SİL BAŞTAN – 11 Mart 2023/Cumartesi
Arkadaşımı eve çağırdım. Toplantı öncesi birer kahve içecek, laflayacaktık. Adı G ile başlayan çok kadın arkadaşım olduğunu şimdi yazarken fark ettim. Evet, adı G. Ona özel bir kahve yapmak istedim. Kahve sütlü likörlü Türk kahvesi, sade. Dışarıda garsona şekersiz olsun, derim. Garsonda sade diye düzeltince “Hayır, sade değil,” derim. “Şekersiz olsun lütfen.” Aynı yerde kahve içtiğim için garsonlar beni tanımıştı, ben de bu iğrenç mizahtan kurtulmuş, hatta unutmuştum. Arkadaşım kahveden bir yudum aldı ve “Sütlü bu,” dedi. “Likör koydum, sana özel yaptım.” Yurt dışından dönerken Duty Free Shoptan almıştım. İçkiden anlamam. Evde de olmazdı, çok zaman önceyi yıllar önce. Uzun yıllar öncesinden kalma meyveli şarapları bir arkadaşım için açmıştım ve sirke olduğu için dökmek zorunda kalmıştık. “Ben şarap seviyorum,” dedi. “Şarabım yok. Başka içkim yok.” Onun için alabileceğimi söylemeli miydim, düşündüm. O devam etti. Eskiden arkadaşlarıyla buluşurlar şarap içerlermiş. Ev ziyaretleri uzun zaman önce son bulmuş. Şarap midemi ekşittiği için içemiyorum ama onun için meyveli bir şarap alabilirim. İki apartman ileride tekel bayisi var, iki yüz metre uzaklıkta da süpermarket… “İçmesem ayıp olur mu? Beğenmedim.” “Ayıp olur, bir yudum daha al.” Bir yudum daha aldı, yüzünü ekşitti, bu son yudumu oldu. Telefonum çaldı. “Toplantıyı anımsamak için alarmı kurmuştum,” dedim. Gitmek için kalktı, fincanını aldı, lavaboya kahveyi döktükten sonra mutfak tezgahına bıraktı. Toplantım başlayacağı için biraz daha kalmasını söylemedim. Yarın da ben, onun kahvesini içmeye gideceğim. Biraz daha laflarız, hikâyeler anlatır bana. Dinlemeyi sevmeye başladım. Çok güzel hikâye eden arkadaşlarım olduğunu yeni yeni fark ediyorum.
Geçenlerde bir video hazırladım. Doğaçlama olmasını çok istediğim için bir saat uğraştım. Hepsinde ne diyeceğimi bilemeyip suskunluklar yaşadım. Aslında iki çekimi güzel bulmuştum ama iki dakikaya yakın olmuştu. Benden istenen bir dakikalıktı. Bir saatin sonunda ne söyleyeceğimi uzun uzun yazdım. Yarım saatlik uğraşın son dakikalarında artık yeter dedim ve öylece bıraktım. Kendimi ve kitaplarımı tanıtmam istenmişti. Ben de bir farklı olmasını, farkındalık yaratmasını ön plana çıkarmıştım. Ben kimim? Adım soyadım. Ne iş yaparım? Kısaca çocuk kitapları yazarıyım. Niçin okuyorum? Yanıtım… Ben kendi yanıtımı bir kenara bırakmış, okuyan arkadaşlarımın yanıtlarının peşine düşmüştüm. Benimle aynı düşüncede olan kimse yoktu. G.A.’yı aramıştım, G.K. ile yemektelermiş. Benim neden gelmediğimi sordular. Toplantım var, dedim. Gerçekten de vardı. Onlara neden okuduklarını sordum. Birçok şey sıraladılar. T.’yi aradım, farklı şeyler söyledi.
