UZAK GÜNLÜKLER – 12 Eylül 2023/Salı
Uzakları yakınlaştırmak değil, yeni yolculuklara yürümek gerek. Yapamıyorum. Defalarca yazdım. Dördüncü sınıfta erkek öğrencimin sorusu, “Biz burada olmaktan mutlu muyuz yoksa mutlu olmaya mı çalışıyoruz?” Yanıtını onları düşünerek sınıf ortamınca yanıtlamaya çalışıyordum. Şimdi anlıyorum ki bu hayatımız için sorulmuş bir soru. Evet bazen mutluyuz bazen de mutlu olmaya çalışıyoruz. Birçok soruya takılıp kalır, yıllar sonra yanıtlarız. Evet bu soruyu de artık unutabilirim. Yanıtın hazır artık Emre.
Kemal ortaokula geçti. Onlara şiddet uygulamamalarını öğretmiştim. Kavga etmeyen çocuklar olmalı. Öyle de oldu. Bir gün öğretmenler odasına girdi, ceketinin düğmelerini ilikledi. Ellerini önünde birleştirdi. Ağlıyor. Kalktım yanına gittim. “Öğretmenim siz kimseye vurmayın dediniz ama beni dövdüler.” Ağlıyor. Tırnaklarını sökmüşüm gibi bir his düştü içime, odadan çıktı; ben de ağladım.
İki kişi odada oturuyoruz. İki ortaokul öğrencisi girdi bir öğretmenle birlikte. Kızıyor öğretmen ama vurmayacağından eminim. “Bir ampul bile yardımın dokunmadı okula,” dedi ve şırak sesini işittim. Gördüm ama görmedim diye hatırlamayı tercih ettim. Çıktılar, ağladım. Katkı payı ödemeyen çok veli vardı.
Özel hastanedeyiz. Öğretmen arkadaş bana bakıyor. Bayram için prova yapılırken, kuleden düşen ve kolu kırılan ortaokul öğrencisinin tedavisi ve alçısı için istenilen ücreti okulun ödemesi olanaksızmış. Görmezden geliyorum. Fakat öğrenci yine bana kalıyor. Eve geç kaldığım için de eşimden fırça yiyorum. Çünkü benim de bir ailem ve sorumluluğum var. Ben de bir veliyim.
Katkı paylarını ben ödüyorum.
Neden benimle konuşmadıklarını soruyorum. Bulaşıcı hastalık taşıyormuşum gibi benden kaçıyorlar. Yollarını değiştiriyorlar. “İdarenin yapması gerekenleri sen yapıyorsun.” Yıl sonunda tayin istemek zorunda kalıyorum. Biliyorum okullar kapandıktan sonra gideceğim ama beni sınıfa girmeme bile izin vermeden diğer okula gönderiyorlar. Oradan da okullar kapandıktan sonra gelmem gerektiğini söyleyerek beni gönderiyorum. Nasıl da ağlıyorum. Sınıfıma birlikte giriyoruz “Öğretmeninizi çok üzüldüğünüz için geri çağırdık. Sene sonunda gidecek.” Yine ağlıyorum. Çocuklar dördüncü sınıfta, onları bırakıp gittiğimi sanıyorlar. Onlara benim öğrencim oldukları için kötü davranıyorlar. Gitmem doğru karardı kendimce.
Çocuk yumurta çalmış kümesten. Önlüğünün cebinde taşıyor. Çıkar cebinden yoksa kırılacak dememle kırılması bir oluyor. Üstü başı yumurta. Eve gönderiyorum üzerini değiştirmesi için. Evleri çok yakın, üç ev ileride. Çok geçmeden babasıyla geliyor. Adam neden eve gönderdiğimi sorarken üzerime yürüyor. Üstünü görmediğini söylüyorum. Yumurta üstü başı. Gidiyorlar.
