KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER – 30 Mayıs 2024 / Perşembe
Çalışma odasına girdim. Kitapları inceledim. Bizimkiler bana eşlik ediyor. Edebiyattaki yerlerini bilseler, onları anlatan kitapları hâlâ okumaya başlamadığım için bana küsebilirlerdi. Henüz okuma kulüpleri yaz tatiline girmedi. Ne çok konu var oysa… Hele de aşk… Okumak istediğim kitaplar var ama… Zamanı değil. Sırada Günlükler ve Zeytin Büyücüsü var. Odadan çıktım. Kapıyı açık bırakıyorum hep. Bizimkiler içeri girsin, bu eve ve kitapların kokusuna alışıp kitap kokulu evlerinden uzaklaşamasınlar diye. Kitap kokusu olmayan evler düşleyemesinler. Kitap kokularıyla zil zurna sarhoş olsunlar.
“Affan dedeye para saydım/Sattı bana çocukluğumu…”
Yıllarımı satmışım. Şimdi geri satın almak istiyorum. Çocukluğum yani şimdi anımsadığım çocukluk çok değişik. Süslü sanırım. Süsünü, betimlemelerin arasına eklenmiş şimdiki yaşantımdan ve düşüncelerimden almış. Bu yüzden de bu çocuğun adı yok. Yaşı da yok. “Artık ne adım var ne de yaşım” diyor. Oyuncaklarım var. “Zıpzıplarım pırıl pırıldır.” “Ne güzel dönüyor çemberim. Hiç bitmese horoz şekerim.” Benim oyuncaklarım değişmedi; kitap, defter, kalem. Arkadaşıma bu şiiri ezbere okuyorum. O duymamış. Ben ilkokul sıralarında ezberlemiştim sanırım. Cahit Sıtkı Tarancı’nın.
On yıl önce, gülen çocukların fotoğraflarını paylaşmış ve şöyle bir not yazmışım:
“Aranıyor! Düşüncelerini anlatacak kahramanlar! Hayallerimi giyinecek öykü kahramanı kim olmak ister?”
İlan hâlâ geçerli.
Annemle konuştum. İşim olmadı, dedim. “Demek ki olmaması gerekiyormuş,” dedi. Hayırlısı böyleymiş diye düşünüyor. Bana kıssadan hisse bir hikâye anlattı. Bir yerden okumadı. Yakın çevresinde olan bir şey. İşaretlere inanır annem. Hayırlısıysa, der birçok şey için.
Bir çiftin en büyük hayalleri tarla sahibi olmak ve toprakla uğraşmakmış. Emekli olunca küçük bir tarla almışlar. Bir traktörleri de olmuş. Canla başla çalışmışlar. Tarlaya kabak ekmişler. Hava koşulları çok iyi gitmiş. Her şey harikaymış. Ürün hem kaliteli hem de çokmuş. Hasat günü yaklaşmış. Ertesi gün ürünleri toplayacaklarmış. Derken bir yağmur yağmış, tarlaya gitmişler. Sadece onların tarlasına dolu yağmış ve kabaklar hep parçalanmış. Zarar etmişler ama yılmamışlar. Yine ürün ekmişler. Çift tarlaya birlikte gidiyormuş. Ama kadının ayağı kırılmış ve adam tek başına gitmek zorunda kalmış. Giderken… Traktör köprüden düşmüş ve adam hayatını kaybetmiş.
Bugün can arkadaşım geldi. Bahçede oturduk. Hava çok güzeldi. Biz de güzeldik. Sohbet güzeldi. Eve çıktık. Kahve yaptım. Enfesti. Fal da baktım. Falı çok güzeldi. Dört çalışmasına bağlı olarak uzanan dört yol vardı. Bu yolu açması için uğraşması gerekiyordu. Çocuk kitaplarımı anımsadım. Geçen buluşmada ona vermediğimi söylemişti. Aradan iki yıl geçtiği halde… Özür diledim. Sait Faik’in Son Kuşları kitabım kalmamış. Orhan Veli’yi ve İyi ki Varsın Kanka’yı verdim. Masadaki Kalsedonun Gizemi’ni okudun mu, diye sordum. Vermemişim. Bende yok ki arkadaşlarıma vereyim. Bir iki kitap alıyorum, sonra da bir bakıyorum ki yok, kalmamış.