Kimi zaman öğrenmek, öğretmek için. Kafanı dağıtmak için de… Merak, gülümsemek, ağlamak için okursun. Aşk romanları güzeldir, duyguları anlatır saf duygu, dedi G.A. “Unutmak için de okuruz,” dedi. Sanırım benim için en güzeli bu yanıttı. Birçok kadın tanıdım ve kendi hikâyelerini unutmak için başka hikâyelerin peşine düşerlerdi. Gözetlenen bir toplum. Ben de ban tanınan sınırlar içinde dinliyor, okuyorum. “Hayal kuramıyorsan, kitap okuyamıyorsun,” dedi. “Aşk her kitabın içinde var. Doğa, bilim, siyasi, insan aşkı var. Yazanlar bu tutkuyla yazıyorlar.” Benimkisi de bir tutku muydu? Neden yazıyorum? “Yazarın hayata bakışını öğrenmek için,” dedi bir diğer arkadaşım. Hayal kurabilmek, moralimi düzeltmek, yaşayamadığım şeyleri yaşamak için.” “Tanımak, öğrenmek için… Sanatı eğlence, oyun olarak algılayan filozoflar var. Bir zevk duygusu verir. Oyun oynamak gibi bir şeydir.”
“Kendini bulmak için de okur musun?” diye sordu.
“Hiçbir yerde kendini bulamazsın, otur kendini yaz.”
“Ben Nermin Şenol Kalyoncu. Çocuk kitapları yazarıyım. Bugün bir soru ile karşılaştım. Niçin okuyorum? Yanıtım kendimi ifade edebilmek için oldu. Günlük tutmayı severim. Günlüklerimi besleyen okuduklarımdır. Son yazdığım kitaplardan biri olan Sait Faik’in Son Kuşları yazmak için öykülerini yeni baştan okudum. Güzel bir yolculuktu. Yolun sonunda bu kitapla buluştum. Okumak ister misiniz? Siz niçin okuyorsunuz?”
Biraz gerçeğim biraz kurgu, tıpkı hayatın içinde olduğum gibi. Kendimi gözetliyorum, her yerde bir çift kamera beni takip ediyor.
Kendimi ifade edebilmek. Kaç yıl devirdim yine de ifade etmekte zorluk çekiyorum. Yazmak güzel çünkü düzeltme şansına sahipsin. Paylaşmak bir şeyi değiştirmiyor, sonuçta onu değiştirebiliyorsun. Ne de olsa fazla okurum yok. Videoda son kitabımı paylaştım. Son kitap dışında basıma hazır dört çocuk kitabım var. Basıma hazırlanan da üç kitap…Yazmak için okuduğumu sanmıyorum. Roman yazacak kadar sabırlı değilim. Kısa kısa yazmak bana iyi geliyor. Yıllardır yazdığım günlükleri düşünürsem, bunun dışına çıkmakta zorlandığım bir gerçek. Konuşmak… Metni hazırlasam desem, ezberim olmadığı için bunu da yapamam. S. benim söylediklerimden bir şey anlamıyor hâlâ anlamayacaktır eminim. Bu yüzden susuyorum ya da konuşmalarımızı kısa tutuyorum. Konuşanlara gerçekten imreniyorum. Bazen açıklarını yakalıyorum, takip ettikleri yazarların anlattıklarını anlatıyorlar. Ezberlemişler neredeyse. Başka yazarların ne söylediğini bilmiyorlar, dolayısıyla başka da bir şey bildiklerinin olmadığını görüyorum. Herkese hak veriyorum. Kendileri çerçevesinde haklılar. Bazen bunu onlara da söylüyorum. Sonra gece olunca düşünmeye başlayınca herkese hak vermekten, kendime de hak vereceğim bir şey yaratamıyorum. Hayat ve değişim döngüsü benim için çok hızlı, başımı döndürecek kadar hızlı. Bir oturuşta ya da bir hafta içinde yazmazsam bir daha aynı düşünceyi yakalayamıyorum. Sil baştan başlamam gerekiyor. Bilgisayarın masa üstünde yarım kalmış öyle çok dosya var ki onların devamının yazılacağını düşünmek büyük bir yanılgı olur.
