KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 5 Aralık 2023 / Salı
Serap yan masanın üzerindeki gazeteye daldı gitti. Gözleri kızarmış, dudakları büzülmüştü. Sessizliği uzun sürmedi. “Ne diyorduk?” diye sordu bana dönerek. “Duygulardan konuşuyorduk.” “Ben resim yapmak istiyorum,” dedi ve yan masaya baktı. Beni dinlemiyordu. Kafe servis elemanı bize bakıyordu. Serap ona seslendi. “Bakar mısınız?” Masaya yaklaştı. “Gazeteyi alabilir miyim? Yani okunduysa atacaksanız, alabilir miyim?” Omuzlarını kaldırdı, dudaklarını büzdü. Bilmiyordu ya da emin değildi. “Parasını ödeyebilirim.” “Olur,” dedi delikanlı. Serap kalktı ve gazeteyi alıp yerine oturdu. İlk sayfanın manşetlerini okudu, ikinci sayfayı açtı, üçüncü sayfaya gözlerini dikti. Bir süre baktıktan sonra “İşte bu haberi istiyorum,” dedi. Gazeteyi masaya açtı ve eliyle haberi yırttı. Çantasından pastel boya kutusunu çıkardı. “İkimizi çizeceğim…” diyerek yırttığı bölümü bana uzattı. Dudak büktüm. “Çok kötü bir haber. Benzerleri sende vardır.” “Evet var ama onun üzerinde başka çizimler var.”
Haber: Hava almak için çıktığı 7. katın balkonundan düşerek can verdi.
Kırmızı pastelle kendisine elbise yaptı. Yeşil topuklu çizmeler. Kahverengi saçları… Beni mavi pantolon mavi tişörtle çizdi. Kırmızı benim saçlarımda vardı. Aramızda masa… Masada ortada iki büyük bardak. Bardakları sarıya boyadı. İki kutup ortasında güneş, yani uyum.
“Sergi açmak istediğimi sana söylemiş miydim?”
“Söylemedin. Ne zaman ve nerede?”
“Henüz öyle bir şey yok, sadece istiyorum. Çok istiyorum…”
Tehlikeli kelimeleri kullanacak diye bekledim ama sözünü kesti. “Bunun için bir girişimde bulundun mu?” diye sordum. “Nasıl bir girişim?” “Sergi nasıl açılır? Nerelerde sergi açılabilir?” “Ben kaldırımda bile açabilirim,” dedi gülümseyerek. “Bir de sergi kitapçığı yaparım, birinci kalitede parlak kâğıda…” Çizimini bitirdi ve bana uzattı. Aldım. Resimsiz haberin yazıları, boyalar baskın geldiğinden, okunmuyordu. “Yanında başka çizimler de var mı?” “Yok. Bir ara bana gelince sana gösteririm. Salondaki masaya cam koydum, çizimlerimi de camın altına yerleştiriyorum.” Ayağa kalktı. “Lavaboya gidiyorum,” dedi.
Dışarıda buluşmayı özellikle istemiştim. Evde olsaydık dikkatimiz ve ilgimiz dağılabilirdi. Konuşmamız bittiyse, şimdi eve gidebilirdik. Kedilerle biraz zaman geçirirdi, bu ona iyi gelebilirdi.
Masaya geldi. “Eve gidelim mi?” diye sordum. “Bir çay daha mı içsek?” “Olur.” Çaylarımızı söyledik. “Seninle konuşmak iyi geldi.” “Ama konuşmamız gereken çok şey var,” dedim. “Sana anlatmak istediğim şeyler var zaten,” dedi. “Ne anlatacaksın?” diye sordum. “Kimseye anlatmayacağına söz verir misin?” dedi. Sustum, yüzüne baktım. “Yazsam olur mu?” Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Gözlerimin içine bakıyordu. “İstersen anlatma. Çünkü sana söz veremem.” Yine de anlattı. Yazmayı çok isterdim.
Kalktık. Eve yürüyerek döndük. Serap kedileri sevdi. Ben de kahve yaptım. Mandalina koydum bir tabağa. Kediler merakla sehpaya çıkıp tepsidekileri kokladı. Sonra da gittiler. Serap geç bir saatte gitti.
