SİL BAŞTAN- 6 Mart 2023/Pazartesi
Bugünün en önemli olayı öğleden sonra saat üçte gelen telefondu. Arayan editörümdü. Telefonu açıp açmamakta kararsız kaldım. Parkta arkadaşlarla oturuyorduk. Beş kadındık. Masada üç ıhlamur ve iki çay vardı. Dışarıda oturuyorduk hava çok soğuk olmasına rağmen. Üzerimizdeki montların bizi ısıttığına inanmış olmalıydık ki başka türlü bu havada dışarıda oturmak olanaksızdı. Bizim dışımızda beş altı masa da doluydu. Buradakilerin yaş ortalaması alınsa sanırım altmış beş çıkardı. “Kim arıyor? Açsana!” dedi G.A. “Şimdi açayım mı, açmayayım mı diye düşünüyor. Kim arıyor?” dedi G.K. Önemli bir telefon gelmiş de beni çok heyecanlandırmış gibi sırıtarak “Editörüm…” dedim. “Aç. Aç.” “Ama on sayfa bile yazamadım.” “Olsun aç.” Açtım. Uzaktan bana baksalar çok sevinçli bir haber beklediğimi düşünebilirlerdi. Masadaki arkadaşlarım konuşmalarına son verdiler. Herkes bana bakıyor. “Merhaba. Nasılsınız?”
İyi olduğunu sorduktan sonra klasik soruyu sordu. Teşekkür ediyor, benim nasıl olduğumu soruyordu. Ben de teşekkür ettim. Beni aramasının nedeni buluşmamızla ilgiliymiş. Cuma günü yurtdışına çıkacakmış, bir hafta sonra gelecekmiş. “Ne oldu? Haberler iyi herhalde,” dedi H. Başımı salladım. Görüşmeyi ertelemek zorunda kalmış. Ajandasını açmış, şimdi yeni bir randevuyu ayarlamaya çalışıyormuş. Benim için 20 Mart pazartesi saat üç uygun muymuş? “Evet,” dedim. Çalışmamın nasıl gittiğini sordu. Bir süre yalanlar söylemeye çalıştım. İyi gidiyordu. Küçük bir sorun vardı ama büyütülecek cinsten değildi. İstesem biliyorum ki iki gecede on sayfa yazabilirdim ama içimden yazmak gelmiyordu. Konusu artık ilgi çekmiyordu. Kafamda bütün romanı tamamlamış, sonunu yazmış, bir kenara atmıştım. Bildiğim şeyleri yazmak bana göre değildi. Tabi ki ona bunları söylemedim. Karakterlerim daha önce düşünmediğim şeyleri yapabilir, yeni olaylar yaratırlar ve benim de heyecan duymama neden olabilirdi. Yaşadığım dikkat eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir miydi? Editörümü sanırım çok dikkatli dinlemedim. Sorduğu sorularla kendime geldim. “Gerçekten her şey yolunda mı? Yardıma ihtiyacınız var mı? Yapabileceğim bir şey?” “Şu anda dışarıdayım. Her şey yolunda.” “Peki. Size kolay gelsin. İstediğiniz zaman beni arayabilirsiniz. Dilerseniz mail de atabilirsiniz.” Teşekkür ettim, telefonu kapattık.
“Nasıl konuşmaydı o? Ben bir şey anlamadım senin söylediklerinden,” dedi G.A.
G.A benim editörümdü. Bir yere göndermeden önce o okurdu yazılarımı. Ona henüz bir şey okumasını istemediysem bu demekti ki henüz yazmadım.
Gülümsedim. “Boş ver. Sonuçta zaman kazandım ve bu benim için çok önemli.”
“Önemli olan ne tatlım?” dedi her şeyden habersiz olan G.K. Henüz romanım üzerine konuşmadığımız için bilgisi yoktu. Görüşmeyeli bir ay olduğunu masaya ilk oturduğunda söylemişti.
“Durun bi. Kız anlatıyor işte. Sözünü kestiniz,” dedi T.
Onlara kısaca durumu anlattım. Aynı şeyleri anlatmak beni kötü etkiliyor, romana umutsuz bakmama neden oluyor. Yapamayacağım sanırım. Onlara da böyle söyledim. “Yapamayacağım sanırım.”
“Bunu düşünmek için çok erken. Henüz başlamamışsın. Başına geçince yirmi dört saatte bitirir, sonra da günlerce yatarsın,” dedi G.K. Günlerce yatabileceğimi söylemesi masadaki herkesi güldürdü. Sabahları uyanamadığımı daha açıkçası kalkamadığımı herkes biliyor ve kabullenmiş durumdalar ama gerektiğinde yazma aşkına yirmi dört saat uyumayacağımı da biliyorlar.
“Sen imzaya gidecektin. Gittin mi?” diye sordu G.A.
Gittiğimi söyledim. Nasıl geçtiğini sordu. Öğretmenlerin ve C.beyin çok güzel olduğunu söylediklerini, mutlu olduklarını söyledim. İlk defa anasınıfına girdiğimi de…
“Hazırlandın mı?” diye sordu T. “O hazırlanmaz. Doğaçlama yapar,” dedi G.A.
