AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN 6.BÖLÜM


AŞK ROMANLARI OKUYAN KADIN

6.BÖLÜM

Ona falının hikayesini anlattım. Çok mutlu oldu.

“Tıpkısının aynısını yaşıyorum. Eline, diline sağlık.” dedi.

“Sen benim falıma bakacak mısın?” diye sordum. Keşke onun falına bakmadan önce, o benim falıma baksaydı.

Fincanı aldı, çevirdi. Anlatmaya başladı. Bende aşk vardı, sevgi vardı. Çocuklarım okuyordu. Kayınvalidem hastaydı. Görümcemi fincanda görmüş. Evlenememiş huysuzluğundan. Eşim çok iyi bir insanmış. Herkes onu çok severmiş. İyi bir baba olmasa çocuklarını okutmazmış. Bir gemi yolculuğu görünüyormuş. Ailecek tatile çıkacakmışız. Bir de uçak yolculuğu yapacakmışım. Birçok yolum varmış. İyi haberler alacakmışım. İş yerinden iyi para kazanacakmışım. Yakın bir zamanda hediyeler alacakmışım.

Fincanı tabağa koydu. “Bu kadar.” dedi.

“Ağzına sağlık.” dedim. Bu arada kapı zili çaldı.

“Ben bakarım.” diyerek kalktım. Kapıyı açınca kocaman papatya demetleriyle karşılaştım. Papatyaları söylediğim gibi kovasıyla getirmişlerdi. “Kovada su yok. Siz koyarsınız.” dedi. Sonra yukanın olduğu saksıyı bıraktı kapının önüne. Teşekkür ettim. Kapıyı kapatırken Gül yanıma geldi.

“Ne kadar çok çiçek gelmiş. Falın çıktı işte. Güzel bir hediye. Demek ki eşiniz sizi çok seviyor ve iyi bir insan.” dedi.

“Bu çiçekleri eşim değil, ben aldım Gül. Bir başkasından, bu eşim bile olsa, bir şey beklemiyorum.”

“Ya öyle mi?”

“Eve giderken sen de kendine çiçek al.”

“Evdekiler, bu çiçekleri kim aldı, diye sorar.  Ben aldım desen, kimseyi inandıramazsın.”

Çiçekleri ve saksıyı mutfağa koydum.

“Ben artık işe başlayayım.”

“Olur. Benim de çıkmam gerekiyor. Giderken kapıyı çekersin. Olur mu?”

“Nasıl derseniz.”

O salona geçince, papatyaların arasına gömdüm yüzümü. Kokladım. Çocukluğum koktu. Toprak koktu. Yağmur koktu. Bir anlık da olsa, çocukluğumdaki gibi mutlu olduğumu hissettirdi bana. Yukanın yapraklarını okşadım. “Sen çiçek açarsın değil mi? Açarsın biliyorum.” diye mırıldandım.

İçeriden Gül’ün sesi geldi. “Bana bir şey mi söylediniz?”

“Hayır.” dedim, açıklama yapmadım.

Burayı  tuvallerle dolduracağım. Genç ve istekli öğrencilerim olacak. Yıllar sonra da olsa hayalim gerçek olacağı için mutluyum. Çok bir şey istemiyorum ki her şey burada duruyor zaten. Bu hayal sayılmaz artık. Bu gerçek.

“Ben çıkıyorum.” diye seslendim içeriye.

Romanımı bu yıl yazacağım. Oğlum yıllar önce söylemişti, romanını bu yıl yazacaksın diye. Aradan kaç yıl geçti. Hâlâ ortada bir şey yok. Yazabilmek için affetmek gerekiyor. Başkalarını, kendini. Gerçekten sevmek gerekiyor, başkalarını ve kendini. Öfke yerini anlayışa bırakmalı, öyle kabul etmeli kendini ve herkesi. Susmalı mı? Onca yıl konuştum da kime anlatabildim derdimi? Susunca kendi söylediklerini işitirler belki. Susmak.

