KİTAPLI KEDİLİ GÜNLÜKLER – 19 Kasım 2023 / Pazar
Hava soğuk ve yağışlıydı. Şemsiyelerimizi açmamıza gerek kalmadı ama. Beksav’a çıkan yokuşta kaldım. Arkadaşlarıma “Siz gidin, beklemeyin, üşüyeceksiniz. Ben arkanızdan yavaş yavaş gelirim,” dedim. Gönüllü değillerdi ama ısrar ettim. Bu yokuşu son çıkışımda yani çıkamayışımda bir daha gelmeyeceğime karar vermiştim. Öyle de oldu. Arkadaşlar daha önce gelmişlerdi ama benim geldiğim sıklıkta değil. Yolun doğru olup olmadığını sordular. Ben bu yokuştan gidildiğinden eminim. Onlar gittiler. Ben oyalandım. Durdum. Dinlendim. Başımı kaldırıp yokuşun sonuna bakınca Hüseyin’i gördüm. Yanıma geldi. Birlikte konuşarak yavaş yavaş yolumuza devam ettik. Etkinlik için kimlerin geldiğini sordum. Oya henüz gelmemiş. Bir de Namık Bey.
Bahçeden içeri girdiğimizde burasının çok değiştiğini söyledim. Çiçekler, yürüme yolu kenarlarındaki bitkiler mersindi sanırım, harika görünüyordu. Binaya yaklaştığımızda eski binayı yorgun gördüm. Arkadaşım Gülşen bizden önce gelmiş. Ne iyi etmiş de gelmiş. İçeri girince bir başka sürprizle karşılaştım. Nursel Erdoğan yazar arkadaşım da gelmiş. Beş kişi biziz etkinliğe gelen; beş dost. Birçoğumuz birbirimizi tanımıyoruz. Burada olan herkes bir şekilde yazıyor; yazmıyorum diyen bile sanırım içinden yazmayı düşlüyor. Yoksa bu havada dışarıda ne işleri vardı. Gerçi iki kişi mitingden geldiklerini, etkinliğe yetiştiklerini söyledi. Katılım nasıldı? Kaç kişi vardı? diye sordu arkadaşım. Yanıt beş yüz vardı sanırım, oldu. Polis azmış. Yağmur, soğuk, fırtına onlara yeter, diye düşündüler herhalde.
Hatice Eroğlu Akdoğan kitabımızın mimarı. Bizleri yani yirmi dokuz yazarı bir araya getiren mimar. Oldukça heyecanlıydı. Kitapta yazısı olan altı kişi buradaydık. Bizim için odaya soba kurulmuş ve yakılmıştı. Odunlar gürül gürül yanıyordu. Yüzlerimiz bile kızardı. Oya Engin de geldi. Bir yıldan uzun süre telefon görüşmelerinin dışında görüşememiştik.
Konuşmamız başladı.
Metin Duran hapishaneden yazmış yazısını. Aramıza da Latif Bey aracılığıyla kaleme aldığı dostluk mesajıyla katıldı. Üretken, mücadeleci, inançlı bir yazar. Namık bey yazı serüvenini ve yazmak istediklerini anlattı. Anlatmak istedikleri bıçak sırtı değil, bıçağın keskin ucu. İsa bey de yazmak istediklerini anlattı. Okumak istediklerini… Üretken bir arkadaş. Toplumsal mücadeleci öyküler, romanlar bekliyorum ondan. Sorguluyor. Herkes bulunduğu yerden ses vermeli. Herkes yazmalı. Yazmak için de okumalı. Hatice de kitabın nasıl hayat bulduğunu anlattı. İki buçuk yıl sürmüş kitabın doğumu. Oya da yazı yolculuğuna değindi.
Ben de konuştum. Nasıl olduysa dilim çözüldü. İki akşamdır yazdığım günlükler ışığım oldu. Elimde bir yazı da vardı. İmza ve söyleşiye katılan yazar arkadaşların yazılarını okumuş, yazmış, alıntılar yapmıştım. Bunu bir dergiye gönderdim. Bizim Çağ Edebiyat Dergisi internet üzerinden takip ediliyor. Benim ilgimi çekti bu yeni dergi. Evet çiçeği burnunda bir dergi. Değişik konulara yer veriyor, sorular soruyor, yanıtlar alıyor. Kurgu dışında gerçek olaylara, durumlara yer veriyor. İlk kitabımın hikâyesini kısaca yazıp göndermiştim ve yayımlanmıştı. Güzel bir duygu kendi sayfamın dışında da yazmak. Ama bu sayfa benim. Elbette ki aynı zamanda okurlarımın.