Arkadaşım aradı ve derneğe üye olmak için doldurmam gereken evrakları anımsattı. Yarın fotoğraf çektirip… Büyüklere de yazmamı öneriyor. Ne yazabilirim ki büyükler için? Öyle çok şey var ki! Hekimliğim mi, eğitimciliğim mi? Yok, hastalığını mesela, dedi. Güldüm. Hangi hastalığımı? Saydım. “Kanserle ilgili…” Anımsamıyorum. Aslında hiçbirini anımsamıyorum. Yaşadığım zorlukları, verdiği acıları unutmuşum hep. Sadece kemoterapi döneminde canımın çok acıdığını ve ağladığımı anımsıyorum. Ameliyattan sonra, yoğun bir acı anımsamıyorum. Hastalık ve ameliyat sonrası acı nedenli ağladığımı da anımsamıyorum.
Günlükler bana yetiyor. Okumak güzel. Ama en büyük hayalim Frankfurt Kitap Fuarına gitmek. Yabancı bir ülkede çocuklara bir kitabımı okumak. Bunun gerçekleşmesi için güzel bir öykü yazabilmeliyim. Özellikle de okul öncesi bir kitap. Birçok dosya var elimde ama hiçbirini beğenemedim. Birkaçını bir iki yayınevine gönderdim, doğal olarak uygun bulmadılar. Bunu neden yazdım ki.
Geç saatte, arkadaşımın istediği evrakları hazırlamak için, evde fotoğraf var mı, diye aramaya karar verdim. Tam dört kez belki de daha fazla aklıma geldi ama hemen de unuttum. Aklıma geliyor sonra da unutuyordum. Sonunda aklıma gelir gelmez, elimdeki işi bırakıp çalışma odasına girdim. Üç çekmeceden birinde olmalı. Yok. Derken katlanmış bir kâğıt buldum, en üstte. Bunun burada ne işi var, anımsamıyorum. Ne olabilir ki? Bir yerlerden karışmış olmalı. Açtım. İki sayfa yazı. El yazısı bana ait değil. Okumaya başladım. Kime yazıldığı belli değil. Yazıyı da çıkartamadım. Kâğıtların tek yüzüne yazılmış. Okudum. Ne zaman buraya girmiş, hem de eşyaların en üstüne koyulmuş… Kafamda dolaşıyor yıllar. Derken ilk sayfanın sağ üst köşesine yazılmış tarihi gördüm. 19. 02. 2013. Bu tarihi anımsıyorum. Demek ki aradan on bir yıl geçmiş. Hastalığım. Ama bu, psikolojik hastalığım nedeniyle hastaneden çıktığım tarih. Peki bu buraya nasıl geldi? Kardeşimi aradım. Sen mi koydun? Ben koymadım. En azından anımsamıyorum. Her şeyi unutmaya başladım. Kitabın arasından çıkmış olabileceğini söyledi. Sonunda anlaşıldı. Geçenlerde kitapları ayırmıştım ve bir kitabın arasından katlanmış bir kâğıt çıkmıştı. Ben de kitapla ilgili aldığım notlar diyerekten, çekmeceye koymuştum.
Annemin hikâyesini düşündüm. Aslında fotoğrafı aramamalıydım. Yazıyı okuduktan sonra… Aşkın aşk olması için ulaşılmaması gerekiyor bence. Aşk masallarını değil de, hikâye ve romanları düşündüm. Yeni baştan okumak gerek. Stefan Zweig’ın, ana karakterleri kadın olan romanları aklıma geldi. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Acımak (İlk baskısındaki adı buydu), Bir Kadının Hayatından Yirmi Dört Saat… Bu romanları unutmadım. Bu romanlarındaki kadınları güçlü olarak anımsıyorum. Aşkları ve… Yeniden hayata tutunmaları ama unutmamaları…
Diğer romanları düşündüm. Madam Bovary, Anna Karenina… Kerem ile Aslı… Frida Kahlo… Birçok roman var, düşündüğümde… Yeniden okumak istediğimin Uğultulu Tepeler.
