KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 04 Aralık 2023 / Pazartesi
Bu akşam Serap’ı yazmak istedim. Onunla bugün buluştum. Daha iyiydi ama takıntıları devam ediyordu. En büyük kaygısı korkularını yaşamasıydı. Yaşadıklarından kendisini sorumlu görüyordu. Korkmamak elinde değildi. Rüyalarına giriyor, uyandıktan sonra da uzun süre etkisinden çıkamıyordu. Rüya dediğime bakmayın. Kabus aslında. İki kardeşlerdi. Onunla ilişkileri inişli çıkışlıydı ama seviyordu onu ve kaybetmekten korkuyordu. Rüyasında onu öldürmeye çalışıyor ama bir türlü ölmüyordu.
“Düşünebiliyor musun? Hayattaki tek bağım, tek kardeşimi öldürmeye çalışıyorum. Korkuyorum onu kaybetmekten. Ona bir şey olursa kendimi suçlarım.”
Yüzü şaşkındı ve çaresiz. Telaşlıydı. Bir ara gözleri sulandı.
“Ölmesinden korktuğum için ölmesinden korkuyorum.”
Sessiz kaldım. Oysa sessizliğin bunu kabul etmek anlamına geldiğini yeni öğreniyordum. Doğru değildi düşüncesi. “Sana katılmıyorum,” dedim. “Beni anlamıyorsun. Sen de beni anlamıyorsun. Doktora da sordum, yaşadıklarım korktuğum için olabilir mi? Düşünce gücü olabilir mi? Pozitif olmaya çalıştıkça kabuslar peşimi bırakmıyor.”
“Doğru değil bu. Korkuların bir gerçeğin gözlenmesinden kaynaklanıyor. Bu rüya yani kabustan da olabilir. Ya da bir gün sana böyle bir şey söylemiştir….”
Sözümü kesti. “Hayır o bir şey söylemedi ama düşünce gücüne inanıyor.”
“Ne yapman gerektiğini bilmiyorum. Belki de kabuslarını doğru yorumlamalısın. Kabusun anlamı çok açık…”
“Ne?”
“Düşüncenin gücüne inanman. Tekrar ediyorum doğru değil. Her insan zaman zaman ölsem de kurtulsam demiştir mutlaka. Yorulduğumuz, çıkış bulamadığımız zamanlarda bunu söyleriz. Herkes söylemiştir. Ama sen bunu ciddiye alıp korkuyorsun.”
“Ben de söylüyorum, üstelik sık sık.”
“Peki öldün mü?”
“Hayır.”
“Demek ki düşündüklerini yaşamıyorsun.”
“Peki neden diğer korktuğum şeyleri yaşıyorum. İşimden atılıyorum. Arkadaşlarım uzaklaşıyor. İnsanlar benim bipolar olduğunu öğrendiğinde korkuyorlar.”
“Kaygıların yüzünden yanlış yapıyor ve sonuç olarak bunlar yaşanıyor. İşten atılmaktan korkuyorsun çünkü biliyorsun ki bir hata yapsan bipolar olduğun için işten atılacaksın. Senin yaptığım sıradan yanlış davranışları, diğer insanlar yani ilaç kullanmayan doktora gitmeyen insanlar yaptığında normal karşılanıyor. Hatta yanlış yapanlar yanlışlarından ders almıyor bile. Ama sen ders çıkarıyorsun ve daha sakar davranmaya başlıyorsun. Korktuğum başıma geliyor diye de inanıyorsun. Düşünsene sevgilisi tarafından öldürülen kadın kim bilir kaç defa tehdit edildi ve korktu. Yani korktuğu için mi öldürüldüler? Peki öldüren kişi normal mi sence? O katillere ne oldu?”
“Benden ölesiye korkuyorlar.”
“Biliyorum canım.”
“Oysa kimseyi incitmek bile istemiyorum.”
“Zaten kendinden başka kimseyi incitmiyorsun.”
“Doğru mu söylüyorsun?”
“Evet doğru söylüyorum.”
İçine döndü. Uzaklara bakıyordu gözleri. Yıkılmış bir görünümü vardı. Aklından neler geçirdiğini anlamam olanaksızdı.
“Şu andaki duygun ne?”
“Korku,” dedi Serap.
“Nasıl bir korku?”
“Kırmızı renkli bir korku.”
Benim korkularım hep karanlık ve boşluktu. O kırmızı diyorsa öyleydi. Kırmızının anlamı şiddetti ama o şiddet uygulamamıştı hiç. Demek ki şiddet görmekten kan görmekten korkuyordu. Böyle düşündüm.
“Peki neden korktuğunu biliyor musun?”
“Bildiğim sadece bu duygu zaten. Kayıptan. Bileklerimi…” diyerek gözlerinden yaş akmaya başladı.
“Kendini koşullandırıyorsun. Bunu yapma.”
“Bunu yapanlar var ama.”
“Bu duygu bozukluğunun geçici olduğuna inan ve geçmesini bekle.”
Gözlerini yanaklarını masadaki peçeteyle sildi. Garson uzaktan bize bakıyordu. Masanın üzerinden elimi uzattım, elimi tuttu. Sıkıca tuttum. Bir yandan yaşlar yanaklarından süzülüyor bir yandan da gülümsemeye çalışıyordu. Ben artık eski kuşaktan sayılırım. Benim zamanımda ne kötü bir beklenti varmış; başını yaslayacak bir omuz. Şimdi böyle bir beklentinin olmadığını kendimden biliyorum. Ne kadınlar tanımıştım, başını omzuna dayamış küçük magnetler alıyorlar ve baktıkça hüzünleniyor, anlatıyorlardı kendi hikâyelerini.
