GÜNLÜKLER -110-

GÜNLÜKLER -110-

11 Şubat 2019

Az önce aldığım maili okuduktan sonra düşündüm. Sordum kendi kendime? 14 Şubatta ne yapacaktım?

Bir şeyler yapmalı.

14 Şubat Dünya Öykü Günü. Gün ile ilgili bildiriyi Özcan Karabulut yazmış.  Yazıyı okuduktan sonra… Özcan Karabulut bugünde öykü okumamızı söylüyor. Neden olmasın? Biz de 14 Şubatta belirli bir saatte belirli bir yerde bir araya gelip yüksek sesle bir öykü okumalıyız. Nerede olursak orada, bulunduğumuz noktada. Sonradan aklıma geldi işim olduğu. Bu durumda tek başıma öykü okuyacağım yani. Uzun zamandır Handa Baba’nın Korkunun Kokusu adlı öykü kitabını okumayı bekliyorum. Bu gece başlamalı ilk öyküsünden. Sonra da bir şeyler yazarım belki. Ben de okurun yolculuğunu anlatırım. Uzun zamandır yazmadım.

Bir şeyler yapmalı. Acaba bir öykü de ben yazabilir miyim? Çalakalem günlük, mektup, okur yolculuğu yazmaya öyle alıştım ki disipline giremiyorum. Öykü yazmak zor iş. Hikâyeler anlatıyoruz ama yazmaya gelince… Yazmaya gelince ne oluyor anlamaya çalışayım.

Yazıya dökünce ne kadar az kelimeyle anlattığımızı fark ediyoruz. Tekrarlardan kendimizi alamıyoruz. An’ı anlatmadan önce kafamızdaki herkesi tanıtıyoruz. Anlatmak kolay. Çünkü anlattığımız kişiler artık kimin kim olduğunu biliyor. Yaz öyle mi ya? Tanıtırken aklımıza çeşit çeşit olaylar geliyor. Bir bakıyorsun ki roman yazmaya oturmuşsun. Hayatım roman. İyi roman da neden bir türlü roman olamadı? Bir yazsam… Gerisi gelmiyor.

Okur yolculuğu başlıyor. Okuduğum eserlerde kendimi gördüğüm hiç olmadı. Zaman zaman düşüncelerine katıldığım oldu; altını çizdiğim cümleler oldu. O cümleler bir şekilde kendime anlattığım benim hikâyemin sonlarında yer aldı. Yıkıldı, üzüldü sonra da bir başka köşeden çıkıverdi. Şu aralar aklımda dizeleri dolaşıp durur, “İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım.” Turgut Uyar’ın bu şiiri son zamanlarda mırıldandığım şarkılar arasına girdi. Bana anımsattığı bir hikâyem de var. Çocuklarla birlikte gökyüzüne bakıyoruz, fotoğrafımızı da çektirmişim. “Göğe Bakalım.” Bu şekilde poz verirken bu şiiri okumamıştım. Okusaydım eğer bir de durak yapardım. Toplardım bahçedeki bütün çocukları, hepimiz sevinebilirdik.

Bazen bilinçsiz bir şekilde hikayenize son verirsiniz. Mutlu son dersiniz ve ağlarsınız. Aslında mutlu olacak bir şey yoktur. Bir süre sonra oraya son olarak yazdığınızın gerçek olduğunu fark edersiniz de şaşarsınız. Her sonun bir başlangıç olduğu söylenir durur da yaşadığını fark etmezsin. Öyleyse fark etmeyi istemeliyim. Bir Yuka Hikâyesi kitabımı tanıtmaktan çekiniyorum, okuyun da diyemiyorum. Çünkü bir kadının ruhsal hastalığıyla verdiği bir mücadele var. Mutlu olmayacaksınız. Eee neden okuyun diyeyim ki? Çevrenizde bipolar hastası olan bir tanıdığınız da mutlaka vardır. Bazen ben de hastayım o zaman,  dersiniz de kaçacak yer ararsınız. Bu da bir tür engellilik aslında. Zihnin oynadığı oyunlar. Bu kitabı bipolar bir insanın okumasını isterim. Çünkü ona şunu söylerim, “O yaşadı, sen de yaşayabilirsin.” O kadının hayatta kalması bir başka bipolar insan için bir umut olabilir. Kaç yıl oldu kitabı yazalı. Bu sona ben de inanmışım. Yaşıyorum. Hayret. Bazen böyle başkalarına umut olmaya çalışırken kendimize de umut verdiğimizi sonradan fark ederiz. Öyküler bu nedenle önemli. İçimizde hiç büyümeyen çocuğa seslenir sonlar. Yani bence öyle.

Bir öykü yazmalı. Sonunda… Yaşlı bir adam, bastonuna dayanarak odadan çıktı, salona geldi. Elleri titriyordu. Masanın önündeki sandalyeye oturdu. Cüzdanını çıkardı. Kartını uzattı. Sekreter kartı aldı. Bu adamı yazabilir miyim bilmiyorum. Bildiğim yıllarca aldığı ilaçların ardından birçok şeyi yapamaz hale gelmiş olmasıydı. Yalnızdı sanırım, çünkü yanında kimse yoktu. Bunu neden yazıyorum ki? Belki sokakta böyle bir adam ya da kadın görürsünüz, ona dokunabilirsiniz. Bulaşıcı bir hastalığı yok. Hadi hadi bu kimin hayatı? Korkularını mı anlatıyorsun? Bir gün hepimiz hasta olabiliriz. Bir gün hasta olduğumuzda asansöre bindiğimizde bizden korkarlar, yalnız kaldıklarında korkarlar…

Bir öykü yazmalı. İçinde çocuk olsun. Onu kandırmaya çalışırsın, hayatın onun için güzel olduğuna. Tanzim satış alanında kuyruktalar. Saatlerce bekleyecekler. “Bak buradan ayrılınca altı lira sana kalacak. Çikolata alabilirim.” “Akşama ne pişireceksin? Köfte mi?” “Eveet, sana mücver yapayım.” “Köfteee. Çikolata yerine köfte…”

Bir öykü yazmalı yazmasına da gezdiğim yerlere dikkat etmem gerekiyor. Şöyle deniz kenarında asfalt yola paralel çim alanda koşmalı. Vapurlar, mavi gök ve deniz… Tek tük çelimsiz ağaçların altında… Ben ona martıları da gönderirim.

Bir öykü yazmalı. Sen en iyisi gel, bir çocuk öyküsü yaz. Of kaç yıl oldu çocuklara öykü yazmayalı. Kaç yıl! Önce anlatmayı bıraktım. Sonra yazmayı bıraktım. Daha sonra çocukları da bıraktım. Yerlerini dolduruverdi kitaplar. Kitaplar, kedi ve yuka.

Bugün de böyle bitti. Şimdi öykü kitabını okumaya başlayacağım.

Bu arada 14 Şubatta yazacağım öyküyü düşüneceğim.

 

 

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*