GÜNLÜKLER -81-
5 Aralık 2018
“Kelimelerle şiş karnım/ Ağzımı açsam/ Kelimeler/ Bin bir çağrışım bin bir duyguyla/ Yağmur kuşları.”
Noktalama işaretlerini kullanmamak için böyle yazdım. Eğer kullanırsam bir öykü vermiş olacak ve zihindeki canlanmayı kelimelerim oluşturacaktı. Ama diğer türlü okurun zihninde benim canlandırdığımın dışında bir şey canlanacak. Belki de sadece duygu olarak kalacak. Şiir bir duygudur.
*
Bütün gün yağmur yağdı. Şıp şıp şıp…
*
Şiiri anlamak istiyorum, derken bu sorunun yanıtını bilmiyordum. Ama ben de yıllarca bu istek ile okumuştum. Sadece bir duyguydu tarifsiz. Sonra kalkıp mektup yazmaktı. Günlük. Not. Şiir beni alıp götürdü (bir dağın eteklerine, bir deniz kıyısına, adaya…). Tarifsiz, isimsiz. Evet ya ben bile ben olmuyordum. Gitmek mi? Unutmak mı? Öz mü?
Şiirin dizelerinde tam olarak bir hikaye açık açık anlatılmıyorsa zihnim onu kendi bilgimden öğrendiklerimden tamamlıyordu. Ece Ayhan’ın günlükleri de böyle değil miydi? Her okur bir başka Ece Ayhan’la karşılaşacaktı. Her okurun bir Ece’si olacaktı. Evet öykü gibi değildi. Öyküler, romanlar anlatılıyor, eleştiriliyordu ama şiiri eleştirmek herkesin yapabileceği bir şey değildi. İdam edilemeyecek bir sanat varsa o da şiir olmalıydı. Ne anlaşıldığıyla değil, ne yazılmış olduğuyla yargılanabilirdi.
Peki romanlar da okurlar için biricik değil miydi? Biricik olması için şiir gibi okura bırakacaktı yorumu, canlandırmayı. Bunlara eleştirel yaklaşımda bulunulmayacaktı. Herkese göre değişirdi. Ama böyle bir öykü yazmak da herkesin yapabileceği bir şey değildi. Bu nedenle önceki kuşakların edebi eserlerini tekrar tekrar okumak istiyordum. Klasikleri de.
Nasıl yazmalı?
Benim var olan dağı yeni gördüğüm ve eteklerindeki laleleri eteklerime topladığım düşünü gördüm. Evet var olanı şimdi ben de keşfediyordum. Siyah laleler.
Bu siyah laleler Cevat Çapan’ın aklımda kalan dizelerinin bendeki izleri. Küçük kız çocuğu dağların eteklerinde siyah laleler toplar eteklerinde. Şiiri bir dergide okumuştum, şimdi bulmam olanaksız.
*
Şiire ilgim, kitabevindeki genç adamla başladı. Aslında gitmek istiyorum ama bir şey beni tutuyor. Bir öğretmen gibi düşünmek zorunda kalıyorum. Ben üç hafta sonra dedim, sözümde durmalıyım ve ondaki üç hafta süren çalışmaları beklemeliyim. Yazmak için nasıl mücadele verdi, bilmediğini bildiklerinin ağırlığı altında? Nasıl başladı yazmaya? Kitapların arasında kaybolan okurlara başka bir açıdan bakabildi mi?
Gitmemeliyim. Gerçekten yazmak istediğini, bunun için kendine inandığını bilmek istiyorum. Sadece çaba. Yapabileceğimiz tek şey, var olanı kendi gözlerimizle zihnimizle görüp anlatmaya çalışmak.
*
Sıfır Noktasındaki Kadın hakkında yazmak için yeniden okumam gerekiyor. İnternette paylaşılan kitap hakkında yazılanları okudum. Benim de söyleyecek başka sözüm var mıydı? Evet vardı. Bu nedenle de tekrar okumalıydım. Hatta Fosforlu Cevriye de arada olmalıydı. Bir başka coğrafyada doğan kadının/kadınların öyküleri kendilerini anlatmaz yalnızca. İlkel dönemlere de tanıklık yapar. Kölelik yılları. Öyle ya da böyle kadının durumu değişmedi ki. Sofrada yemeğini ilk alan ve yemeğin en iyi yerini alan aile reisi, aşk nedeniyle mi bunu alır? Kadın aşıktır ve aşkını böyle mi gösterir? Kitapta da bu geleneğin kölelikten geldiğini okuduktan sonra dedi ki, aşk bu olmasa gerek, geçmişten kalan miras. Acaba başka neler gizli ve sinsice girmiştir gelenekler bugünkü yaşamlara. Bunu bilmek için de okumak ve farkındalık gerek.
