KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER 24 Kasım 2023 / Cuma
Tahtaya vuruluyordu. Rüya olmalı. Gözlerimi açtım. Bizimkiler yok. Sesi dinledim. Tırmalama sesi değil, açık açık gecenin bir saatinde kapıya vuruluyor. Durmadan vuruyor… Kapıya gittim. Delikten baktım. “Tamam açıyorum,” diye fısıldadım. Kilidi açtım. “Az kalsın zile basacaktım. Bu nasıl bir uyku?” dedi. “Çok oldu mu geleli?” “Eh işte.” “Zile bassaydın.” “Basayım da diğer insanları da uykularından edeyim.” “Ya ben?” “Sen önemli değilsin. Ben gittikten sonra yatarsın.”
Kediler salon kapısının önünde durmuş Ayla’ya bakıyorlardı. “Emee! Karaduuut! Nasılsınız bakalım? Mart ayına az kaldı.” “Kasımdayız.” “Kıştan sonra bahar.” “…” “Dur bir şey söyleme. Mevsimlerin insanlar için önemi kalmadı.” “Bu saatte neden geldin?” “Yazını okudum. Yine çocuklara masal anlatıyormuşsun. Afet öyküsü mutlu sonla bitiyor,” diyerek gülmeye başladı. “Ayakkabılarını çıkarıp salona gel.”
Salonun ışıklarını yaktım. İçeri girdi. “Çok havasız. Kitaplar sağlığına iyi gelmez.” “Nereden biliyorsun?” “Tozları işte.” Pencereyi açtım. Rüzgâr öyle çoktu ki perdeleri havalandırdı. “Çok rüzgâr var. Evin çatısı uçacak sandım. Sana geldim.” “İyi yaptın.”
Masadaki kitapları inceledi, üst üste yerleştirdi. “Kadıköy’e en son ne zaman indin?” “Geçen hafta.” “Oturma eyleminde orada mıydın?” “Sen?” “Evet. Yağmur yoktu, yerler kuruydu şansımıza.” “Evet.” “Haberlerde yer almadı. Birkaç amatör fotoğrafçı vardı. Sanırım kendi sayfalarında paylaşacaklardı. Karşılaştın mı?” “Hayır.” “P…” “Sakın küfür etme.” “Yazmayı ver. Her şeyi olduğu gibi yazmıyorsun, masal anlatıyorsun. Küfürleri de yazma olsun bitsin.”
Gözlerimin içine baktı. “Uykun varmış gibi görünüyorsun.” “Sorun değil. Açılırım.” “Ben açım. Sabah yediğim ekmek arası peynirle duruyorum. Yemeğin var mı? Ev yemeği.”
Birlikte mutfağa geçtik. Dolaptan yemek çıkardım. Biber dolması yapmıştım. Tencerenin kapağını açıp içine baktı. “Ooo kıymalı. Bizim sarayda yemek pişmiyor artık.” “Ben de yemek yapmıyorum. Dışarıdan almak daha ucuza geliyor. Keşke geleceğini haber verseydin.” “Kek var mı?” “Derin dondurucuda.” “Güzel.” Dolabı açmıştım ki yanıma geldi. “Bırak ben hazırlarım,” dedi. Dolapta ne bulduysa masaya çıkardı.
Mutfaktan çıkıncaya kadar midesini ilgilendiren konuşmalar yaptı. Yemekten sonra çayını bardağa koyup verdim. Keki mikrodalga fırından çıkardım. Kendime de çay koydum. Karşısına oturdum. “Eee sende ne var ne yok? Sen anlat,” dedi. Sustum. Anlatacak bir şey bulamadım. “Yok,” dedim. “Ne yok?” “Anlatacağım bir şey yok. Her şey sıradan.” “Sıkıcı.” Çayından birkaç yudum aldı. Kalktı “Salona geçelim,” dedi.
“Neler okuyorsun? Dur bir bakayım.”
