UZAK GÜNLÜKLER -11 Eylül 2023/Pazartesi

UZAK GÜNLÜKLER -11 Eylül 2023/Pazartesi

 

“BİLGE KİŞİLER NE ZAMAN SUSACAKLARINI BİLİRLER. SADECE AHMAKLAR BİLDİKLERİ HER ŞEYİ BAŞKALARINA ANLATIR.”

Zaman değil, yaşam insanı değiştiren. Aynı şeyleri yaşamaktan, tekrar tekrar anlatmaktan ayrılış; kopuş.

Alıntıyı bir kitabın arka kapağından aldım. Beni derinden etkiledi. Uzakta kalan günlükler ve anlatılar için yapacak bir şey kalmadı. Her öğrenilen yeni bilgilerle beni ben yapan uzak hikâyeleri yeni baştan, sil baştan anlatmanın saçmalık düzeyinde kaldığını fark ettim. Yazacak ve anlatacak yeni şeyler gerekiyor. Okumak için seçtiğim kitaplar artık anımsamak için olmayanlardan. Dinginlikleri bana iyi geliyor. Küçük kısa, bir paragraflık ya da iki üç satırlık hikâyeleri sevmeye başladım. Bunlar beni düşündürüyor. Tam da bilge insanların susmaları gerektiği zamanı bildiklerini görüyorum.

Hava sıcaklıkları düştü. İyi oldu. Artık terlemiyorum.

Ne yazacağımı düşünüyorum. Babamı anlatacağım çocuk kitabına başladım ama yeni bir teknik denediğim için bitirmem biraz zaman alacağa benziyor. Günlüklerime belki okuduğum kitaplar hakkında yazmak olarak devam edebilirim. Ne dinlediğim hikâyeler ne de tanık olduklarım artık çekici gelmiyor. Alışmış olmalıyım ki yazmaya bile gerek duymuyorum.

Çocukların yazmalarını destekledim çünkü kendilerini ifade edebilmelerini istiyordum. Onlar okudukları kitaplarda kendilerini bulmaya çalışıyorlardı. Oysa ki kendimizi ancak kendi hikâyelerimizle buluruz. Okuduklarımız bize başka, bambaşka hikâyeler anlatır. Şöyle demek belki de daha doğru olur: Okumalarda, bize okumaya ara verdirip kendimizi düşündürmesi doğru olmamalı. Ya da bu okurluk düzeyinin en başında gereklidir; bu ilk seviyeyi ortaokul yıllarında bırakmış olmamız gerekir. Çocuklar için okur atölyelerinin olması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa şekil A’daki gibi sil baştan aynı şeyleri anlatır. Uzağın daha uzağı yoktur sanırım.

Yazarların günlüklerini okumayı seviyorum. Anlatılarını seviyorum. Özellikle yabancı yazarların anlattıklarını severek okuyorum. Bana oldukça yaratıcı geliyor. Yaratıcılıklarının nedeni yani farklı olması kültür farklılığındanmış. Kedileri de mi bu kadar yaratıcı olur? Oluyormuş demek ki.

Bugün konuşurken ahmaklaştım. Fark ettiğimde susmayı başardım ama ne konuşacaktım şimdi? Bilmiyorum. Susmaktan başka yollar olmalı.

Öğretmen olarak çalışırken okuduğum ve çok okunur olan bir kitap vardı. Etkili öğretmen ve veliler olmak için ne yapılması gerektiğini anlatan kitaplardı. Ben diliyle anlatımı öneriyor, örneklerle açıklıyordu. Sonunda başarmıştım fakat sonucu fiyaskoydu. Ben diliyle konuşurken duygularını anlatıyorsun ve karşı tarafta bunu kullanıyor. Nasıl üzüleceğinin, nasıl öfkeleneceğinin, kaygılanacağın artık biliniyor ya… O bir dönmedi ve sonunda beklentiyi karşılayamadığı için rafa kaldırıldı. En azından benim için öyle oldu.

Müzik dinlerken sevdiğin bir ezgiyi, sende (bende) bıraktığı duyguyu ifade edebilmek… Bir şiiri okurken o duyguyu anlatabilmek… Bunu hâlâ başaramıyorum. Bu sıralarda okuduklarım kitap kulübündeki romanlar. Her birinde farklı deneyimler yaşıyorum. Ulysses okumalarımız bana bambaşka bir yolculuk sundu. Bu kitabı okurken gün içinde yaşadıklarımın çocuğunu anımsayamamam gibi. Çok farklı anlatım tarzı nedeniyle de yazmam olanaksızlaşıyor. Yazamıyorum. İki aya kadar bitireceğiz umarım.

