GÜNLÜKLER – 24 Kasım 2019
Yazacak bir şey yok. Kedi bile sessiz. Kitaplar da sessiz. Masal saati olmalı.
Evet masal yazmak güzelmiş. Hayal etmek güzel. Nedense hayal kurmak için eğitim verilmiyor. Bize gösterilen şeyi görebiliyoruz. Başka bir şey görebilmek için eğitimini almak gerekir. Kitaplar da bu nedenle var. Bize göstermesi ve anlatabilmesi. Bizim de hayal edebilmemiz ve anlatabilmemiz.
İshak öyküsü tam da beni alıp götürüyor bir hayalin ortasına. Ama ben ifade edemiyorum. Beni bana ait anılara da götürüyor olabilir. Aşırı duygulardan arınmış öylece bırakıyor oracıkta. Baktığın yerleri görüyorsun. Susuyorsun. Aynı yere bakıyor onlar da ama senin gördüğünü görmüyor. Babaanne akşam sofrasında bir horoz gibi ötüyor. Üürü üüü… (Onat Kutlar’ın bir başka öyküsünün karakteri.) Anneannemi düşünüyorum, onun evinde oluşumuzu, bizi yer sofrasına oturttuğu çocukluk yıllarımızı. Dışarıdan tavukların sesi geliyor. Anneannem henüz orta yaşlarda ama bize göre yaşlı. Daha sonra çocuk gözümdeki yaşından bir yaş bile almadı; hiç değişmedi.
Bize gösterilmeyen hiçbir şeyi bilmemiz, hayal etmemiz olanaksız. Neden distopya eserler daha fazla? Sevdiğimiz için mi yazılıyor? Hiç sanmam. Ama bir çocuğa parmak sallayıp “Bak şimdi kurt gelir seni yer!” der gibi geliyor bana. Bu çocuk elbet büyüyecek ama büyürse elbette. Bu çocuk büyümediği sürece kurt hikayelerini dinleyecek. Çocuklara yazmak güzel olsa gerek. Pembe bulutlar, yüzen göller, ormanlar ve dost hayvanlar… Olmayan dünya yalnızca onlar için var ediliyor.
Masallar her zaman iyi gelir insana. Bazı masalların dışında. O kadar çok güzel masallar öyküler var ki ne yazık ki uzun ömürlü olamamışlar. Nerede unutulması gereken değişmesi gereken masallar var onlar yıllarca anlatıla gelmiş. Pamuk Prenses, Kül Kedisi, Karlar Kraliçesi… Başka masallar olmalı, ama ne? Yüz yıllarla yarışacak kadar nefesi olabilir mi?
Ne düşünsem, ne yalan uydursam diye düşünüyorum. Aklıma masalın dışında bir şey gelmiyor. Eh o da sır, bittikten ve kitap olduktan sonra ancak… Bugün romana devam edecek kadar gerçekçi değilim. Kalın bir kar tabası örtmüş her yeri; masalımdaki gibi.
Bugün önemli bir gündü. Üzerinde yazmayı hiç düşünmedim. Öğretmene değer verilmezken bugünü nasıl özel ve anlamlı sayabilirim ki? Eğitim için herkes her şeyi bilirken ben ne söyleyebilirim? Ya da kime?.. Yine de kendi aramızda kutladık günü güldük. Yaşanan son olaylar bir günlüğüne perde arkası kaldı. Bugünlerde içimden en sık geçen kelime samimiyetsizlik oldu. Ne zaman bir şey düşünsem, bunu herkes biliyor, diyor ve susuyorum. Çocuklar da biliyor birçok öykülerdeki bilgileri. Bu bilgilere ulaşmaları bir tık’a bakıyor. Tıkla aç oku. Resimler bilgisayarda daha güzel, çizgi filmler, geziler… Hareket var internette. Neredeyse milattan kalma kitaplarla baş başa bir ben.
Samimiyet. Samimi olduğum arkadaşlarım iyi ki var. Olmasalardı sanırım yazamazdım. Bir yaştan sonra ya da yaşsız olduktan sonra samimiyete önem veriyorsun. Elinde yalnızca samimiyet kalıyor. Ne yapmış olduğun işler ne de yapamadıkların önemli. Güzel, değerli zamanlar geçirmek önemli olan.
İki gün önce Kadıköy’e inmiştim. Sabahın erken saatleriydi. Vapura bindim. Martılar öyle çoktu ki hiç bu kadar çok martı görmemiştim. Açlıklarını giderecek yiyecek arayışındaydılar. Deniz çocuklar gibi neşeliydi; kıpır kıpır, yerinde durmayan dalgalar. İndim. Tramvaya bindim. Dostlarla sohbet. Sonra dönüş. Kadıköy’de bir kahve içtim. Yürüdüm sahilde. İnsanların peşine takıldım. Çiçekçilerin önünden geçtim. Sonra eve döndüm. Elimde yine dayanamayıp aldığım romanlar. Reklamlar… YKY kitaplarından. Düşünüyorum da büyük yayınevleri olarak baktığımız yayınevlerinin durumu da herkes kadar kötü. Onlar olmasa kim basar bu kitapları? İş Bankası olsun Yapı Kredi olsun, kendi çizgilerinde eserler yayınlıyorlar. Küçük yayınevleri çok zor durumda. Okurlarını kaybetmiş gibi yalnızlar. Kitaplar internet sayfalarında yer alıyor ve alıcıları… Neredeler? Samimiyetle günümüzde yaşananlara değinmeyeceğim. Benden daha iyi biliyor herkes. Okuma sevgisi yalnızca çocuklukta duyulacak bir sevgi değil ki. Herkes kendini iyi biliyor. Ben ancak istisnaları bilebilirim, dinlediklerimi… Bir hayvanı, bir kitabı sevmekle bitmiyor. Hayvanları, kitapları sevmeli. Karşımıza çıkan her biri, insanlığa doğru bir adım atmamıza yardım eder.
Dedim ki; benim neden çocuklarla, hayvanlarla ilgili işim oldu? Onlarla ezildim. Başka türlü törpülenemez miydim? Onların dili farklı, sevgileri farklı. Onların dilini ancak onlarla birlikte, onlara bir şeyler öğretmeye çalışmadığınızda öğrenebilirsiniz.
Dünden sonra bugünün bu kadar sessiz geçeceğini düşünmemiştim. Yeni günü gösterince saat, müziği açtım, Kedi’yi kucağıma aldım ve dinlendim. Masalıma biraz bir şeyler karaladım. Satre’ın Bulantı kitabını internetten seslendirilmiş ilk yirmi dakikasını dinledim. Vay be, dedim. Nasıl da unutmuşum. Unutmamışım aslında kendime yol yapmışım, fark etmeden. Edebiyatın gücü bu.
Bugün Eme’yi ödüllendirdim. Çok üzgünüm. Umarım cezaya gerek kalmaz. Aslında aynı davranışı göstermediği için ödülünü vermezsem bu ona ceza olacak. Şu anda uzanmış yatıyor koltukta.
Bir şeyler okumalı. Bir masalsı bir roman. Selma Lagerlöf’den Küçük Nils Holgersson’un Yabankazlarıyla Maceraları…
Bir yanıt bırakın