Kara çarşaflı kadın hışımla sınıfa giriyor. Tartışmaya başlıyoruz. Çıplak gezmekle suçlanıyorum. Uzun kollu şeffaf bir bluzum var. Bir de üzerime bol gelen sadece okulda giydiğim uyduruk bol ve uzun bir etek. Kızını sınıftan almıyor tartışsa da.
Muhammed nerelerdesin? Saçlarını annen kesmişti. Arkadaşların dalga geçmişti ki köyden yeni gelmiştiniz. Sana kuaföre gitmen için para verdim. Ertesi gün mutluydun ama mutluluğun uzun sürmedi. Kırtasiye gönderdim seni ve üzerindeki sana verdiğim senin de çok sevdiğin yeşil çizgili polar yüzünden “Pis kurbağa git burdan,” dedikleri, kovulduğun için suçluyum. Korumadım seni çünkü bana da öyle davranıyorlardı. Gitsem ben de kovulacaktım. Sana verdiğim poları oğlum da giymişti. Ne zevksizmişim.
Daha sonra özel üniversitede dekan olacak profesör, okulumuza gökyüzündeki yıldızları anlatmak için sınıfıma girdi. Tek penceresi var sınıfın ve o da toprak altında kalıyor. Havasız içerisi, sıralarda dörderli oturanlar var. Elektrikler kesildi. Sokağa çıktım, elektrik telleri boyunca koştum. Evet bir direkte çalışanlar vardı. Yalvardım, anlattım. “Tamam,” dediler. “Yarım saat bekleriz.”
Kız öğrencim dördüncü sınıfta. Başka bir sınıfa giriyor ve panodaki resim için, ne biçim resim, diyor. Öğretmen sınıfta ve duyuyor. Azarlanıyor. Bu cesareti nereden buluyormuş.
Benim sarayda yaşadığımı sanıyor kız öğrencim.
İki kardeş aynı sınıfta. Bir kız bir erkek. Erkek çocuk hırsızlık yapıyor, başkalarının suyunu içiyor. Önünü alamıyorum. Çocuğu tahtaya kaldırıyorum ve su şişesi veriyorum, içmesini istiyorum. İçiyor ve su leş gibi oluyor. İşte diyorum, başkalarının suyunu içerken böyle bir su içiyorsunuz. Kız çok sessiz ve başarılı. Sonunda anne erkek öğrencimi yurda vereceğini söylüyor. Babasız ve dolayısıyla parasızlar. Zaten hırsızlık yapıyor, bakamıyormuş. Öyle çok ağlıyorum ki sorunu bende arıyor bütün öğretmenler. Çocukluğumda yani. Daha çok ağlıyorum. Yalnızım. Çok yalnızım. Yapabileceğim hiçbir şey yok.
Müdür odasına giriyorum. Yeni atanan öğretmen babasıyla birlikte. “Size emanet ediyorum kızımı,” diyor. Odadan çıkınca anlıyorum yaşadıklarımın nedenini.
Koridorda kadın arkadaşın sesi. “Onu sınıfımda istemiyorum onu istemiyorum. Gelemez sınıfıma.” Toplama öğrencilerin müfettiş geleceği için dağılması gerekiyormuş ama böyle söylemiyorlar elbette. Hiçbiri okuma yazma bilmiyordu dörde gittikleri halde
Bir ayda okumayı yazmayı öğrendi ve inci gibi de yazısı. Şaşırıyorlar, onu nasıl atlamışlar, fark etmemişler. Benim sınıfıma okullar açıldıktan iki hafta sonra gelmişti. Toplama sınıfa devam. Bir şey söylemiyorum.
Çok güzel resim yapıyorlar. Çok güzel hikâyeler yazıyorlar. Sonunda ilk kitap dosyasını müdüre sunuyorum. Küçük Yazarlar ve Ressamlar dosyanın adı. Bu basılmıyor ama bir sonraki yıl yeni çalıştığım okuldaki dördüncü sınıf öğrencilerim yazıyor. Sınıf Günlükleri.
