KIRMIZI MOTOSİKLET -1-
25 Temmuz 2018
Kırmızı Motosiklet’i bakalım ne zaman bitireceğim. Çok yavaş gidiyor. Bir yandan okumak, diğer yandan yazmak yetmiyor diğer yandan da eleştiri kuramlarını okuyorum. Bir başyapıt olan Mimesis’i okumak isterdim, yine aklıma düştü. Batı ve Doğu’da Mimesis kitabı Kader Konuk’un, aradıysam da Kadıköy’de kitapçılarda ve sahaflarda bulamadım. İnternet kitapçılarına kaldı artık.
Okunacak öyle çok kitap var ki. Önceki okumaları anımsasam mutlu olurdum.
Oya ve Lütfiye, Kırmızı Motosikleti Kadıköy YKY şubesinden aldı. İnternet kitapçılarında satışı yok, tükenmiş. Ben de Calvino’nun Ağaca Tüneyen Baron’unu aldım. Çünkü Kırmızı Motosiklet’te geçiyor. Sayfa sayısı çok, sanırım hemen okuyamayacağım. Çok dallanıp budaklandı Kırmızı Motosiklet. Kitapta yerli yazarlarımız da var.
Beşinci Mektup;
Birinci mektupta dört beş yaşlarında babayla olan iletişimi Freud’un Elektra Kompleksi’ni anımsatıyor.
Her mektup kendi içinde kapanıyor ve diğer mektupta bir başka anlatı yer alıyor.
Mektuplara cinsiyet önemli değil, kadın kendisini insan olarak var etmeye çalışırken, bireyselleşme serüvenini izliyorum. Dil yazarın kimliğinden etkileniyor, sözdizimleri anlatıyı zenginleştirdiği gibi mücadeleci bir oluş içinde olduğunu izliyorum. Son mektuba kadar merakla bu oluşu izliyorum. Bu arada da kendi hikâyemi (romanımı) anlatırken benzer bir dille aktarmaya -içsel olarak elbette- çabalıyorum. Mekan ve zaman yavaş yavaş yaşadığım coğrafyaya yerleşiyor; dünyadaki ortak yanlarını -tanık olduğum ya da dinlediğim- anımsatıyor. Kendime soruyorum: Ne yapmalı? Nasıl yapmalı?
Yavaş yavaş ben de anlatıdaki kahraman gibi kendimle hesaplaşıyorum. Anlatan kişi sadece içine doğduğu ve onu besleyen kültüre değil, aynı coğrafyada farklı yaşamlarla da ortak baskı, gelenek, kültüre değiniyor. Mücadelesinde onu besleyen eserler coğrafya dışında olduğu kadar kendi –ortak- coğrafyamızdan da seçilmiş. Bu, Batı ile Doğu olabilir mi, bilmiyorum elbette. Ama anlatıcının eserlere hakim olduğunu düşünürsem, neden olmasın, diye de düşünüyorum.
Toplum, birey gelişmesi zaman çizgisinde yer alıyor ama her mektup kendi içinde zamanda geri dönüşler ve daha çok ileri sıçramalar gösteriyor. Geçmiş ve bitmiş olan. Bir de yazma dönemi olan şimdi var.
Anlatı ilerledikçe ister istemez ben de anlatırken geri dönüşler yaparak anlattığı yeni zaman dilimi içinde birey olma mücadelesi verirken yaşadıkları arasında bağlantılar kuruyor, yeni şeyleri görüyorum, hissediyorum. Her ne kadar kendi hikâyemi anlatmayı denesem de anlatıcı benim için hâlâ o olmayı sürdürüyor. Ortaklıklarımız olduğu halde.
Bu arada bugün kargodan kitap geldi. Yazarın, Edebiyatımızda Bireyselleşme Serüveni. Bu kitap da bana, metinlere soracağım soruları gösteriyor, yol açıyor. İncelenen otuz roman var; 1900 ve 2000’li yıllar arasında yazılmış romanlar. Bu kitaptan da yeniden öğreniyorum ki, romanlar toplumu ve bireyi yansıtıyor günümüzde; birçok ipucu barındırıyor, diyor.
Aslında kitabı bitirdikten sonra yeni baştan okumam gerekecek. Anlatının bölüm bölüm olması benim için kolaylık sağlıyor, ne de olsa ilk öznel yaklaşımın ve çabam. Bölüm bölüm çalışıyorum. Okuyorum heyecanla. Son nasıl bitecek önemli değil sanki. Bilmem gerçekten öyle mi? Çünkü çoğu kitapların sonunu önceden okurum ama bunu okumak istemiyorum ki.