Anasınıfında ne yapacağımı bilmiyordum. Yaratıcı drama yapmayacağımı sadece sevimli bir etkinlik olacağını söylemiştim öğretmenlerine. Etkinliklere çocukların öğretmenleri dışında müdürün ve müdür yardımcılarının da katıldığını söyledim. Sanırım benden böyle bir performans beklemiyorlardı. Etkinlik öncesi onlarla konuşurken çok pot kırdım. Ne gibi diye sordular. Karadut’un topunu anlattım. Sanırım en az üç defa müdür bana anımsatma yapmıştı. Babacan, içten bir insan ve onu çok sevdim. Yaklaşımı muhteşemdi. Müdür yardımcıları da öyle. İlk defa böyle bir okul söyleşim oldu. Kaç kitap imzaladım? İki yüz otuz. “Kaç para aldın?” diye sordu T. “Hiç.” “O bugüne kadar kitaplarından hiç para almadı,” dedi. “Üstüne para vermesem yeter bana.” T.’ye iş teklif ettim. Fotoğraflarımızı çekmek için benimle gelebilir mi? “Yüz lira veririm,” diyerek güldüm. “O da yol parası,” dedi T. ve beni izlemek istediğini söyledi ama Bahçeşehir’in uzak olduğunu, gelemeyeceğini söyledi.
Yaşımızdan mıdır yoksa başka şeylerden sıra mı gelmedi, aşk üzerine konuşmadık. G.A ile ben bekarız. Evli olanlarımız da aşktan söz ettiklerin gençlik yıllarında eşleriyle olan aşklarını anlatıyorlar. Son kullanma süresi geçmiş aşklar. Sadece bu değil elbette siyaset, yaşanan deprem sonrası sınıfta kalan devlet ve hâlâ sınıf atlayamayan ya da atlama isteği olmayan, seçimlere odaklanmış… Ya deprem olursa biz ne yapacağız? Olacağı kesin ne zaman olacağı bilinmiyor sadece. Evlerimiz depreme dayanıklı mı? Korkular öyle çok ki geceleri uyku tutmuyor. Ne yapabiliriz ki tek başımıza? Masada beş kadınız. Bugün aşağıdaki paylaşımı yaptık. Bu akşam başlıyor.
Depremde yaşamını yitiren canlarımızı anıyoruz. 6 Mart akşam saat 21:00’den itibaren 10 gün boyunca #PencerendeBirMumYak etkinliğine katılmaya çağırıyoruz.
Hava kararmak üzereydi ve çok üşümüştüm. Kalmayı önerdim. Kalktık. Eve yakın olan kasaptan alışveriş yaptık. Ben eve girerken hava kararmıştı.
Arkadaşım E.U.’yu sonunda arayabildim. Bir başka ülkede de olsan kadınların yaşadıkları aynı. Bir saate yakın konuştuk. Benden otistik bir çocuğu anlatan çocuk öyküsü yazmamı önerdi. Kızından yola çıkarak onun anlatması daha değerli ama sanırım buna henüz hazır değil. Bunu ona söylemedim. Öyle çok uğraşmıştı ki yaşadığı sorunları da anlatarak kadınlara yol gösterebilir. Ona hâlâ üniversitede öğrenci olduğumu gördüğümü ve okuldan atıldığımı söyledim. Aynı rüyaları o da görüyormuş. Birinci sınıftaki fizik dersinde başarılı değildim. İkinci kez aldım ve atılmanın eşiğine geldim. Çok kişi atıldı. Anatomi derslerine girmeden atılmak gerçekten çok acı. İnsan ikinci sınıfta biyokimyadan, farmakolojiden, fizyolojiden, anatomiden atılırsa anlamlı olur. Fizik dersi yüzünden bir yılımı kaybettim.
- ile hemen hemen her gün telefonlaşıyoruz. Yeni bir veli aramış, birinci sınıfta okuyan kızına özel ders aldırmak istiyormuş. Kabul edebilir miymiş? Bakalım haftada iki gün boşluk yaratabilecek mi? Verdiği dersler çok, oldukça yoğun çalışıyor.
- için çekeceğim videonun konusunu bulmuştum ama şimdi ne olduğunu unuttum. Konu hakkında yazarak düşünmem gerekiyor. İki sayfa yazarım, bir satırını videoya kaydederim. Sanırım kitaplar hakkındaydı. İlk önce ben görünüyorum “Merhaba,” diyorum. “Neden okuyoruz, hiç düşündünüz mü? Çocuklarımıza okumalarını söylüyor ama kendimiz okumuyoruz.” Sonra kamerayı kütüphaneye çeviriyorum. “Böyle bir kütüphaneyi çocuklarınız için ister miydiniz?” Çocuk kitaplarına dönüyor kamera… Bla bla…
Yine arkadaşlık teklifleri gelmiş. Oysa sayfam herkese açık. Neden önemli olduğunu elbette biliyorum. Bu nedenle de kabul etmiyorum. Sık olmasa da mesaj gönderenler oluyor. İçlerinden biri şiirler gönderiyordu. Göndermemesini, kitabını alıp okumayı tercih ettiğimi söyledim. Bunları yazmaya gerek yok aslında. Sorun da bu, herkesin yaşadığını düşünüp yazmamak… Saçlarımı kazıttığım dönemde… Kel pamuk prenses olmuştum. Gülümsüyorum. Oysa pamuk prenses, prenses değil ki. Kadın olarak anlatılan cadı da cadı değildi. İkisi de ne cennetteki ağaçtan elma yediler, ne de kendilerini kurtaracak bir prensin gelmesini beklediler.
Karadut çalışma odasının kapısında bekliyor. Acıkmış olmalı. Ben yanına gidince Emo da aramıza katıldı. Onlara mama verdim, mutfağa geçtim.
Bir yanıt bırakın