir adı vardı ve söylemeye başlayınca bitmeyen hecelerden sıkılıyor bana bakmıyordu. Bana baksın istedim. Kısaltırsam bakardı, öyle de oldu.
*
Baharın sesini dinliyordum yaz ortasında Chopin’den. Dışarıdan kuşların, ağustosböceklerinin ve çocukların sesleri geliyordu gündüz. Emo sadece müziğe vermişti kendini, bütün gün yaptığı da bu değil miydi? Hiçbir ses onu şaşırtmıyor. Bütün sesler dışarıda kalıyor. Hiçbir canlı yok içeride, pencereler kapalı. Dışarıya Yuka’nın yansısı uzanıyor, uzun yeşil yapraklarını eğmiş yerlere kadar.
Daireler, dikey ve yatay çizgiler çizemiyorum kendim için. Üzerimde binlerce harf; sessiz sesli. Bir silkelensem diyorum, sadece düz çizgiler kalsa; çizgi bir kadın. Onu giydiren harfler değil mi? Üzerimdeki renkler de harflerin ve kelimelerin renkleri.
*
Gerçek ile yansımayı düşünüyorum. Gerçeği mi yoksa yansımasını görmek istiyorum? İkisini de… Gerçekte var olmayanın yansıması olmaz ki. Yazmak bir şekilde yansımalar olmalı. Doğa yansıyordu ama şimdi doğa yok. Yerine koyulan parçalar var etrafımızda. Parçalar hiçbir işe yaramıyor. Doğanın yerini dolduruyor ütopya. Ütopya distopyayla yarışıyor. Ne denli azmış ütopyalar, neredeyse yüzyıllar öncesinden yansıyor. Biraz daha ışık, biraz daha ışık geçmişe, yüzyıllar öncesine.
*
Bugün de bitti. Şimdi dördüncü kitaba devam etmek var. Sonra da sıradaki diyeceğim.
Bir yanıt bırakın