“Klasikler… Yeni bir şey yok mu?” “Yayınevinden çıkan son romanı aldım.” Uzattığım kitabı aldı. Ayracın bulunduğu sayfayı açıp rastgele bir paragrafı yüksek sesle okudu. Ses tonu bir süre sonra çok komik olmaya başladı. Onu bıraktı bir başka kitabı aldı. “Sen neler okuyorsun?” diye sordum. “Ben insanların canını okuyorum.” Onunla nasıl anlaştığımızı anlayamıyorum. “Geçenlerde TİP’in eylemi vardı. Kalabalık değildik ama olsun. İnsanlara bir şeyleri anımsatmalı. Sen anımsatmıyorsun ama…” “Çocuk kitabı yazıyorum.” “Öyle ne yazık ki. Bizim sayımızdan daha çoktu polisler.” “Gördüm seni.” “Sen neredeydin?” “Dönercide yemek yiyorduk.” Güldü. Pis pis sırıttı. “P.” “Bana mı?” “Yok değil. Yazmazsın olur biter.” “Benim sözlüğümde küfür yok.” “Çocuksun ama zamane çocuklarından değilsin. Şimdikiler benden bile daha fazla küfür kullanıyor.”
“Kaloriferler kapatıldı. İstersen pencereleri kapatayım. Üşüyeceğiz.” “Ben alışkınım. Bugün şu koltuğunda kediler gibi kıvrılıp yatmak istiyorum. Sabah kahvaltıyı hazırlayınca seni uyandırırım.” Ona yorgan, çarşaf ve yastık getirdim içeriden. Yatağını yaptım. O hâlâ kitaplara bakıyordu. “Kitap sohbeti yapmak ister misin?” “Bilmem.” “Seni dinleyebilirim. Yarın işim yok, seninleyim. Öğleden sonra birlikte Kadıköy’e gideriz.”
Gerçekten de anlatacağım bir şey yoktu. Okuduklarımın melodisi çok ağırdı. Ağırlaşmıştım. Ayla iyi ki geldi. Onunla olmak bana eğlenceli geliyor. Benden on yaş küçük. Yağmur yağmaya başladı.
“Bu yağmur sarayımı su altında bırakacak.” “Önlem almadın mı?” “Tavandan akan suyun altına kova koydum. Kovalar, leğenler… Pencereler için de önlem aldım. Yamaç olduğu için su altında kalmaz ama rüzgâr böyle esmeye devam ederse yarın çatıyı bulamayabilirim.”
Ayla Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünden terk. Çalışmak zorunda kalmış. Onunla on yıldır arkadaşız. Güzel bir kadın. Uzun siyah saçları omuzlarına geliyor.
Eline bir kitap aldı. Arka kapak yazısını okuduktan sonra “Bunu okumak isterdim,” dedi. İç sayfalarından bir paragrafı seslendirdi. Vurgulayarak. “Bu bana göre,” dedi. “Konuşmayacaksak okuyalım. Sen ne okuyacaksın?” “Kötülük Miti.” “Neden o?” “Masallar için gerekli.” “Tamam tamam, kötüyü dışarıda görmemişsin. Şaşırıyorum sana.” “Güzel düşler, kötülere karşı kazanan iyiler, çocuklara iyi gelir.” “En kötüler bu dünyada, dışarıda. Onlardan daha kötüleri olamaz.” “Düş kurmak güzeldir. Bir süre sonra gerçek olur düşler.” Kahkahalarla güldü. Karadut ile Eme korkularından koltuğun arkasına gizlendiler. “Sevgili idealist memur.” “Çok çalışmam gerekiyor.” “Çoook!”
Yatağına uzanıp kitap okumaya daldı. Mutfağa geçtim. Günlüğümü yazdım. Ayla yanıma geldi. Yazdıklarımı okudu. “Bu muyum ben?” “Ne yazsaydım?” “Beni, karakterimi…” “Ama kısa öykülerde karakter yaratmak çok zor. Ya olay ya da durum öyküsü yazabilirim.” “Seninle yarın konuşalım. Kitabı beğendim. Senden bunu alabilirim.”
Dost acı söyler. Gerçekleri söyler. Yüzüne karşı hem de.
“Özetle yemeğin var, kitabın var, sıcak bir evin var.”
“Hepsini sileyim mi?”
“Silme. Yıllar sonra okuduğunda sen de gülersin.”
“Aslında ilaç dozumu artırdım. Bu aralar çok gerginim.”
“İyi.”
Ayla otuz yaşında evlenmiş. Düğünde gelinliği üzerindeyken, dayak yemiş. Hemen ayrılmış. Sonra da evlenmemiş. Travmaları var ama hiç bu travmalarının ardına sığınmadı. Bir kafede çalışıyor.
“Ben yatıyorum. İyi sabahlar sana,” diye seslendi salondan.
“İyi sabahlar,” dedim.
Bir yanıt bırakın