YARATICI OKUMAK YAZMAK 13 Temmuz 2024 / Cumartesi
İnci Aral’ın, ‘Kapı’ öyküsünü okudum. 1979 yılında basılan Ağda Zamanı adlı öykü kitabındaki öykülerinden biri. Anlatıcı bir kadın; boşanmış; çocuklarını almak için eski evine gidiyor, kapıyı açan eski kayınvalidesi çocukları bu ayın beş hafta olduğunu ancak gelecek hafta alabileceğini söyleyip kapıyı kaparken çocuklar ağlıyor; merdiven boşluğunda beklerken baba geliyor ama çocukları vermiyor, kapıyı kapatıyor. Sonrasında da kadın oradan ağlamamak için kendini tutarak ayrılıyor. Unutmak için bu akşam bir arkadaşında kalmak istediğini öğreniyoruz ama eve gidince bağıra bağıra ağlayacağını da biliyoruz.
Bu hikâye psikolojik bir tahlil de yapıyor. Anlatıcı yani kadın hikâyenin kurgusunu şimdiki anı geçmişle, gelecekle, düşle örüyor. Nerede şimdi var, nerede geçmiş ve düşleri nerede? Bilinç akışı, monologlar… Zihnin işleyişini takip ediyoruz. Gerçekçi bir öykü. Yazarın hayatına ilişkin bir bağ kurmak istemiyorum. İster yaşadıklarından izler taşısın isterse taşımasın. Bunu pek çok kadının yaşadığını biliyoruz. Neden gerçek yaşamda izlerini arıyoruz ki? Gerçekçi olması ve bizim de zihnimizde çağrışımlar yapması yeterli değil mi? Geçmiş, düşler, şimdi… Bu geçişlerde -birkaç defa öykü okunursa- kendimizdeki hikâyeyi de kurguladığımı görebiliriz. Bir başka yazar bu öyküden yola çıkarak çocukları olan bir çiftin boşanmalarını ele alabilir. İster erkeğin isterse kadın anlatıcı olsun; sonuçta sorunları ortaktır. Farklı olan nedir, diye sorgulanması gerekir bence. Özellikle de metinler arası bir inceleme konusu pekala olabilir. Ayrıca boşanan kadınların tazecik ayrılıkları döneminde kaleme aldıkları anlatılar pek çok. Bireylerin, ailelerin baskıları kadar toplumun da baskısı var. Elalem ne der? Geçmiş zamanlarda…
Geçmiş zamanlarda boşanan kadınların yaşadıkları çevrede ne denli zorluklar çektiğini, dul olarak konuşulduğunu ve bunun sık sık anımsatıldığını, arkadaşlıklarının birçoğunun bittiğini -özellikle evli arkadaşlarıyla- bilmiyor gibi mi yapacağız? Boşanmadan önce de bekar tanıdıklarının ayrılmalarını desteklediği duymuşuzdur. Yaşayan kadın ya da erkek olsun içlerinden değil yüksek sesle “bekara boşamak kolay” diye söylediklerini hiç duymadık mı? Biz bu hikâyeleri çok dinledik, okuduk ve hâlâ da dinliyor, okuyoruz. Şimdi yapılması gereken bence hikâyelerden yola çıkarak bugün yaşananları karşılaştırmak ve mücadeleci yönleri öne çıkarmak. Nasıl olacağını düşünüyorum da düşündüklerimi yazmaya kalemim gitmiyor. Kesin olarak bilmediğim bir şeyi yazamam. Genelleştiremem. Bu doğru olmaz.
İnci Aral’ın ‘Kapı’ öyküsüne dönersek 1979 için güzel, içten, samimi, modern bir öykü. Bugün öyküyü anlamak için yazarın özel hayatından yola çıkarak mı çözümleme yapıyorsunuz? Yazar zaten açıklamış bunları ama bu öyküyü açıklamaya değil, toplumu açıklamaya yardımcı olmalı. Çok eskide kaldı, yazarın yaşadıklarından yola çıkılıp yazılanları anlamaya çalışma, diye düşünüyorum (emin değilim ama eminim gibi).