Kendi kendimi baltalıyorum. Baltanın sapı da benden yapılmış. Birisi anlattı: Yaşadığını anlatan arkadaşım, arkadaşı tarafından yaşadığı şiddetle karşı çıkılmış. Masadan kalkmış, bağırmış, eliyle koluyla konuşmuş ve karşısındakini ağlatmış. Arkadaşımın arkadaşı  da yaptığının normal    olduğunu anlatmaya çalışmış. Bunu birkaç defa anlatmış. Sonunda şunu söyledim: Ona söyle kendisiyle uğraşacağına, arkadaşının davranışına baksın. Diğer masalarda oturanlar da başlarını çevirip ne oluyor diye bakıyorsa, ki öyle olmuş. Açıklama yapması gereken kim olduğunu düşünsün.

Yazma atölyesinde ilk yıllarda bildiği her şeyi anlatırken, sonraları anlatmaktan vazgeçiyorsa bunun nedeni nedir? Bilmem ki. İyi ki de bilmiyorum. Yoksa anlatmak için uğraşacak, sayfalarca yazacaktım.

İnsan ilişkilerinin içinden kimse çıkamamış, sürekli yeni yaklaşımlar geliştiriliyor. Yardım almalı mıyız? Psikiyatrist, psikolog, yaşam koçları ve diğerleri. Değişik değişik teknikler de var: EFT, NLP,  R2… Acaba bendeki bu değişimler denemediğim halt kalmadığı için mi böyle?

Sevgili çocuklarımızla aynı kitapları okumalı ve ilk okur atölyesini evimizde yapmalıyız. Çocuk kitaplarını yetişkinlerin anlamaması mümkün değil nasıl olsa. Ben ilkokulda annemle birlikte okurdum. Öğretmen olarak da çocuklarla birlikte okudum. Bir Tolkien, Le Guin, Ende, Dahl şimdilerde yok. Yeni okumalarımda karşılaşmadım ya da. Momo ne çok şey anlatır. Çharlie’nin Çikolata Fabrikası…

Yıllar ama yıllar önce mitolojiden (Yunan Mitolojisi) esin alan kitapları okurken, ben de Türk Mitolojisinden esinlenen bir kitap yazmak istiyorum, demiştim. İnsanlar yapacaklarını önceden mi karar veriyor ne. Şimdi okumalarımın yönünü Doğu’ya çevirdim.

Uyumak istemiyorum. Okumak için zaman çok geç. Sabah güneşini beklemek istiyorum, gençliğimdeki gibi. Kapının önünden koyunlar çıngırak seslerinin eşliğinde geçerdi. At arabalarının tekerlekleri kendi seslerini ve sessiz uykulu insanları taşırdı, tarlalara doğru. Burada şimdi martılar eşlik ediyor sabaha. Kuşlar. Arabaların homurtularını duymuyorum. Var ama işitmiyorum. Bu evi boyatmak lazım. Duvarlar arınır biraz.

Buzdolabı çalışıyor. Çay koymalı. Kahve de olabilir. İnsanların telaşa uyanmalarına henüz zaman var. Uykusuzlar da bir kahve içer belki, kim bilir.

Kuzenimi bugün defnettiler. Huzurlu uyusun. Benden beş yaş büyüktü. Aynı hastalığa yakalanmıştık. Çocukluğumda kolyeler hediye ederdi. Çok severdim kolyelerini. Kimseye vermezdim, kardeşime yani. Bizi severdi. Kardeşimi de yani. Kardeşimle beni ikiz sanırlardı. Yine uzaklara gittim. Kahvemi yudumluyorum.

James Joyce eril dil kullanmayan bir yazarmış. Samuel Beckett de öyleymiş. Öğrenecek onca şey varken neden aynı şeyleri yaşayıp aynı şeyleri yazar insan? Bilmem ki. Hepimiz aynı hikâyeleri anlatıyoruz. Sanırım birbirimizi dinlemiyoruz. Kendimizi de dinlemiyor olmalıyız. Takılmış plak gibi çalıyor yaşam.

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*