Bir ay sonunda günlük çalışmalarımıza başlamaya karar verdik. Zoom üzerinden yaptığımız toplantılar başlıyor. Bugün bir toplantı yapıldı. Feridun Andaç’ı, Haldun Taner’in öykücülüğü üzerine konuşmasını, değerlendirmesini dinledik.
Toplantı sonrası kedilerle uğraştım. Karadut benden kaçardı ama bugün yanıma mırıldayarak geliyor, onu okşamama izin veriyordu. Bunun bir başlangıç olmasını diledim. Nisanda bir yaşına girecek, ancak bakıldığında altı aylık görünümü var. Onun yavrularını sevmeyi hayal ediyordum, bu durumda böyle düşler kurmamam gerekiyor. Çünkü normal doğum yapamayacak kadar dar pelvisi.
Kendime likör koydum. Ne güzel içerdim eskiden. Yanımda eşim olduğunda aşırıya kaçmaktan çekinmezdim. Kaç kez kolları arasında eve girdim ve sürüne sürüne lavaboya gidip boşalttım her şeyi. İçerek, birçokları gibi kendimi kaybetmeyi denediysem de olmadı. Söylediklerimin farkındaydım. Her detayı anımsıyordum. Gülüp eğlenirdim ve gözüme her şey güzel gelirdi. Ayıkken yaptığım tartışmalara hiç girmezdim. İçki sofralarında sonraları pişman olacağım sözler de ağzımdan çıkmazdı. Başkalarının özellerini paylaşmalarını şaşkınlıkla dinlerdim. Koskoca adam, yıllar öncesi evlenmeyi tercih ettiği manken gibi eşinden pişmanlık duyuyor, bir başkasının ismini – ben de onu uzaktan tanıyordum- veriyordu. Sofrada kendi aramızda söylenen türküleri dinliyor, gençlik yıllarımızı anımsıyorduk. Üniversite yıllarını… Sadece üniversitedeki öğrenciliğimizi değil aynı zamanda çocukluğumuzdan hatırladığımız siyasi dönemi konuşuyorduk. Benim en çok anlattığım, ikinci sınıftayken kantinde öğle yemeğinde yapılan tuzlu yemek boykotuydu. Tabldotlardaki yemeklere tuz boca edilmişti. Bu eylemi kimin yaptığını soruşturulması sırasında benim adım verilmişti. On sekiz yaşındaydım ve o gün yurttan dışarı çıkmamıştım. Dekan yardımcısı üç arkadaşı odasına çağırmış, derslerinden geçemeyeceğimizi söylemişti. Yüzünde tek çizgi bile belirmemişti. Gayet ciddi ve gergindi yüzü. İçki içmeye gençlik yıllarında başlamıştım; babamla birlikte rakı içmeyi seviyordum. Onun yanında sigara da içiyordum. İçtiğim için üzüldüğünü bildiğim halde içiyordum. Babam iyi içiciydi. Çocukluğumda onu içki sofralarından kaldıran ben olurdum. O genellikle sarhoş olurdu saat ondan sonra. Mesai son bulunca… Son günlerde sık sık rüyalarıma giriyor. J.’ye göre onu görmemin sebebi, ölümü düşünmemmiş. Bence ölüm yıldönümüne az kaldığından. Geçenlerde rüyamda aç olduğunu söylemişti, ertesi gün belediyenin aş yardım kampanyasına, onun adını yazarak, bir kişinin on günlük üç öğününün yardımını yaptım. Yardımı az buldum, çünkü babam zayıf olsa da yemesini seven bir adamdı. Bu yüzden bir ay sonra elim bollanınca tekrar yapmayı düşündüm.
