GÜNLÜKLER – 23 Kasım 20019
Başımıza ne geldiğini bildiğimizi bildikten sonra ne yapmalıyız? Hikayemizi derler toplar bir hikaye ya da bir roman yazabiliriz. Hiçbir şey yapmasak birbirimize anlatırız. İyi de her anlatıda bir şeylerin eksildiğini yerini başka şeylerin aldığını fark edersek?.. Yalancı mıyız bu durumda? Yıllardır anlatıla gelenler yalan mıydı? İşte şimdi yazma zamanı başlıyor. Yazmanın tek nedeni değiştirilemez olana ulaşmak. Değişmeyeceğine dair inancımız. İşte bu hikayeleri yazarken, tam da bu nedenle çok zor yazarız. Sorgularız her şeyi. Bir hikayemiz olsun diye… Anlattıklarımızın dinlediklerimizin artık hükümsüz olduğuna inanmak için… Romanın içinden doğacak yeni bir başlangıcı bulmak ve bir başka romana başlayabilmek için…
Bugün doktora randevum vardı. Her şey doğal bir şekilde ilerliyordu. Doktorun odasındaydım. Bir anda kapı açıldı ve diğer doktor kapıdan seslendi. Acil bir durum vardı. Doktor odasından çıktı. Ben yalnız kaldım. Bin bir şey geçti usumdan. Senaryolarım kötüydü. Daire sessizliğe gömüldü. Bu iyiye işaretti ya da bir şok durumuydu. Doktor geldi, steteskopu alıp çıktı yeniden. Ben de bekleme salonuna geçtim. Kapı kapalı değil, birkaç kişi kapıda bekliyor ama iki doktor da görünmüyor.
Salonda dört kişi oturuyordu. Neler olduğunun farkında değiller mi yoksa kötü senaryolarını paylaşmıyorlar mı? “Adama bir şey oldu sanırım?” “Ne olduysa oldu?” Yanyana oturan iki kadının biri balkona çıktı. İçeriden sesler geliyor. Genç bir erkek ağlıyordu. Kadın da ağlamaya başladı.
Oradan ayrılmak uzaklaşmak istedim. Her şey güzelken birden ne olmuştu da?… Sekreter masasına oturur oturmaz yanına gittim. Gitmek istiyorum, kendimi iyi hissetmiyorum. İyi misiniz? İyiyim yalnızca dayanamayacağım. Görüşmeniz bitmiş miydi? Evet evet…
Baba öldü mü sormadım. Öldüğünü biliyorum. Yaşadığına dair kendimi inandırmaya çalışıyorum. Boş. Ağlama sesleri az sonra artacak, şu anda şokta olmalılar. Aşağıda ambulansı görüyorum.
Bir kafeye girdim. Tatlı ve çay söyledim. Kulağımda gencin ağlama sesi. İnsan kaç kere ölür, yaşarken?
Kafeden kalktım. Eve gitmek istemiyorum. Kaldırım üzerinde kitaplarını tezgaha koymuş adama baktım. Sonra tezgaha baktım. Kediyi gördüm kitapların arasında. Eme hiç kitaplara bu kadar yakın olmadı. Tek tek kitaplara bakmaya başladım. Ne güzel kitaplar var. Adam resmen hazine bulmuş. Seçtiğim kitapları kucağıma aldım önce, sonra tezgaha bırakmak zorunda kaldım; sayıları çoktu. Bir kadın geldi, “Çok güzel kitaplar var,” dedim. “Dayımın kitabına bakıyorum,” dedi kadın. “Kim?” “Ferit Edgü.” “Baktıklarım arasında yoktu.”
On kitap seçtim. Ne kadar ödeyeceğimi sordum. “Beş lira,” dedi adam. İnanamadım. “Beş lira mı?” “Evet.” Elli lirayı uzattım. Unuttum arkamda bıraktığım sahneyi, şimdi eve gidebilirim. Yürüyorum. Gitmek istemiyorum. Geri döndüm, sahafa uğrayacağım. Aradığım zenginliği orada bulamadım. Tezgahtaki kitaplar daha değerliydi. İki kitap seçtim. Otuz lira. Sonra bir başka kitap aldım.
Kaldırımda yürüyorum. Taksi durdurdum ve eve geldim.
Eve girmemle birlikte Eme, Yuka ve kitaplar etrafımı sarıverdiler. Kediye mama verdim. Yuka’nın iki yaprağını sildim nemli bezle. Yazar olarak görevimi yerine getirmek için bilgisayarı açtım, beş sayfa daha yazdım romanıma. Sonra günlüğüme bu yazıyı yazdım. Kitaplarımı poşetlerinden çıkardım, yerleştirdim. (Yalan bu, etrafa dağıldı her biri) Okur olarak görevlerimi yerine getirmeliyim. Masanın üzerinde bekleyen Kabil kitabı var.
Bilgisayar başından kalktım. Okuma görevimi ertelemeye çalışıyorum. Bugün yaşadıklarımdan, gördüklerimden, düşündüklerimden çok yoruldum. Durmaksızın yazdığım beş sayfa da yordu. Günlüğüme bir şey kalmadı. Olsun.
Bittiği an.
Sürekli soruyorum. Bundan sonra ne var? Sayı saymak daha kolay mı ne? 100’den sonra 101 geleceğini bilmesen de öğrenmek kolay. Ya bugünden sonra?.. Kim bilebilir ki?
Bir yanıt bırakın