Sevgili yazarımız öğrencilerime imzalı kitap gönderiyor. Ücretini ben karşılıyorum. Onu okula davet edemiyorum. Çünkü çok kötü okulumuz. Her bakımdan. Ne diyeceğim ona. Bir sınıf için gelir mi? Üstelik de ünlü. Kolejlere gidiyor. Söz etmiyorum ama basılacak yeni kitabından bir öyküyü okula fakslıyor. Ben uçuyorum. Öyküde öğretmen var. Okutuyorum çocuklara ve anlattırıyorum. Kimse öğretmeni anlatmıyor. Bir başka sınıfta okunuyor, çocuklar da öğretmenin yaptığını anlatıyor. Neden beni görmüyor benim öğrencilerim? Üzülüyorum.
Öğle arasında bahçe dışındaki ağaçların gölgesinde oturuyor, ekmeklerimizi yiyoruz. Sonra kitap okuyoruz seslice. Yamaçta aldığım topla oynuyoruz, daha doğrusu top bizimle oynuyor. Yamaçtan aşağıya yuvarlanıyor, hepimiz peşine takılıyoruz. Çalıların otların üzerinde uçan kelebekleri takip ediyoruz, yakalamaya çalışıyorlar ama ben özgür olmaları gerektiğini söylüyorum.
Aslında tayini olamaz çünkü bir ay önce geldi. Bütün gün salya sümük benim gibi. Yabancı para dağıtıyor velilerine ve başka bir okula gidiyor.
Kooperatif evler, şehir merkezinde. Oysa burada olsa ileride prim yapacak. Bölge çok uygun gelişime. Tercih edilmiyor ki. Dört yıl sonra çok büyük inşaat firması giriyor bölgeye.
Depremde çocukları sıra yanlarına eğilmelerini söylüyorum. Ben de sap gibi ortada onları gözlüyor, bağırıyorum. Ellerinizi başınızın üzerine koyun. Bir arkadaş sınıfı bırakıp dışarı atmış kendini.
Çocukları inci gibi sıra oluyor. Benimkiler ise hizaya girmemek için direndikçe direniyorlar. Üzülüyorum. Beni çok üzüyorlar ama dışarıda kuzu gibiler.
Çocuklara hamburger ısmarlamak istiyorum ama çok uzakta. Buraya hizmet vermiyorlar.
Otobüs durağında beni bekliyor öğrencilerim. Gözleri geçen otobüslerde.
Öğrencilerime bot almak için yardım buluyorum. En iyi botlardan almalıyım ki kardeşleri de daha sonra giyebilsin. Cat marka. Mağazadan kendime de çorap alıyorum. Yanımda oğlum var. Ona tembih ediyorum. Sakın G.’ye kendime çorap aldığımı söyleme. Bunu kendi paramla aldım. İş yerine gidiyoruz, G. orada. Botları aldığımı söylüyorum. Oğlum annem de kendine çorap aldı, diyor. G.’nin diline düşüyorum. Gülüyor.
Anlatacak başka şey yok. Altı yılda bu kadarını yapıyorum. Kısa düşünüp kısa yazıp bana başka şeylerin yani konuların peşine takılmama engel olmayacak kadar anımsıyorum. Canını acıtan şeyleri tekrar tekrar anlatmak, yanlış anlaşılmamak için sürekli düzeltip düzeltip yazmak anlamsız geliyor şimdi. Yapılacak öyle çok şey var ki. Bitti. Umarım ilk altı yılımı gerçekten bitirmişimdir. İlk çocuk kitabım Küçük Kelebek’in yazılışını hayatımıza girişini daha önceleri defalarca yazmıştım.
Daha kısa olursa iyi olur. Bölerek gönderebilirsiniz belki, öneri…
Teşekkürler Mustafa bey. Gevezeliğim tutmuş da susmamışım :))
Yazdıkça kalemin daha derinlere iniyor. Zevkle okunan metinler.
Teşekkürler Hatice’ciğim :))