Söyleşinin ardından küçük gruplar halinde yakınlaştık birbirimize. Kitaplarımızı imzaladık birbirimize. Fotoğraf çekildik. Beş arkadaş birlikte çıktık dışarı ve soğuk nedeniyle evlerimize döndük. İyi ki arkadaşlarım var, beni yalnız bırakmadılar. Dostlar… Gülizar, Hamiyet, Gülşen, Nursel. Eve dönünce Türkan da aradı. O da bizimleydi; önemli bir işi olmasaydı öyle olacaktı ama benim için yüreği yanımdaydı.
Türkan’la konuşurken arkadaşlarımı yazamadığımı, bugünü de yazamayacağımı söylemiştim. Nedenini sordu. Açıklamaya çalıştım. Sen çiçekleri seviyorsun ama ters bir anında bir çiçeği koparıyorsun ya da zarar veriyorsun. Kopardı zarar verdi dersem senin çiçekleri sevmediğini açıklamış oluyorum yani yanlış yorumlanmasına neden oluyorum. Belki bu tam açıklama olmadı.
Şöyle: Kadınların anlatmadığı çok şey vardır. Bunu dinlediğim için biliyorum. Zaman zaman anlatma ihtiyacı doğar ve iki kişi yalnız kalınca birkaç cümle ile anlatılır. Bir daha da gündeme gelmez. Kimseye anlatılmaz. Çocuklara da her şey anlatılmaz. Bilmedikleri çok şey olur. Ebeveynler ölünceye kadar saklarlar, kendileriyle birlikte gömerler toprağa. Aynı şekilde aynı yerde çalıştığın insanları anlatamazsın. Dostların, arkadaşlarındır ve elbette kırgınlıklar haksızlıklar anlaşmazlıklar olacaktır. Yazamazsın. İçeride ya da dışarıda yaşananlar nasıl yazılır, kolay mı? Hiç kolay değil. Belki anımsamak istemiyordur. Anımsatmamalı. Anımsadıklarımız yeterince travmatik değil mi? Sadece kurguda yer almalılar. Ama öykü bu zeki insanları taşıyacak kadar uzun değil, roman yazmak gerekiyor.
Beksav’dan Sanat ve Hayat Dergisini aldık. Dosya konusu Deprem. Yazar dostların öyküleri var. Ayşen Göreleli, Meryem Fehime Oruç, Nalan Yılmaz, Bihter Bilir, Oya Uslu ve Yayla Boztaş. Kalemlerine sağlık. Pano bölümünde de Hande Baba, Duygu Uzel ve Hatice Eroğlu Akdoğan’ın yazıları var. Tartışma Kültürü bölümünde Turan Fırat da “Deprem Jeolojik mi Yoksa Kader mi?” başlıklı yazıyı kaleme almış. Mine Şirin’i de saymam gerekiyor. Tanıdık yazar dostlar. Bizi bir araya getiren elbette ki kader değil. Tercih.
Borges’in öyküsündeki karakterler için ‘basit insanlar’ derken kelimenin anlamını düşünürken yanıtını kendisi verdi. “…duygularını çözümlemeye yeltenmeyen insanlar. Bakın savaş başlarına gelmeden üstüne kafa yormuyorlar; bunun için imgelem gerekli çünkü. Şimdiyi yaşayan insanlar yazgılarını umursamazlar…” Ne güzel açıklamış. Basit kelimesini ben de bu anlamda kullanabilirim. İki gün önce akıl tutulması gibi bir şey yaşamıştım, kelimeler yok olmuştu, düşünemiyordum bile. Düşünmek düşlemek de kelimelerle. Neyse ki Borges dilimi çözmüştü.
Herkes bir hikâye anlatıcısı. Yazmak zorunda değiliz elbette ama konuşurken anlattıklarımız hikâye değil de ne? Başka şeyler anlatmaya gereksinmemiz var. Yeni şeyler. Yeni dirençler, yeni inançlar, yeni umutlar… Bu nasıl olacak bilmiyorum. Belki de herkesin yazmasıyla olacak. Bilmiyorum gerçekten. Bildiğim yazmanın ve okumanın iki yalnızlık gerektirdiği. Biri okumak için, diğeri de yazmak için. Yalnız olmayı sevmiyor muyuz yoksa? Bugün dışarı çıktım, çoğalttınız. Şimdi yalnızım. Bizimkiler yani kediler, yuka ve kitaplar, yazılarım. Yalnızken de yalnız değilmişim. Eme salondaki koltuğunda uyukluyor, beni bekliyor. Karadut da salon soğuk olduğu için yatak odasına geçmiş, uyukluyor.
Aslında bugün güzel konulara değinildi. Keşke gelseydiniz.
Bir yanıt bırakın