KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 22 Kasım 2023 / Çarşamba
Kalkınca ilk işim bizimkilere mama vermek oldu. İştahla yumuldular mama kaplarına. Onları izledim. Eme yemekten sonra su içti. Karadut salona geçip kalorifer peteğine asılı duran yatağına yattı. Akşam üzerine kadar her şey normaldi. Salondaydım ve biraz üşür gibi oldum. Kitabımın arasına ayraç koyup kalktım. Baktım Eme ile Karadut ortalarda görünmüyor. Yatak odasına geçince onları yatakta buldum. Demek üşüdüğüm kadar vardı. Onlar benden önce sıcak yeri bulmuştu. Ben de bir battaniye alıp salona döndüm ki ikisi de kapıda belirdi. Durup bana baktılar. Eme gözlerimin içine baka baka koltuğa geçti. Kalktım yanına gittim. Sevmek için elimi uzatmıştım ki tırmalamaya başladı. Ardından da koluma diş izlerini bıraktı. Kolumu geri çekmedim. Eme bunu yapacak bir kedi değildi. Oyun yapıyor olmalı diye düşünüyordum. Sesimi de yükseltip onu korkutmadım. Bekledim ki sakinleşsin. Sakinleşeceği yoktu yanından kalktım. Telefon çalıyordu.
Arkadaşın köpeği hastaydı. Şimdi daha iyiymiş. Ölümden döndü, dedi arkadaşım. Yaşı da ileriydi köpeğin. Geçmiş olsun, iyileştiğine sevindim. Teşekkür etti. Bir ara Eme’den söz ettim. Beni durup dururken tırmaladığını, ısırdığını; benim de bir şey söylemediğimi sustuğumu… Ben hep susarım zaten. Böylece yaptığını fark eder, derim. Buna inanırım. Ama öyle değilmiş. Onun davranışını onayladığım anlamına geliyormuş. Konu buradan açıldı ya… Susuyorum hep. Hep susuyorum. “Ama seninle konuşurken susmuyorum. Neden sence?” diye sordum. “Size saldırmıyorum da ondan,” diyerek güldü. “Bir şey söylemeliydiniz. En azından ses tonunuzu doğru kullanmalıydınız.” Ona hak verdim. Böyle durumlarda söyleyecek söz bulamadığım için demek ki onaylıyordum onu.
Kısa bir olayı anlattım ona. Yaşanmış bir hikâye. Kedisi hasta olan kadın, muayene masasına onu bırakıyor. Kedi zor nefes alıyor. “Ölüyor, ölüyor,” diye bağırıyor kadın, bir yandan da masayı dövüyor. Sustum. “Sonra ne oldu?” Kedi elbette ki öldü. Düşünce gücü ve enerjiye inanıyordum o zamanlar. Eğitimlerine de katılmıştım. Ama şimdi şimdi anlıyorum ki hayvanı panikletti, korkuttu ve nefes alışı zorlandı, öldü.
Onun köpeğinden konuştuk. Bilmediğimi sanıyordum ama demek ki biliyormuşum. “Çocukların ve hayvanların sezgileri güçlüdür. Kelimelerden çok sesin tonuna ve verdiği duyguya karşı hassastırlar. Hemen anlarlar.” Bunu geçen hafta ona söylemiştim. “Ses tonuna dikkat etmelisin. Korkutmamalısın. Seni seviyorum derken bağırmamalısın. Cümleyi kelimeyi anlamazlar, sadece duyguları alırlar.”
“Peki ya insanlara karşı neden sessizim?” “Böyle durumlarda ya savunmaya geçmek ya da saldırmak zorundasınız ya, siz ikisini de yapmak istemiyorsunuz.” “Peki sen ne yapıyorsun?” “Artık konuşuyorum. Yani savunuyorum ya da sal…” “Sen hiç saldırmıyorsun.” “Teşekkür ederim.” “Bazen aynı sözleri söylemek istiyorum. Ne kadar sinirleneceklerini görmek istiyorum.” Birkaç olayı düşündüm. Son iki haftadır verdiğim tepkileri yani. Eme’ye vermediğim tepki. “Ama saldırmak ya da savunmaya geçmek durumu daha da çıkmaza sokuyor. Bir şeyler yapmalı?” “Bir köpeğin ısırmaması için…” “Sahibinin kendinden gayet emin yani gülmeden tasmasını tutması gerekiyor. Ya da ağızlarına maske takması gerekiyor.” Güldü. “İnsanların ağzını kapatamıyoruz işte.” “Savaşlarda ağzını kendisi kapatmayı biliyor ama.” “Şiddetin her türünde, öyle mi yapılıyor acaba?” “Bilmek yeterli gelmiyor mu sence? Onca okuyup yutmuş insanlar… Yani bir olayın gidişatını, gelebilecek son noktasını göremiyor muyuz?” “Gördüğünüz için susuyor olabilir misiniz?” “Ama bu korkakça.” Aklıma basit insanlar geliyor. Borges’in açıkladığı anlamda basitlik. Çözümleme gücü olmayan, savaşın kapıya gelmeden önce gelebileceğini göremeyen insan.
Hayvanların üzerinde birçok deneyler yapılmış. İnsan psikolojisini de bu şekilde çözmüşler ve nasıl davranmalarını istiyorlarsa insanı öyle eğitmişler. Pavlov’un köpeği şartlandırma deneyini ileri götürdüğünde neler olduğu hâlâ herkes tarafından bilinmiyor. Korkunç bir deney bu. Köpeğe önce zil çalıp yemek veriyor, ödüllendiriyor. Sonra istediği davranışı gösterip zil çalıyor ve yemek veriyor. Son aşamada da zil çalıp dövüyor yemek veriyor. Bir süre sonra köpek deliriyor. Sanırım iki gündür okuduğum kitap da metaforlarla örülü bir şekilde insanların nasıl güçsüzleştirildiğini anlatıyor. Yazık ki bugüne böyle gelmişiz. Basit insanların baskısı karşısında iyimser okur yazar. Birbirlerine girerken, bazıları da gülüyor. Kitabın yarısına geldim. Cumartesi günü kulüpte bu kitap üzerine, Feridun Andaç konuşacak. Kitabın adını yazmayacağım. Belki sonra. Bugünkü konu bizimkiler yani Eme ve Karadut.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Eme benimle yakalamaca oynamak istedim. Biraz koştuk evin içinde. Sonra koltuğa çıkıp attı kendini uzandı. Ben de sevdim. Keyfi yerindeydi. Bir şey yapmadı. Eme hiç saldırır mı? Ona ne yaptım ki? Yanlış bir şey yapmadım. Sev dedi sevdim. Mama dedi, verdim. Suyunu tazeledim. Kumunu temizledim. Bu hizmetlerimin karşılığında bir şey bekledim elbette. Beni sevmesini yani. Bunu da isteme benden diyor sanırım. Yok yok Eme saldırmaz. Bilmez tırmalamayı ve ısırmayı. Sakin bir kedidir. Saldırması için delirmesi gerekir ki ben onu eğitmeye çalışmadığım sürece de delirmeyeceğini düşünüyorum. Ne saldırdım ne de savunma istedim.
Kedili bir günlük bu ama okuduğum kitap üzerinden benden bir hikâye sadece. Kedili kitaplı.
Bir yanıt bırakın