SİL BAŞTAN – 13 Mart 2023/Pazartesi
Sabaha karşı saat altıya yakın kargalar uyanmaya başladı. Apartmanların arasında sesleri yankılıyor, sesleri sessizliği yırtıyordu. Henüz martılar uyanmamıştı. Apartmanların pencereleri koyu karanlıktı. Yavaş yavaş gün ışımaya başladı. Saat yedi gibi otoparkta bir arabanın motoru çalıştı ve hızla uzaklaştı sesi. Çevremizdeki herkesin yataktan kalkmadığını düşündüm. Gece de geç saatlere kadar ışıklar yanıyordu. Masadaki nesneler seçilmeye başlamıştı ki Emo ile Karadut kalkıp beni izlemeye başladılar. Bir yandan da birbirlerini yalayarak sabah temizliği yaptılar. Tüylerinin ıslak ve pırıl pırıl olduğundan hiç şüphem yok. Saat yedi otuz. Serçeler uyandı. Hava ılık ve gecenin açılmasıyla rüzgâr kaçmış köşelere. Karadut dışarıdan gelen kuş seslerine kulak kabartıyor, yattığı koltuktan kalkıp pencere önüne gidiyor. Saat sekiz. Emo ve Karadut yatak odasına uğramadı, salonda yatıp oturup benimle birlikte sabahladılar. Okuduklarım ve okunacaklar arasında klasik romanlar yoktu. Neden? Klasikleri Niçin Okumalı? Bu soruyu kitabına ad olarak veren İtalo Calvino da okunacaklar arasında. Okumaya başlamadan önce, bu soruyu yanıtlamaya çalışırken buldum kendimi. Günlük hayatta öyle çok hikâye dinliyorum ki… Anlatıcıların kendi hikâyelerinden oluşan romanın bir yere ulaşmasını bekliyor. Oysa hiçbir yere gittikleri yok. Ne kadar giriş, gelişme ve sonuç bölümleri yazılmaya çalışılsa da boşa harcanan bir zamandan başka bir şey değil. Her gün başlarken kaldığı yerden değil, dünün bugünün altında kalıyor, çakışıyor üst üste. Dünün yoğun koşuşturması ve bugünün yetişme telaşı, yarının her şeyin birikeceği kaygısı… Şimdiki zamanın algılanışı… Gerçeklik arayışı… Romanın sonunda yazılacak olan son paragrafta yer alacak bu. Eğer aranan bir gerçeklik varsa hiçbir şeyin gerçek olmadığını herkes biliyor. Mekanlarla, sosyal medyayla yaratılan bir toplum, gerçekliğe nasıl değinebilir ki? Hayatı değil ama kitapları daha gerçekçi buluyorum. Günden kalanları ince ince alan pasajlar; yeme içme, tuvalete gitme, banyo yapma, sevişme sahnelerinden arınmış yatay anlatılar. Bugün dünün üzerine inşa edilmiştir. Dün bir kitap okudum ve derin bir uykuya daldım. Kalktığımda hangi güne uyandığımı öğrenmek için telefon ekranındaki tarihe baktım. Yemek yemeyi düşündüysem de aklımdaki asıl düşünce son okuduğum kitaptaki kahramanın günlük hayatına bakışıydı ve o tuvalete giriyordu, içki de içmişti. Öğleden sonra ilaç saatimden önce bir şişe bira içmeyi de düşünüyordum. Bugün okuyacağım kitap da bir başka kitap olacaktı. Soruma yanıt vermeye çalışırken, birçok şeyi düşündüğümü fark ettim. Kedilere mama vermem gerekiyordu. Bir yandan da çay suyunu koydum. Üşüyorum bu arada. Kalorifer peteklerine baktım, bazılarını kısmışım yeniden açtım. Şofbeni yaktım, elde yıkanacak bulaşıklar var, su soğuk. Telaşla yapılması gerekenleri yapacak, ardından elime kitabı alıp okuma köşeme çekilecektim. İnsan boş bir levha, tabula rasa olmadığı söyleniyor. 1776 yılında ölen David Hume bunu söylediğinde bir gerçeklik taşıyordu. Günümüzde ise bu gerçeklik de değişti. Gerçi hâlâ aynı şeyleri savunan insanları bulmak mümkün. Önemli olan kime inanmak istediğiniz. Bir siyasetçinin televizyonda radyasyonlu çay içmesi ve son kullanım tarihi geçmekte olan mercimekleri hızlı tüketime sunmak için bir profesörün mercimeğin protein oranının et düzeyinde olduğunu açıklaması… Siyasetçi ya da profesör olması söylediklerinin doğru olduğu anlama gelmiyor. Sosyal medyada yer alan haberler birer hikâye gibi, romanlarını bize yazdırıyorlar. Boş bir levha değiliz. Bunu çocuklarda da gördüm. Heceleyerek okuyan, bu nedenle anlamakta zorluk çeken öğrencimin yarım yamalak yazdıklarını şaşkınlık içinde okuyordum. Savaş ve şiddet hakkında yazmalarını istemiştim. Cüneyt Arkın’ın filmlerindeki şiddeti bile örnek verdi. “Bu anam için bu babam için bu da kardeşim için” diyerek insanları öldürüyormuş, öfkesi dinmiyormuş. Belki de sil baştan alıp “Biz burada olmaktan mutlu muyuz yoksa mutlu olmaya mı çalışıyoruz?” sorusuna dönmem daha iyi. Mutsuz bir gençliğin temellerinin atıldığı ilk okul sıraları ve bunu fark etmek istemeyen ben. Oyunlar oynayan, eğlendiren. Benden koptuklarında “İlkokul sıralarında oyunlar kuruyor oynuyorduk, şimdi hayat bizimle oynuyor,” diye düşünen büyümüş öğrencim.
