YENİDEN GÜNLÜKLER -9-

 

YENİDEN GÜNLÜKLER -9-

2 Ağustos 2019

Yazar olamadan ölcez, dedim. Gülmeye başladık. Sahi bizim yazarlık kriterimiz neydi? Ben bunu düşünürken ve ona soracağım sırada, “Kaç kitabın oldu? Otuz vardı değil mi?” diye sordu. Benim yanıtım ne olabilir. Elbette “Sen kaç ödül aldın?” oldu. Birbirimize yanıt vermedik bunun yerine düşündük sanırım.

İkimiz de kendimizi yazar hissedemiyoruz. Dışındayız her şeyin. Kıyısında. Kendi hayatıyla cebelleşme. Romanını yazmaya devam. Hani benim hayatım roman türlerinden biri.

Masaya ilk oturduğumuzda aklımdan hiçbir şey geçmiyordu. Cümle kuramıyorum bu aralar. Yazmıyorum. Okumuyorum. Düşünmek var ama yüzeysel ve de görsel. Kareler kareler tıpkı facebook gibi akıp gidiyor.

Kalemini kâğıdını çıkardı. Benim sözümü yazdı. Ölcez yaz çünkü öyle söyledim, dedim. Öyle de yazdı. Cümleyi nasıl bağlayacağımızı düşündü. “Çünkü…” bu kelimeden sonra söylediklerini beğenmedim. Yazmasını istemedim bu nedenle. Düşünmek gerek. Neden?

“Yazar kime denir? Bence bunları yazmalıyız.”

“Yazalım. Ne yazalım?”

“Bilmediğim için yazalım dedim zaten.”

Yıllar sonra yazarlık için ne söyleyeceğimizi bilemedik. Bırakalım kalsın. Biz kendi romanlarımıza bakalım. İkimiz de farklı mesleklerde çalıştık. İlerleyen yaşlarımızda yazarlık atölyelerine devam ettik ve hiç bırakmadık. O yazardan bu yazara durmadan atölyelere katıldık. Kitaplarımız basılsa da ödüller alınsa da atölyelere devam ettik. Onunla o ilk yıllarımızda acemilik dönemlerimizde atölyede tanıştık. Gerçi benim bir ödüllü kitabın ve basılmış iki kitabım vardı. Çocuk kitabı işte. Hedefim büyükler için oysa. O çok geçmeden ödüller almaya başladı. Atölyelere devam. Öğrenecek çok şey var, devam.

Anılarımızı anlattık. Roman olduğunu düşündüğümüz hayatlarımızı. Bir türlü yazamadığımız romanlar. Anlattı ve unutmayacağım, dedi. Söylediğimi not aldı. “Ben senin yerine unuturum.” Bilmem neden hoşuna gitti ve not aldı. Ben her şeyi unuttum. Sıcaklardan olmalı.

Konularda derinleşemiyorum, çok yüzeysel kalıyorum dedim. Çok geçmeden ikimiz de açıldık.

Bugün telefonlarımızın şarjı bitmişti. İnternet olmadan konuşmak ve hatırlamak zor oldu. Yine de anımsadık önemli bulduğumuz isimleri, kitapları.

Bizi ilerleyen yaşlarda yazıyla birleştiren belki de anlatmak istediğimiz hayatlarımızdı. Sonra anlatmak istemediğimizi fark ettik.

“İlk romanlara bayılıyorum.” dedim. “Yazan kişiyi tanıma olanağı veriyor.”

Sonra kendi yazdıklarımızı düşündük. Yazdığım ilk üç çocuk öyküsünü atölyelere başlamadan önce yazmıştım. Hâlâ en güzel öykülerim olarak yerlerini koruyorlar. Onların üzerine bir başka öykü yazabildiğimi söyleyemem. Aynısını da yazamayacağımı bilirim. O ne yoğunlaşmaydı öyle. Cümleler nasıl da akardı. Felsefe vardı.

Kitap okudukça…

Okudukça anlıyorsun ki yazamıyorsun. Romanların parçaları olarak kalıyor. Genç değiliz artık. İkimizin de ortak noktası oldu bu gece, “Bu yaşıma kadar yaşayabileceğimi hiç düşünmemiştim.”

Daldan dala atlıyorum. Kedi yavruları tüm şımarıklığıyla etrafımızda dolaşıyor. Ağaca çıkıyorlar, yerlerde yuvarlanıyorlar, kuyruklarını yakalamaya çalışıyorlar… Bir kedi kuyruğuyla şarkı söylüyor. Vallahi doğru söylüyorum. Yazar, yazdığına inanan kimse değildir. Yazdığına inanacak olan okurdur. Ben her şeye inanıyorum. Kedilere, kargalara hatta kirpilere… Kirpi geçti yanımızdan. Ne güzeldi ama. Küçük sevinçlerim benim. Apartmanların arasında kalan ışıklı parkın yavruları.

Hava serinledi. Rüzgâr esiyor. Ne güzel! Kollarını açtı rüzgâra “Yaşamak güzel!” dedi. Güldüm. Onun başına da hava vuruyor. Deniz, rüzgâr ve güneş. Bütün gün bunlar olsun sonra hava kararsın rüzgâr essin. Neşesi neşe.

Öykü nasıl yazılmaz, diye başladım.

Gerçekten çok kötü olmuş. Olmamalıydı, dedi.

Evet. Sen kitaplar yaz. Sonra olmayan bir öykünü alsınlar en kötüsünü ve dergide öykü nasıl yazılmaz diye örnek versinler, öykünün altına da adın yazılsın. Artık beni neden okusunlar ki. Bizde şans yok güzelim.

Bu gece hiçbir şeyden şikayet etmeyeceğiz. Hava güzel. Park güzel. Hayvanlar güzel. İnsanlar güzel güzel oturmuş sohbet ediyor, güzel. Biz güzeliz. Çenemiz de açıldı. Okur yolculuğumuz başladı.

Ben okumayı hep sevdim, durmadan da okurdum ama gerçek okurluğu yeni öğreniyorum. Bunda en büyük pay verdiğim on dört haftalık atölye oldu. Atölyeye hazırlıklı gidiyordum ve çok çalışıyordum. Harikaydı. Bazı şeylerin tekrarı olmaz. Bu da öyle işte.

Arkadaşımla ayrıldık. Konuşacağımız çok şey vardı, sonraki buluşmaya bıraktık. Bunlardan biri de yazarlık olsa gerek. Eğer bu bir meslekse yapılması gereken çok şey olmalı, öyle değil mi? Öncelikle zaman ayırmalı. Öncelik okumaktır. İyi okurluk, ancak bir başka eser için söyleyebileceğin bir şeyler olmasıyla başlar. Ya yazmak… Bu da bir başka hikâye. Belki de anlatacak bir romanının olduğu düşüncesiyle başlar. Okudukça da anlarsın ki…

Aynı şeyleri anlatıyoruz. Ne anlattığın değil nasıl anlattığın önemli, denir. Yüz yıllar boyunca süren bu anlatı yolculuğunu bugüne nasıl taşıyabildiğin önemli.

Okumaya devam.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*