Onunla yaptığımız konuşmaları düşündüm. Daldan dala atlanmış, birçok olaylar ve düşünceler. Ama daha çok düşünceler ağırlıktaydı ve hep karamsardı. Anlattığı onca şeyi, düşünceyi toparlayıp anlatmak gerçekten çok zor. Geçmiş, şimdi, gelecek hep iç içe. Bir ara öyle öfkelenmişti ki bunu yazmalıyım, diye düşünmüştüm. Öfkesinin farkındaydı. Gözleri yanıyor, yanakları kızarıyordu. Sonra kendisini toparladı. Öfkesinden dolayı kaygı duymaya başladı. Her şey felakete doğru sürükleniyordu, yani ona göre öyleydi. “Öfkemin ve kaygımın farkındayım ama diğerlerini bilmiyorum,” diyordu. Bilmemesini normal karşılıyordum çünkü çok kısa süreli oluyordu. O bunu fark etmeden başka bir duyguya kapılıyordu. Öyle hızlı dönüşler söz konusuydu ki bu onu yoruyordu. Bir ara “Kendimi çok yorgun hissediyorum, oysa bir şey yapmadık,” dedi. Konuyu değiştirmeye çalıştım. Erkek arkadaşını sordum. “Onu konuşmak istemiyorum,” dedi. “Neden?” “İyi gitmeyen bir şeyler var ama henüz ifade edemiyorum. Yalan söylüyor gibi.” “Hangi konuda?” “Beni sevdiğini düşünmüyorum artık.” “Bunu nereden çıkardın? O mu söyledi?” “Hayır söylemedi. Bana iyi davranıyor ama eskisi gibi değil. Daha önce telefon açsın, beni arasın diye durmadan içimden geçirirdim ve o beni duyar arardı. Şimdi beni duymuyor. Telepati yok. Belki de sorun bende. Bilmiyorum.” Onunla gittiği filmi anlattı. “Çok saçma bir filmdi,” dedi. “Ama biraz da kendime benzettim.” Merak ettim sordum ne olduğunu. “Çoğu zaman içimdeki sesin anlattıklarını yaşamışım gibi hissediyorum. İstediğim her şeyi yapabiliyorum. Ressam oluyorum bir yerde ama bana karşı gelenler oluyor, engelleniyorum. Bir başka zaman iki çocuklu evli bir kadın oluyorum ve akşam eşimi beklerken yorgunluktan salondaki koltukta uyuyakalıyorum. “Sana katılmıyorum.” Bunu söyledikten sonra ne söylemem gerektiğini düşündüm. Aklıma bir şey gelmiyor, ama ona katılmıyorum gerçekten. “İç sesine güvenme. Seni yanıltabilir,” diyebildim. Bu konu hakkında ne bildiğim değil, ne deneyimlediğim önemliydi. Kitap okumak, sessiz okumak gibi bir şey iç ses. Yani okurken deneyimlemek, duyguları yaşayabilmek. Endişe, acıma, üzüntü, sevinme, merak, heyecan, suçluluk…
O gittikten sonra biraz kitap okudum ama sadece okudum. Yazmak istemedim. Düşünmek, okuduklarım dışında başka bir şey düşünmek, istemedim. Serap’ın anlattıklarını da anımsamak istemedim. Dağ başında yüz on beş kişinin yaşadığı bir köyde karda kışta kıyametteyim. Bu yalnızlık duygusu tarif edilecek gibi değil. Hiçbir şey teselli olamaz. Bembeyaz bir boşluğun ortası. Kara gömülmüş mekanı betimlemek bir paragrafı geçmez. Yoğun bir boşluk. Hiçlik.
Eme ile Karadut yanıma geldiler. Onlara sırt çevirip yattım. Sessizlik. Birkaç kelime hatırlıyorum. Cümle kurabilmek için gerekli ne mekan var ne de başka kelime var. Güneş. Kar. Çocuk… Uyumak. Çocuklara merak edecekleri, sonunu düşleyecekleri ve sohbet edecekleri öyküler yazmalı. Dağ köyünde çocuklara ne anlatılır, kitaplardaki cümlelerin ne anlattığı nasıl açıklanır? Deniz? Gemi? Tren? Ada? Ufuk? Orman?
Gün doğmadan uyanmamalı. Yapacak hiçbir şey yok. Kar kalkınca çiçekler açacak mı? Merakımdan soruyorum. Beklemenin bir anlamı var mı burada? Beklenecek ne var diye sormalı; belki de en doğru soru bu. Bir daha hiç hayal kuramamaktan korkuyorum sanırım.
Bir yanıt bırakın