Kronolojik değil. Bilinç akışı ve monologlar yer almakta. Ben anlatıcı kadın oldukça samimi ve içtendir. Benimle anlatıcı arasında bir bağ oluşmadı. Tersine okuduklarım, duyduklarımı anımsayarak metin çoğaldı. İlginçtir ki anlatıcının örgüsü ve anlatım tekniğiyle bir ilerledi. Çoğaldı metin aynı tarzda. Klasik edebiyatta aramıza bir şey girmiyordu. Kronolojik olarak gittiği için sadece metni izliyor ve gözlerimin önünde canlanıyordu. Modern edebiyatta durum dediğim gibi değişik oldu. Okur olarak beni yönlendiren demek ki yazının ne anlattığından çok nasıl anlattığı.
Eşi öldükten sonra iyi bir çevre dediğimiz yerde oturduğu halde insanların ona dul olduğunu anımsatıp neler yaptığını dinledim. Değişen bir şey yok. Boşanmış genç kadınların çocuklarını yetiştirebilmek için maddi ve manevi olarak nelere katlandıklarını dinledim. Bence hâlâ boşanmayanları yazmak gerek. Boşanma nedenlerine eskiden, özgür olmak için yaptıklarını söylerlerdi. Bu özgür oluş değil ki. En azından bugün için bu kelimeyi kullanmak doğru değil bence. Tersine iki kat yük taşımak olabilir ancak.
Asıl ben dün gece meraktan dinlediğim videoları izledikten sonra vardığım sonuçları anlatmalıyım. Ama yazmayacağım elbette.
Bugün kendime dair bir şey yazamadım. Şöyle, “Parasız Yatılı” Füruzan’ın öyküsünü ve “Kapı” İnci Aral’ın öyküsü üzerinde biraz çalıştım yani okudum, videoları izledim falan. Temmuz ayındaki Temel Yazarlık Atölyesinde işlenecek öyküler bunlar.
Bir de Mine Söğüt’ün “Vak Vak Ağacı” öyküsünü okuduk. Deli Kadın Hikâyeleri kitabından. Bu kitap Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmıştı. Şimdi Can Yayınlarından çıkıyor. “Pandora’nın Merakı”, Eylül Görmüş’ün ağırladığı programı da izleyebilirsiniz. Mine Söğüt’ü yakından tanımak isteyenler için.
Anlatıcılar çok, çok sesli bir öykü. Kitabı bitiremedim. Öyle sert ki tüylerimin ürperdiği yerler çok. İçim ezildi. Neyse ki gerçek değil öyküler, diye avundum. Yazarlar yalancıdır. Yalancı olmayanlar da gerçek hayattan sadece bazı yaşanılanları cımbızlar. Karakterler her zaman aynı duyguları yaşamazlar, boğulmazlar. Ağladıkları kadar güldükleri de olur, unuttukları da olur.
Bu arada da modernist edebiyat üzerine videolar izledim. İnceleme öykü kitapları üzerinden oldu. Birkaç kitabı kitapçıdaki sepetime ekledim. Nasıl okuyacaksam artık. Bu videoları izlemek isterseniz Kıraathane’de bulabilirsiniz. Esra Dicle ve Yalçın Armağan’ın birlikte yaptıkları program.
Temel Yazarlık bana çok iyi geldi. Bir öykümü oraya gönderdim. Bakalım nasıl dönüş alacağım. Eh sonuçta yetişkin öyküsü yazmaktan çok çocuk öyküsünde daha iyi olmak için ve öğrenirken mutlu olduğum için, okuduklarımı değerlendirebilip şimdiki zamanı anlayarak uyum sağlamak yani değişmek için okuyor yazıyorum.
Yarın belki “Parasız Yatılı” için yazarım. Füruzan için büyük isimler yazmış, benim yazmam ayıp olur. Yine de bir şeyler karalamaya yani eğer cesaret edebilirsem yazmaya çalışırım.
Yazı bitti.
Bir yanıt bırakın