Kalemimin ucu kırılmış. Kalemtıraşla açıyor ve ucuna bakıyorum. Sait Faik’i anımsadım. Kalemini açmış, ucunu öpmüştü. Bir yandan yazıyor, diğer yandan da yazmak bir hırs değil de ne, diyordu. Öpmedim. Karadut mırıltılar eşliğinde peşimde dolanıyordu. Kalemi masaya bırakınca gelip kalemle oynamaya başladı. Her şey iç içe geçtiği için yazmaya ara verdim.
Düşüncelerimi geçmişten kurtarmayı başaramadım. Birkaç fotoğraf vardı. Şeffaf kağıt üzerinde üst üste duruyorlardı. Anlatmaya çalışsam sabaha kadar otursam da bitiremem. Anlatıyı giriş gelişme sonuç olarak aktarmaya çalışsam uzun zaman aralığında… Yapamam. Yarın uyandığımda başka fotoğraflarla uyanacağımdan hiç kuşkum yok. Düşündükçe değişecek görüntüler ve değişen düşünceler. Düşüncelerin hızına hiç yetişemedim ki. Bir dönem bunu başaracak gibi olmuştum ama bunun bipolarlıkla ilgili olduğu söylendi. Yazmamalı, paylaşmamalıymışım. Öyle de yaptım. Şimdi bu yaptığımın bipolarlıkla hiç ilgisi yok. Öyle çok okuyor ve dinliyorum ki en sonunda kendi sesimi dinlemeyi engelleyemiyorum. Bugün palimsest ve metamodern üzerine okudum ve düşündüm. Parçalarımı bir araya getirmeye çalıştıkça daha da parçalanmıştım geçmişte. Parçalanma normaldi, dayatılandı. Her şeye yetişme telaşıyla ve yetişememiş olmanın verdiği mutsuzlukla, az mı gözyaşı dökmüştüm? Şimdi geçmişle aramdaki mesafeyi kapatmaya çalışırken, kendimi, bugünkü beni anlamaya çalışıyorum. Geçmişin nasıl da hükümsüz olduğunu şaşkınlık içinde izliyordum. Unutmak için değil, unutmamak için okuyordum. Babamın ölüm yıldönümünde memlekette olacağım. Ona kızıyordum, sistemin maşası olduğu için. Yine de kendi istediğimizi yapmamıza engel olmamıştı. Bahçesindeki zeytinleriyle mutlu mesut yaşıyordu. Bahçesi sonsuza kadar yaşayacaktı. Oysa kanunlar da değişir. Hiçbir şey sonsuza kadar aynı kalmaz. Teknoloji bu değişimi daha da hızlandırdı. O değiştiğini göstermemek için susmayı tercih etmiş, beş kadın arasında anlaşılmadığını düşünüyordu. Birlikte karşılıklı susuyorduk. Zeytinlerin arasında dolaşırken izledim onu; yapraklarını, çiçeklerini, meyvelerini okşuyordu. Kıskanıyordum.
Annemle babamın çocukluklarını, gençliklerini, evliliklerini dinledim. Bilgisayarda yazmaya başladım ama birkaç sayfayı geçmedi anlattıkları. Anlat demekle anlatılmıyordu demek ki. Sorularıma rağmen derinlik kazanmamıştı. Belki de bugün benim yaşadığım gibi, geçmiş hükmünü kaybetmişti. Onlarınki şimdiki yaşam felsefeleri an’da yaşamak değildi. Başka bir şeydi, adı henüz koyulmamış olan bir şey. Anneme, babama anlattıramadıklarım… Onlardan bana, bize geçen sezgisel kalmış miraslar, kim bilir hangi köşede saklanıyor ve bugüne bir yerlerden çıkıyordu. Kurtuluş Savaşı’nda çocuk olan ninelerim, dedelerim ve II.Dünya Savaşı’nda doğan annem babam… Bir insanın olumsuz yanlarından önce olumlu yanlarını görmek gerek. Çünkü çoğunun olumlu yanlarının olmadığını görünce üzerinde kafa patlatmazsın. Annemin ve babamın, olumlu yanlarının bulunması beni mutlu ediyor. Sistemi desteklerlerken okumadıkları için gerçekleri bilmediklerini düşünüyorum. Kitap okumadıkları için kızmaya hazırlanırken, annem internetten araştırma yapıyor, roman yazmayı düşünüyor. Kendine hiç dokundurmadan yazacağı, modern bir Ahbaplar Köyü’nü kurguluyor. Toplum için çalışmak bildikleri gerçekti ve bu gerçekliği hep korudular. Şimdi uyum sağladığı, parçası olduğu dönem olan bugünü nasıl anlatabilirim? Bir yandan geçmişi koruyor, diğer yandan gelişimi izliyor. Yeni bir dönemin habercisi olan romanları okuyor.
Annem ve iki kardeşim bugün İzmir TUYAP Kitap Fuarı’na gitmişler. Kitapların çok pahalı olduğunu ve alamadıklarını söylediler. İnternette daha ucuzmuş. İzmir’in tarihini anlatan kitaplar almışlar. Annem, babamla gittikleri fuarları anlattı. Babamı özlediğini düşündüm. Rüyasına girmiş babam; altmış ekmeği askıya koymasını istemiş.
Sil Baştan, yazılma nedenini aşmış bulunuyor. Böyle olacağını seziyordum zaten. Sil Baştan’dan sonra ne gelebilir? Post-post… Belki de GEÇMİŞ-ŞİMDİ-GELECEK olabilir. Gelecek de şimdi geçmiş değil midir zaten?
Bir yanıt bırakın