“Size güle güle.” dedi Gül.

Son defa papatyalara gömdüm yüzümü. Derin bir nefes aldım. Bu harika bir duyguydu. Telefonun çalmasıyla papatyalardan ayrılmak zorunda kaldım. Arayan kızım.

“Anne neredesin?”

“Atölyedeyim.”

“Ne yapıyorsun orada?”

“Gül anahtarı kaybetmiş. Kapıyı gelip benim açmam gerekti.”

“Babam aradı.”

“Evet.”

“Annene ne hediye alayım, diye sordu.”

“Sen ne yanıt verdin?”

“Annemi sen daha iyi tanıyorsun. Ne istiyorsan onu al, dedim.”

“İyi demişsin.”

“Geçenlerde mikseri bozmuş. Mikser alsam olur mu, dedi.”

“Mikser mi?”

“Mikseri başka bir gün almasını söyledim. Bugün için başka bir şey almalı.”

“Ne dedi?”

“Kolye ya da küpe alsam… Bugüne kadar aldıklarımı kullandığını görmedim. Ne alsam beğenmiyor, dedi.”

“Canım burada mutfak için alınması gereken her şeyi almışsın. Çok teşekkür ederim. Hatta az önce kahve yapıp Gül’le karşılıklı içtik. Ona fal da baktım.”

“Gül Hanım çok iyi bir insandır. İstersen her zaman sana yardımcı olur.”

“Çok iyi olur, gerçekten de ihtiyacım olacak. Pencereler öyle büyük ki tek başıma temizlemem olanaksız.”

“Anne ben sana ne alayım? İstediğin özel bir şey var mı?”

“Canım hiçbir şey alma.”

“Olmaz öyle şey. Bu arada sana bir öğrenci buldum. Ne zaman başlayacağını sordu. Ben de haftaya olur, dedim. Haftaya kadar bütün eksikleri tamamlarız.”

“Olur canım.”

“Ne zaman evde olacaksın? Sana yardım etmeye geleyim.”

“Yardıma gerek yok. Her şey hazır. Baban  yediden önce geleceğini söyledi. Sen de o saatlerde gelirsin.”

“Şimdi kapatmak zorundayım anne. Akşama görüşürüz.”

“Bir şey sormak istiyorum.”

“Sor.”

“Eşin gelecek mi?”

Kısa bir sessizliğin ardından “Gelemeyecek anne. Evde çocuğa o bakacak.”

“Anlıyorum.” dedim.

Telefonu kapatmıştım ki yeniden çaldı. Arayan Beril.

“Neredesin sen? Hâlâ gelmedin. Seni bekliyoruz.”

“Tamam geliyorum.”

“Bana tamam demekten ne zaman vazgeçeceksin? Resim dersleri tamam diyerek verilmez. Renkleri sayabilirsin ama nasıl uyum içinde olduklarını söylemek için uzun cümleler kurmak zorundasın.”

Tamam diyecektim neredeyse.

“Geliyorum canım. Atölyeye uğramam gerekti. Kapıdan çıkmak üzereyim.”

“Otobüse binmiyorsun, hemen taksiye atla gel.”

Tamam… Demek yasak.

“Taksiye binerim. Siz yemeklerinizi yiyin.”

Telefonu kapattım. Hemen dışarı çıktım. Koşar adım caddeye doğru yürüdüm. Geç kalmıştım. Arkadaşım haklıydı. Tamam kelimesini artık kullanmamalıydım. Renklerin dansını… Dans…

Gençliğimde dans etmeyi çok severdim. Onunla evlenmeye karar verdiğim gün, bir daha dans etmeyeceğimi biliyordum. Çünkü o dans etmeyi sevmiyordu. Ama şimdi o seviyor. Bense kilo aldığım için eskisi gibi dans edemiyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*