YARATICI OKUMAK YAZMAK 04 Ağustos 2024 / Pazar
Miras kitabının incelenmesi bu akşam yapıldı. Romandan bazı bölümler okundu ve değerlendirildi. Genç kuşaklara ışık olacak bir roman bence. Anlatımıyla, değerlendirmeleriyle, doğal akışıyla, çözümlemeleriyle… Anlatı zamanı oldukça geniş, okur olarak bu zamanlara zihnimizin zorluk çekmeden anladığını, anladığımı fark ettim. Belki de bizim hayat hikâyemizi kendimize anlattığımız gibidir ama biz ifade edemiyor, kelimeleri doğru yerlerde kullanmayı beceremiyoruzdur. Zihnimizin nasıl işlediğini, çağrışımlarımızı nasıl ifade edebileceğimizi bilmediğimi/zi düşünürken buldum kendimi. Yazarak peşine takıldım sanırım. Birlikteliklerimizi farklı bir dille yeniden değerlendirmek, yenilemek zorundayız sanki. Bildiğim bir şey varsa, o da artık hiçbir şeyden emin olmadığım. Hikâyelere, kurgulara inanmıyorum. Birbirimize hikâyelerimizi anlatırken kelimeleri seçerek konuşuyoruz ve öyle de olmak zorunda. Aynı dili konuşmak yalnız olmadığımızı anlamak; dinlenildiğimize, anlaşıldığımıza inanmak. Benim çabam sadece güvenilir bir dinleyici olmak için. Gülkız Turan affetme konusunda çok güzel şeyler söyledi. Anladığım: Affedilemez. Özür dilenmesi affedilmesini gerektirmez. Bilinç altında bastırılan her şey gün gelir yüzeye çıkar.
Bana ilginç gelen, yapılan alıntıları ilk cümlesinde anımsamam. Öyle çok şey söylüyor ki roman yaptığı çözümlerin her birinden farklı farklı öyküler çıkabilir. Otobiyografik romanlar bizim yazınımızda da oldukça çok. Gel gelelim yazarlarının bir iki kitapla kalmaları romanlarının görünür okunur olmasına engel oluyor. Zaten günümüzde eleştiri de kalmadı. Bunun iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu bilmiyorum. Keşke ilk romanlar bir değerlendirilmeye alınsa. Toplumumuzun haritasını bu romanlar çıkaracaktır. Ben bunu yapmak isterdim. Keşke edebiyata çok genç yaşlarımda başlasaydım. Gerçekçi olmak gerekirse, şimdi ancak iyi bir dinleyici olabilirim. İnsanları tanımak için yan yana olmak, birbirini dinlemek yeterli değil. Ama yazdıkları öyle mi ya. İlk romanların en büyük problemi dil ve yazım kurallarındaki yanlışlar. Bunlar okumayı engelliyor. Düzeltmeleri yapan atölyeler var neyse ki. Ama bu maliyetli olduğu için herkesin ulaşabilmesi çok zor. Üstelik çok zaman alacak bir çalışma. Bütün dosyaları düzeltme şansı ne yazık ki yok. Eğer bir gün bir roman yazarsam Gülkız Turan’dan yardım almayı isterim. Çözümlemeleri benim için çok değerli. Gülkız hanımın kitap incelemelerine youtube üzerinden ulaşılabilinir.
Gülkız Turan’ın çok güzel değerlendirmesiyle kitaba son noktamı koydum. Ama sık sık karşıma çıkacağından eminim.
Yazarın bir söyleşisini dinlemiştim ve romanın dilini üslubunu ne kadar da doğal bir dil olduğuna karar vermiştim. Yazılar bireylerin parmak izleri gibiydi. Her bir yazı farklı, özel ve biricikti. Arkadaşlarıma okumaları için vereceğim kitabı. Fikrimi değiştirdim; sonra bana geri vermelerini isteyeceğim. Baba, anne, kardeşler, aile, toplum… Her biri çözümlemeler üzerinden ayrı ayrı hikâyeler barındırıyor. Hiç kimsenin masum olmadığını düşünüyorsun. Elbette cinsel istismar bu kitabın konusu ve buna yardakçılık yapanlar da -kardeşler, anne, baskılayan bireyler ve kurumlar- bir o kadar suçlu. Romanı yalnızca istismar üzerinden okumamak gerekir bence. Savaşları açıklıyor, suçları açıklıyor, psikolojik yaklaşımlarda bulunuyor. Toplumdaki bireylerin ve kendimizin olduğu kadar yakınlarımızın travmaları olduğunu düşünüyorsak bu travmaların üzerinde konuşabiliyor olmalıyız. Dünya tarihinin geçmişi hiç de parlak değil. İnsan, tarihten bağımsız düşünülemez. Gerçi bugün de farklı değil ve biz hâlâ travmalı bireyler, kuşaklar bırakıyoruz ardımızda.