Depremden sonra okuduğum ve bitirdiğim tek kitabı sosyal hesaplarında paylaştım. Kişisel bir yaklaşımdı. Aklıma takılan okurken neden ağlamadığım oldu. Hastalıklarımdan sonra mı böyle olmuştu, yoksa depremden sonra mıydı? Ya da J. en doğru yorumu yapmış da ölümü düşündüğümden miydi? Geçen akşam da babam çıkıp gelmiş, ısrarla “Ben ölmedim,” diyor gülümsüyordu. Biliyordum ki çocukları ölmeden ölümü gerçekleşmeyecek, o içimizde ve anılarımızda yaşayacaktı. Bizden sonrasını bilmiyorum. Onu anlatan bir çocuk öyküsü yazmayı düşünüyordum, belki onun öyküsü uzun soluklu olurdu. Gerçekte böyle bir olasılık tanımasam da… Büyük yazarlarımız daha hayattayken kitapları… Bunu yazmamış kabul ediyorum. Yıllar önce bir çocuk kitabını Virgül Dergisi’nde kalemim döndüğü kadar kısa bir tanıtım yazısı yazmıştım. Yazar bana imzalı kitaplarından birkaçını göndermiş, teşekkür etmişti. Telefonda görüşmüştük ve bu kitabının adından dolayı çok eleştiri aldığını söylemişti. “…Evden Kaçıyor”…Daha sonra adı değişerek tekrar basılacaktı.
“… Evden Kaçıyor” kitabını daha okumadan dördüncü sınıf öğrencim Hasan evden kaçmış, Üsküdar’a gitmişti. Sınıfta onlara anlattığım hikâyemin -ben yaşamışım gibi anlatmıştım- geçtiği yeri merak etmiş. Kız Kulesi’nin karşısına geçip aradaki mesafeye bakmış ve benim gibi denize atlayıp yüzmeyi düşlemişti ama bunu yapmamıştı. Bazen anlatılan masum hikâyelerin nerede geçtiğini görmek ister insan. Bir filmin çekildiği ev, köşk, sokak ya da bir tarihi mekan… Her mekanda bir hikâye görmez mi insan?
Yağmur yağıyor. Bütün gün rüzgâr bulutları evirip çevirmişti, dalgaların boyunu büyültmüştü.
Niçin yazıyorum? Yutmak ve sindirebilmek için. Hazımsızlık yapan bir şeyler var. Dayatılan geçekliği kabul edemiyorum. Çocuklarla yaratıcı yazma çalışmaları yaparken onlardan istediğim kendim için de istediğim şey değil miydi? Kendilerini ifade etmeleri… Bu nedenle de günlük yazmalarını desteklemiştim. Gerek onlara olaylar yaratıyor, gerekse de dışarıda beton yığınlarının arasında kalan bir karış toprak ile gökyüzü hakkında yazmalarını istiyordum. Boyaları yer yer grileşmiş, kararmış ve yosun tutmuş duvarlarda yosunları izlemişlerdi. Kaldırımdaki beton kırıklarında büyüyen tek tük otları… Ahmak ıslatan cinsten yağmur yağdığında bahçeye çıkmalarına izin verir sonra da sınıfa gelip yazmalarını isterdim. Genellikle ıslanmış olurlardı. Herkes aynı şeyi yazar, aynı yere bakar, aynı olayları yaşar ama nasıl oluyor da başka başka anlatılar ortaya çıkıyor diye şaşkınlıklarını gizleyemezlerdi.
Kırmak diyor içimdeki kadın… Ne güzel pankart hazırlamış kadınlar; bu yıl sürtük olarak kutlanan son kadınlar günü olacak. Taksim’e çıkmayı isteseler de engellendi ama eylemleri engelleyemediler.
Yazar arkadaşımla telefonda konuştuk. Romanını severek merakla okudum. Okur olarak kendimi kurgu dünyaları izlerken buldum.
Bir yanıt bırakın