Şimdi bir deneme okuma zamanı. Havayı değiştirir denemeler. Bir esintidir… Kimi zaman yüzüne çarpan ve seni ayıltan bir rüzgâr. Bir lodos, bir poyraz, karayel…
Öznel Okumalar deneme-eleştiri kitabından “Aldatmak İçin En Uzun Gece Seçilir Tabii ki” adlı yazıyı okudum. İki cümlenin altını çizdim. Elbette cımbızlamak doğru değil. Bu benim gezindiğim ormanı anlamam için gerekli. “Üstelik zenginin aşkını fakire satmak bu ülkede öteden beri bildik hikâyedir. Türk sineması bu konuda yetkin örneklerle doludur.” S. 113
Anımsadım daha birçok romanları. Sylvia Plath, Simone de Beauvoir, Furuğ Ferruhzat… Fosforlu Cevriye’si, Suat Derviş’in. Mukaddes Erdoğdu Çelik’in Devrim Hamalı. Başka kitaplar da var. Elbette bu arada Türk filmlerini de anımsıyorum. Hatta bugün arkadaşımla konuştuk, ailelerimizin içselleştirdiği ve bize de yansıtılan Türk filmlerini. O… mu olacaktık ama olmadık neyse ki. Gülmüştük o yılardaki saflığımıza.
Osman Namdar’dan Şiir ve Şairin Meramı adlı kitabından bir eleştirisini okudum. Bu da Allaattin Topçu’nun Üçlü Aşk Senfonisi şiir kitabı üzerine yazılmış olmasın mı? İşaret dediğin de böyle olur işte. Bir bakarsın iklim değişir, gezdiğin ormana daha farklı bakarsın. Şair Osman da şiirsel bir cümle kurunca gülümsersin. Gülümserim demek istedim. “Bu yazıdaki fikirler, olsa olsa kuş bakışı bir gezinti olabilir.” Şiirler için “…duyusal ve duygusal alımlamalardan daha çok, felsefi sorular yumağı bırakıyor önümüze,” diyor. “Bu yüzden ölümü istemiyor görünse bile ölü gibidir bu şiirleri yaratan gövde; belki bir iyilik haline denk geldiği için, iyileştirici yanı için yazıp iyileşmek, kurtulmak istemiştir şair”(s.100). Şiirlerinden de alır yazısına: ““kendimi vuracağım// böylece/ aydınlanacak aşk ve akıl” diyerek kahramanı intihar edecek olan tragedya diline ulaşıyoruz.” (s.100). Bu şiirler aşk şiirleri gibi görense de aslında toplumsal şiirlerdir. Gel de sabah olmasın, bir sonbahar mevsiminin kışa dönerken ormandaki mevsim. Gel de gezme, ayaklarının altında kalan kuru yaprakların sesini dinleyerek.
Bugün arkadaşım kütüphanedeki kitapları görünce sordu. “Hepsini okudun mu?” Güldüm. “Sana böyle bir soru sorsam, yanıtın ne olacaksa, benim de sana yanıtım o.” Kitap kulüplerinde okuduğumuz kitapların bulunduğu rafı gösterdim. Baktı. Bak, dedim bu raf Borges’e ait. Bu raf da Berger’in. Unuttum hepsini. Tekrar okuyacağım. “Birlikte okuyalım. Ben de yeniden okumak istiyorum,” dedi. Buluştuğumuz Yer Burası, kitabını aldı. “Bunu okudun mu? Bu kitaptan başlayalım.”
Ah kitaplar ne yaramazsınız. Çocukluğunuz tuttu da, beni de oyuna getirdiniz. Ne geçmiş ne de gelecek var, sizin aranızdayken. Anılar da yavaş yavaş silinmekte. Hayallerimi giydirecek kahramanlar aranıyor.
Aslında arkadaşımla bir konu üzerinde konuştuk. Bu konu hakkında yazamam. Tanıdığım birisi kardeşini anlatmıştı ama… Yazmam, dedim. “Doğru, ben de yazmam. Okur, yazarın hayatını didikler, onun yaşadığını düşünür.” Cinsiyet değiştiren M. Aslında adını unuttum. Ama onu tanıdım, konuşmasak da… Ameliyat için senet karşılığında aldığı parayı… Sonrası hapishane… Gelişi güzel, çalakalem yazılacak bir konu değil. Yoldaş Ben İbneyim, kitabını yeniden okumalı. Dergiler takip edilmeli. Beni aşar yazmak.
Bugün de bitti. Günün ilk saatlerinde kitap okudum. Güne nasıl başlarsan öyle devam edermiş. Ah siz kitaplar. Zaman ilerledikçe (hem saatler, hem günler hem de yıllar geçtikçe) anılarımı unutturup okuduğum ve anımsamıyorum dediğim kitapları anımsatıyorsunuz.
Bir yanıt bırakın