*
Uzun yıllar önce kaybettiğim arkadaşım aklıma geldi. Konuşurduk ama depresyonda olduğumuzu bilmezdik. Her şey dünyaya aitti, bizim dışımızdaki gerçekler. Olaylar anlatılsa da kimse yaşanan duyguları anlayamazdı. Ondan uzak olduğum yıllarda, böyle yaşanıyor diye düşünürdüm. Sonra sordum ki… Kendini öldürmüş. Nasıl? Bana nasıl olduğunu anlatmadılar. Ben de ısrar etmedim. Bunu duymaya hazır değildim. Bir karıncanın incinmesi bile beni etkiliyordu. Yıllar geçtikçe her yıl bir soru sorarak öğrenmeye başladım.
“Bana duygularınızı anlatın. Olayları değil.”
Demek duygularımı istiyordu. Ya yaşanan olaylar ne olacaktı? Duygular bağımsız mıydı olaylardan yani? Arkadaşım intihar etti ve en acı yöntemle… Önce tarım ilacı aldı, sonra bileklerini kesti. Öyle mi? Duygularını biliyordum da yardımcı olabildim mi? Olayları değiştirebilir miydim? Kimin değiştirmeye gücü yeterdi? “Sizin mi doktor?..”
“Sizden duygularınızı anlatmanızı istiyorum.”
“Aile içinde yaşadıkları…”
“Size yardımcı olamıyorum. Lütfen başka yerden yardım alın.”
Daha farklıydı sanırım son sözleri ve benim odasından çıkmam. Masanın arkasında oturuyordu. Başını şimdi önündeki kâğıtlara gömmüştü. Lütfen demiş miydi?
Sanırım son zamanlarda okuduklarım beni çok etkiledi. Gerçekler yanıltıyor olmalı, yalanlar…
Gülerdi. Duygularını değil olayları anlatırken. Olayları dinlerken gülmek biraz dalga geçme çabasıydı. Bir kadın gülüyorsa…
Anlattım bir kadın doktora. Gözleri iri iri açılmıştı. Ne oldu? Ben ne anlatıyorum ki? Oysa bana artık acı vermiyor. O da bu birçok yaşananların içinde bir nokta kalır. Duygum yok sanki. Alışmak mı?
Demek ki olay anlatılmalı doktor. İnsan olan yüreği taşıyan, benzer duyguları hissedebilir, anlamaya çalışabilir.
Yüksek dozda uyuşturucu alan kadını ben yazmazmışım.
Sıfır Noktasındaki Kadın da bana ağır geldi. İdam cezasını infaz eden her zaman bir başka cellattır.
Kitap hakkında yazılanları okuduktan sonra dedim ki, sadece bu kadar değil. Uzak değil. Kadınlar biraz daha anlama çabası göstermişti, gitmedikleri uzak yerlerde yaşananları.
Buraya nereden geldim ki? Psikolojik kitaplar okumaya çalışmıştım. Bunları okumamam gerekiyor sanırım. Ben öykülerle romanlarla devam etmeliyim. Psikolojik çözümlemeleri ufak ufak edebiyattan öğrenmeliyim. Diğer türlüsünü, olduğu gibi sindiremiyorum.
Elbette ya hiç çocuğum dediğimiz çocukların annelerinin gözyaşları içinde esirgeme kurumlarına bıraktıklarını görmedik ki. Ağladığımız için psikolojik olarak yorumlayıp olayları açığa çıkarma girişimleriyle karşılaşmadık. Dedikodu konusu olmadık. Zihinsel engelli çocuklar sarıldığında belimize karanlığını hissetmedik ki. Çocuğum dediğiniz küçük kızın yakını ve kardeşim dediği küçük kıza yaptığı tacizleri onların/küçük kızların ağzından dinledik mi?
Bu gece de bu kadar olsun. Bunların edebiyat konusu olması için güçlü kalemlere gereksinme var. Anlatabilmek için de dışarıdan bakabilmek.
Ben neyi anlatabilirim ki?
Bugün dünya kadın hakları günü. 5 Aralık.
Zweig’ın dik duran kadınlarına selamlar. Eserlerini yeniden okumam gerek.
Kendine Ait Bir Oda, tarihi bıraktığı yerden devam ettirmek gerek. Bakıldığında zaten öyle olduğunu bilmek güzel. Her okuma bir başka bakış sunuyor.
Yağmur hâlâ yağıyor. Yarın da yağışlı olacakmış. Hiçbir şeyi toplamaması gerekiyor, korkunç gök gürültüleri olmaması ve şimşekler çakmaması için. Usul usul. Yağmur kuşları.
Ne korkunç gerçekler. Yok ben bunları anlatamayacağım.
Bir yanıt bırakın