“Başka hangi duygular var? Yani şimdi?”
Ben hastaneden çıktıktan sonra psikiyatristten bir randevu almıştık. Yıllar önce. İlk kez gidiyordum o doktora. İyice araştırmış, iyi olduğunu öğrenmiştik. Kendi doktorum başka bir ilde olduğu için ona gidemiyordum. Şimdi sürekli gideceğim bir doktorumun olması gerekiyordu. Muayenehaneye gittik. Bir süre koltuklu sehpalı küçük salonda beklerken ne konuşacağımı düşünüyordum. Yaşadıklarım aklıma geliyordu. İçeri girdim. Kardeşim de benimle girdi. Genellikle yakınlarından birisiyle içeri giriyor, üçlü kısa bir görüşme yapılıyor, ardından hasta ve doktor yalnız kalıyordu. Oturdum. Olayları anlattım. “Bana duygunuzu söyleyin,” dedi. Ben olayları anlattım. “Duygunuzu soruyorum.” Olayları daha detaylı anlattım. Kardeşimin ne söylediğini hatırlamıyorum. Ama ben duygumu söyleyemiyorum. Duygu ne? Anlattığım olaylar yaşananlar bana hangi duyguyu yaşatıyor, bilmiyorum. Bilmediğimi söylemek yerine ayrıntılar… “Sizin doktorunuz olamam. Ben duygunuzu soruyorum.” Bir şeyler söylemeye çalıştım. “Lütfen odadan çıkınız. Sizinle çalışamam.” Ben oturuyorum ve yüzüne bakıyorum. “Çıkın!” Kardeşim geldi, elimi tuttu ve beni oturduğum sandalyeden kaldırdı. Onun kolunda odadan çıktık. Çıkarken teşekkür ettim sanırım. Duygu… Duygularımızı unutuyoruz. Sadece korku var hayatımızda. Düşünce gücü ve korktuğum için yaşadıklarım. Acaba Serap duygularının ne kadarını tanıyordu? Ona bunu hiç sormamıştım.
“Yani sen düşündüklerimi yaşamadığımızı söylüyorsun.”
“Evet.”
“Bundan emin misin?”
“Yaşadıklarımdan biliyorum. Ama kendinden korktuğun şeyleri sakarlığın nedeniyle yaşayabilirsin. Yere düşmekten korkarsın, daldığın bir anda belediyenin onarmadığı çukura düşebilirsin. Kafanı çarpıp hastanelik olabilirsin. Kırık ayak, kırık kol olabilir.”
“Ama ben suçluyum, dalgın gidiyormuşum.”
“Yapma Serap. O çukura tek düşen sen değilsin ki.”
Kuşkuyla baktı bana. “Başka düşen kimi tanıyorsun? Nasıl bu kadar emin olabilirsin?”
“Arkadaşım düştü ve hemen cep telefonuyla ambulans çağırdı. Ambulans gelinceye kadar yerde uzanıp kalmış. Yoldan geçenler onu kaldırmaya çalışmış ama kalkamamış. Kırığı olduğunu düşünmüş.”
“Başka kim?”
“Orhan Veli’yi tanıyor musun?”
Gülümsedi ilk kez. “Dalgacı Mahmut,” dedi. “Ama şiiri ezberleyemiyorum bir türlü.”
“Ezberlemene gerek yok. Aç telefonu internetten bul, oku. Evet Orhan Veli bir çukura düşmüş ve ayağa kalkmış, bir şey olmadığını düşünmüş. Hastaneye gitmemiş. Bir gün sonra da onu hastaneye kaldırmışlar ama hayatını kurtaramamışlar. Kim bilir kaç kişi öldü kaldırımda yürürken.”
“Öyle mi?”
Başımı salladım. Öyle düşünceliydi ki söylediklerimi sorsam ne söylediğimi söyleyemezdi. Bundan emindim, deneyim sonuçta.
Kısa sürede duyguları sürekli değişmişti ama o…
“Bana konuşmalarımız boyunca hangi duyguları hissettiğini söyleyebilir misin?” diye sordum.
“Korku var. Mutluluk yok. Coşku yok. Sadece korku var,” dedi. Tam bitti derken, “Korkularımı yaşamaktan korkuyorum.”
Başa döndük. Ona bir hikâye anlattım. “Bir kadın nefes almakta bir an zorlanmış. Çok korkmuş. Ölüyorum, diye düşünmüş. Sonra bir olay anımsamış. Muayene masasındaki hasta kedisi zor nefes alıyormuş ve korkuyla bağırmaya başlamış. “Öldü öldü,” diye ve kedisi ölmüş. Sence neden?”
“Düşünce gücü mü?”
Güldüm. “Yapma Serap. Kediyi bağırarak panik yaptırmış ve nefesi kesilmiş.”
“Yaaa, ya kadın ne yapmış. Ölmüş mü?”
“Ölmemiş, kediyi düşünmüş. Korkunca panik olacak ve sonu da kedi gibi olacakmış. Bu yüzden tamam, demiş içinden. Sakinleş. Derin nefes al. Al ver, al ver…”
Yüzüme boş boş bakıyordu. Etkilenmiş görünüyordu. “Bu kadın sen misin?” diye sordu. Başımı salladım.
Başka hikâyeler anlatsam yani mutsuz sonları anlatsam korkularını tetikleyecektim. Sustum. Onu dinleyecektim. Belki duygulardan yola çıkar, ona duyguları öğretirdim.
Ne kadar uzun konuştuk. Hepsini anlatmak olanaksız. Belki bir başka zamana. Belki. Bugün de bitti.
Bir yanıt bırakın