Neden biz hâlâ eğitim kurumlarında travma yaratacak uygulamaları olayları konuşamıyoruz ki. Edebiyattaki yeri de verilen mücadelelerin anlatımı. Farklı bir anlatı, dil, üslup olabilmeli. Denemeye değer mi? Ben öğretmen değilim, eğitim fakültesi mezunu olmadığım halde yirmi yıl çalıştım. Sendikalar sorunları her zaman gündeme getirdi, açıklamalarda bulundu, sesini duyurmaya çalıştı. Abim -öz abim değil ama öz abimden daha yakındı-çok iyi bir eğitimciydi ve model almıştım. Yaptığım ve iyi bulunan her şeyin altında bir şey aramıştım. Eğer ödüllendiriliyorsam işlerine yarayan bir yaklaşım olmalıydı; yani yanlış yapıyordum. Sorgulamak ve yanlış yapmış olmaktan korkmak… Bir anne baba çocuğuyla gün içinde birkaç saat birlikte olurken, bir öğretmen en az otuz çocukla -benim sınıfım yetmiş bir kişi oluyordur- hiç soluk almadan altı saat birlikte oluyordu. Hiç hata yapmadan nasıl olacak bu iş. Öyleyse eğitim işini yapay zekaya mı bırakmalıyız? Unuttum, ben eğitimci değilim.
Bugün arkadaşımla konuştum. Sanırım hava durumundan kaynaklı sıkıntı yaşıyoruz. Bütün sorunu hava sıcaklıklarında aradık. Soğuk olduğunda da şikayetçiydik. Kesin iklim değişikliği bizi bu hale getirdi. Sonra gülmeye başladım. Kimseye nasılsın diye soramıyoruz. Korkudan. Aynı şeyleri anlatıp dinlemekten. Evet evet bu havaların neden olduğu bir durum. Birbirimizi yanlış anlıyoruz. Anlatamadığımızdan olmalı çünkü bize neler olduğunu anlayabilmiş değiliz. Havalardanmış. Dışarı çıkılacak gibi değil. Elbette havadan canım. Doktora gidilmiş, eylül ayına randevu verilmiş. Havalardan herkes hasta. Geçenlerde, diyorum ev yemekleri yapan bir lokantaya gittim. Geçen hafta aldığım yemeğe bu sefer yüzde yirmi beş fazla ödedim. Zam yapmışsınız, dedim. Anlattı kadın anlattı. Sadece kendi derdini düşünüyor. Benim de aynı toplumda yaşadığım hiç aklına gelmiyor. Çalışmasam eylemlere katılacağım ama buradan ayrılamıyorum. Daha önce olsaydı, onun yerine gidenler olduğunu söyler, ona moral verirdim ama söylemedim. Öğretmenler katıldıkları eylemler yüzünde meslekten ihraç edilmişlerdi. Anımsatmadım. Hava çok sıcaktı. Eve döndüm. İki kara çocuk acıkmış beni bekliyor buldum onları. Mamalarını verdim, sularını tazeledim. Arkadaşıma havalardan değil diye itirafta bulundum. Sanırım depresyona girdik. İlaç kullanmalı. O zaman kendisinin ilaç kullandığını söyledi. Bırakmamasını söyledim. Kimyasallarımız değişti, psikolojiyi bozmak çok kolay ama tedavisi çok zor. Ama inan ki bir iki ay içinde rahatlarsın. Unutuyorsun her ne ise, aklına gelse de aynı duyguyu yaşamıyorsun, geçiyor, güçlü oluyorsun. Ben hâlâ kullanıyorum. Bir süre uyku yapabilir ama iki ay sonra alışırsın bu doza. Daha güçlü olacağını söyleyebilirim. Bazı şeyleri onarmayı başarabilmene yardımcı olacaktır. Özellikle kendinle ilgili olanları. Umutsuzluk, karamsarlık, dibe batma duygusu, değersizlik, korkular, öfke… Bu bireyi yok eden, felç eden duygular. İlaç, hatta terapi bile alabilir insan. Ne benim, ne de bir başkasının çok iyi dinleyici, iyi bir çözümleyici olması yeterli değil. Küçük kırgınlıklar, küçük yüzleşmeler bile büyük bir sorun yaratabiliyor. Değil küçük, bizim toplumumuzda her şey çok büyük. Artık ben bile aynı şeyleri dinlemekten sıkıldım. Çözüm arayışı olmayışı, normal görünen insanlardan yardım beklentisi… Havalardan olmalı, başıma güneş geçmiş olabilir.
Bu yazıyı yazmak yerine, bir hikâye yazabilirdim. Suçlu, kendi suçunu ona hatırlattığı için mağdurdan nefret eder, onu görmek istemez. Yardakçıları da mağdurdan onu affetmesini bekler. Unut gitsin. Trafik kazaları, cinayetler, şiddet…Adalete sığınma, kendin sığın. Acına, yarana… Öyküyü kurgulayamadım. Bir sınıfta geçen hikâye geldi aklıma. Bir değil birçok… Hayvanlar konu olunca birçok. Kadınlarda da birçok. Ailede birçok. Hava çok sıcak. Yazamayacağım, hava çok çok sıcak.
Bir yanıt bırakın