KİTAPLAR SAYFALAR HİKÂYELER – 28 Mayıs 2024 / Salı
İnsan iyi yaşamadıysa en azından ölümü güzel olmalı. Uykudayken mesela. Ölü müsün, diri misin, anlamadan. Gülümserken rüyanda. Babam anestezi altında böyle öldü diye düşünürken…
Burnumun direğinin sızlaması, gözümün sulanması hep olmuştur. Anneannem her şeye ağlardı, haberlerden, televizyon dizilerinden… gizli gizli… ve tülbentinin ucuyla siler geçerdi. Geçtiğine inanırdım. Çünkü annem sorunca “Geçti,” derdi. Geçti. Yalnızlığı mıydı geçen? Yoksa erken yaşta yitirdiği dayım mı geçti? Dedemin ölümünün üzerinden uzun yıllar geçti ama geçti sayılır mıydı?
Yazarken etkilenmemek için kitap okumuyorum diyenler de var ama ben okumadan yazamıyorum. Ya da “Roman yazamamanın sebebi kitap okumaktır,” derler mi, derler hani. Olabilir. Ama okumadan… Yazmasam da olur. Romanda iyiyi göstermek için kötüyü de vermek gerekir. Oysa hasarlı, yarısı çöl yüreğim bu çarpıntıyı kaldıramaz. Sol göğsüm sızlar, sağ kör sağır. Beynimde kimyasallarım hortlar da bundan korkarım. Şekerim son günlerde normal sınırının az üstünde. Stresten tavan yapabiliyor. Aldığım ilaçlara ilaveten kendi kendime reçete yazıyorum. Kaşeyi vuruyor, Med.Vet.Dr. … Dip. No:…. imzayı atıyorum. Reçetenin kime ait olduğunu gizliyorum. Köpek olmadığını söylemiyorum ama kedi olmayacağı kesin.
“Biz burada mutlu muyuz, yoksa mutlu olmaya mı çalışıyoruz?” Dokuz yaşındaki öğrencimin sorusuna yanıt vermek için yıllarca uğraştım. Şimdi doğru yanıtı bulduğumdan hiç kuşkum yok. “Yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar?” Şimdi o kırkına merdiven dayamış olmalı. Artık bu soruma da o yanıt bulmaya çalışsın.
Çöplük adlı kitap kargoyla geldi. Birkaç sayfa okudum ve çok etkilendim. Belki de esip son günlerde yazdığım günlüklerime girdi. Havada bozuk karpuz kokusu var. Bir çöp arabası boşaltmış karpuzları. Çocuklar dayanamayıp yemişler, lavabolardaki kusmuk kokusunu aldım desem. Bozuk karpuz kokuyor…
Bölümün sonuna doğru, büyücünün evden uzaklaşmasını izliyorum ve kitabı kapatıyorum. Sayfa elli beşteyim. Kitabın okuru olarak bana bağışladığı bir başka dünyadan çıkamıyorum. Zeytin Büyücüsü’nü, dik kayalıkların arasında, vadi girişine nöbetçiler koyulan zeytin ağaçlarıyla kaplı yeri düşlüyorum. Zaman zaman bu vadi küçülüyor, babamın zeytin bahçesine dönüşüyor. Zeytin Büyücüsü babamı görüyorum. Koca kazanın altında, budanmış zeytin ağaçlarının yağlı dalları çıtır çıtır yanıyor. Bu kitabı yazabilirsem ve bana kaç yılda yazdığım sorulursa yaşımı söyleyeceğim.
Birkaç şiir, üç deneme, iki öykü, bir romandan kırk sayfa… Görünmez Kentler çok yoğundu ama sonunda bitirdim. Sanırım bugün bu kadar. Belki bir gün ben anlatıcı olarak ben, günlüklerden çıkıp giderim. Kalemimi bırakıp… Sonra bir yerlerden dönüp gelirim de. Neden olmasın? Yazdıklarım yalan değil mi ki…
Yatmıştım ama mide bulantım öyle çoktu ki lavaboya zor yetiştim. Anason kokusu daha da bulandırdı midemi. Yeniden yattım, gözlerimi kapadım. Gün içinde arkadaşlarımla aramızda geçen konuşmaları değil de sofrada geçen konuşmaları tekrarladım. Başım döndü… Ağır çekim kuyuya düşer gibi oldum. Uyumuşum. Ter içinde uyandım. Kalktım. Mutfağa geçtim. Daldan dala atlarken, düştüm, ayağımı kırdım.
Kırmak, dedim. Önce şeytanın bacağını kırdım. Sonra köprünün ayağını, yüreğimi, kalemimi…
Kalemimi, dedim. Ucunu açtım. Kitabımı açtım. Altını çize çize okumaya…
Okumaya başladım. Kitabı, canımı…
Sayfanın sonunu göremedi yazım. Onca roman, öykü, denemeye rağmen, başıma şiir mi çarptı ne? Ne kaldı ki sabaha.
Kuşlar uyanmak üzere olmalı. Şakımaları güneşi uyandıracak. Şşııt.
Kütüphaneye geçtim, elektriği yaktım. Oda aydınlandı. Öyle sessiz, öyle sessizlerdi ki şaşırttılar beni, benden önce uyumaları. Birkaç deneme kitabını elime aldım, içindekiler bölümlerini okudum. Masa başına geçtim, oturdum, bir kitaptan “Martılar” bölümünü – ki kısacık bir yazıydı- okudum. Kadıköy’ün martıları ve gemilerini özlediğimi fark ettim. Ayranla pişmiş deşilmiş koyun bağırsaklarını da… Kitabı aldığım rafa bıraktım. Odadan çıkmaya, arkama dönüp bakmadan çıkmaya karar vermiştim. Olmadı. Kapıda durup baktım. Uyuyorlar. Ben mi, yoksa onlar mı uyuyor anlayamadım. Şşıııt, dedim. Elektriği kapadım.
Yatak odasına geçtim. Bizimkiler, sanki yatacak başka yer yokmuş gibi benim yattığım tarafta yatıyor. Yatağa oturunca zıplayıp ayak ucumdaki yerlerine geçtiler.
Geçti. Günler geçti, haftalar, aylar, yıllar… Tam yedi yıl geçti günlüklerimin üzerinden. Şşşıtt, dedim. Şşşıııt!
Bir yanıt bırakın