Benim için önem kazanan hikaye edişi oluyor. Başka yazarlar, başka öyküler, başka diller araştırmamı gerektiriyor; bu beni heyecanlandırıyor. Metne belki de bu şekilde bir okur olarak katılmamı istiyor, yazar. Kendi hikâyelerimizi de bu şekilde çoğaltabilir, kendimizle metinler arasındaki ortaklıklarımızı fark edebiliriz; bu bir mücadele. Benim için her ne kadar cinsiyetsiz olsa da, insan olsa da bir kadın karakter canlanıyor karşımda. Onu anlamak kendimi anlamak mı? Ne de olsa hepimizde var olan duygular, benzer yaşamlar.
Anlatı bir şekilde çocukluk yıllarından ilerleyen yaşlarına kadar gelişen bir toplum, değişen değerler, bireyselleşme var. Bu da kadını değiştiriyor elbette. Değişimi sadece büyüdüğü için değil diye düşünüyorum. Her yaşında farklılık gösteriyor. Edebiyatın serüveni. Yazdığı zaman yani şimdi hangi değişime rastlıyor, sonlarda öğreneceğim sanırım.
Acaba biz modern toplum olabildik mi? Aydınlanma dönemi bana nasıl yansıdı? Burada bir yanıt geliyor metinden. Elbette seçtiği yazarlar bunu yansıtıyor, değil mi ya?
Beşinci Mektup;
Şimdi zaman diliminde anlatıyı nasıl anlatacağını düşünüyor. Hikâye anlatmak ama hangi an’lar ve hangi dil? Acaba metne giren yabancı diller bana dilin anlatımdaki önemini düşündürebilir mi? Farklılıklarını? Sesin ve harflerin büyüsü yansıtılmaya çalışıldığı için mi önem kazanıyor? Bu simgeyi anımsamıyorum, bana başka bir yazarı çağrıştırmıyor, iyi bir okur olmadığım için.
Yazarın Edebiyatımızda Bireyselleşme Serüveni kitabından çok şey öğrendim. Ama sadece iki kitabın serüvenini okuyabildim.
Bir türlü Beşinci Mektup için bir yazmadım. Ne çok konuştum.
Bu mektupta alef’i gördüğünü öğreniyorum. Yazar adını vermiyor. Bu ben de olabilir miyim? Bireyselleşme süreci olabilir mi? Elbette ya ben de okurken kendi hikayemi yeni baştan yazmıyor muyum? “Öyleyse şu elimizdekini yeni baştan kuralım.”s.36 Büyüme serüveni ve yazarak yeniden büyüme serüveni.
“Her şeyi değiştirebilirim, geçmişi değiştirebilirim, edebiyat yapmıyor muyum nasıl olsa? Eskiden ileriye attığım şeyleri şimdi geriye atıyorum.”s.36
İstanbul’da olduğunu hatırlıyorum, iki sarnıç var evlerinde. Bahçede ve evlerindeki bodrumda. Karşıma da Medusa çıkar mı acaba? Bu su yağmur suyuydu ve saçları ipek gibi yapardı, Medusa gibi değil yani. Güzel bir hala çıkıyor karşıma.
Calvino’nun Ağaca Tüneyen Baron bu mektupta yer alıyor. Ayrıca Tevfik Fikret’ten de bir şiir var. Babaanne şiirleri ezbere biliyor. Babaanne için şöyle diyor, “Ne çok dünya vardı bakılacak, yeniden ve yeniden kurulacak!” Bu sadece bireyin hikâyesi değil, toplumsal değişimin de hikayesi olmalıydı. Sürekli değişen bir düzen.
Çam ağaçları olan ormanlıktan denize iniyor. Zaman zaman düşüyor, dizkapakları yaralanıyor. Deniz! Ama denizi anlatmıyor.
“Aslolanın yerini yazı alıyordu. Belki de aslolandan korktuğum için böyle olmuştu. Yaşadıklarımın, düşündüklerimin yazıya, yani birtakım soyut biçimlere dönüşmesi belli bir rahatlık sağlıyordu. Öte yandan da beni gerçeklikten, içeriklerden koparıp alıyordu.”s.40
“İzini gördüğüm, dokunamadığım sahici dünya. Var mıydı sahiden o dünya?”s.41
Mektup harflerin renkleriyle bitiyor. Bir sayfa daha bir anlatı daha kapanıyor.
Yazar anlatıcının son paragrafı kalıyor zihnimde. Bir gün çözeceğim. Bir başka zamandaki okumalarımda.
Tek bir harfe, tek bir bireye (herkes) eleştirel yaklaşıyor, uyumsuz insan mı kılıyordu? Bu da yeni öğrendiğim bir şey, internetten elbette. Adı ‘K’ olan roman kahramanları. Bunlardan biri Kafka’nın Dava’sı.
Bir de Kırmızı var.
Bugün bitti.
Bir yanıt bırakın