GÜNLÜKLER – 8 Ekim 2020
“Cuma günü saat dörtten sonra geleceğim.”
Onun söylediği Cuma birkaç gün sonrası değildi. Tam bir hafta sonradan söz ediyordu. Kabul etmekten başka çarem yoktu. Zaten acil bir ihtiyacım da yok. Evde kalmıyorum. Kalsam da yemek yapmıyorum. Masa ve sandalyeleri usta istediği zaman getirebilir.
“Olur usta.”
Bir hafta çabuk geçti. Hafta sonu yazlığa gidecektik ama iptal ettik. Üç aydır ustanın eşyalarını getirmesini bekliyoruz. Getirsin de o da biz de kurtulalım. On arayla arıyor ve getireceğini söylüyordu. Cuma günü kesin getirecekti.
Saat dördü geçerken ustadan telefon beklemeye başladım. Beklediğim telefon saat altıda geldi. “Bugün gelemeyeceğim, cilasını yapacağım. Yarına kadar kurur, yarın getireceğim.”
Benim eşyalarımdan önce bitirmesi gereken başka işleri olabilir. Benim nasıl olsa acelem yok. Benden alacağı para da çok değil ki acele etsin.
“Olur usta.”
Günlerden cumartesi. Saat bir. Beklediğim telefon geldi. “Bugün gelemeyeceğim. İzmir’e gitmem gerekiyor. Acil bir iş.”
Belki hastası vardır. Başka işleri de olabilir.
“Olur usta.”
“Yarın geleceğim.”
“Olur usta.”
Günlerden Pazar. Saat yedi. Usta yok ortalıkta. Onu ben arıyorum.
“Bugün nakliye yapan arkadaşımın kardeşi…”
Olabilir elbette. Hastalık şu sıralarda çok yaygın. Umarım korona değil. Yarın gelecekmiş. Kesin yarın gelecekmiş.
“Kesin değilse salıya kalsın sonraya kalsın usta. Benim de akşama işim var. Akşam gelme de.”
“Saat birde getireceğim.”
“Olur usta.”
Günlerden pazartesi. Saat on ikiyi geçiyor. Aramıyorum. Telefonun her çalışında koşarak geliyorum. Başka zaman olsa aheste aheste telefonu nereye koyduğumu ararım. Sesin geldiği yöne doğru ilerler… Şimdi telefona yapışığım. Beklemekten yoruldum.
İki arama oldu, arayan usta değil.
Telefonu elime aldığımda saat on ikiyi geçiyordu.
“Usta bugün gelecek misin?”
“Bugün avukat çağırdı. Sana getirirsem avukata yetişemem. Haciz geldi de… Yarın geleyim. Ama bil ki eşyaların hazır. Sana fotoğraflarını göndereyim.”
“Bak usta yarın gelemeyeceksen söyle beklemeyeyim. Salı de, haftaya de… Ne dersen de ama geleceğin bir gün söyle.”
“Yarına…”
“Olur usta.”
Başka ne diyebilirim ki? Sanayide dükkanı olan bir esnaf. Kendi elleriyle yapıyor sandalyeleri, masaları, sehpaları. Bana ayrıca berjer yapacak. Benim ailemde herkes kısa boylu. Fabrika yapımı berjerler bize büyük geliyor. Usta bana sandalye boyutlarında berjer yapacak. Oturunca ayaklarımız yere değecek. Ustaya bunları anlatmıştım. Neden ona yaptırdığımı uzun uzun anlatmıştım. Berjerler derin olmayacak ki arkamıza yaslanabilelim. Renkler sade pastel mavi ve pudra rengi pembe. Üç berjer, bir masa, altı sandalye.
Korona nedeniyle aylarca kısıtlamalar yapıldı ve işler azaldı. Şimdi ustanın işleri açılmış olmalı. İşinin olmasına seviniyorum. Küçük sanatkarlara iş verilmedi, korunmalı, desteklenmeli.
Telefonuma mesaj geldi. Usta berjerlerin fotoğraflarını göndermiş. Pembiş pembiş maviş maviş pek sevimli görünüyor.
Günlerden Salı. Dörtten sonra gelmeden önce arayacak. Evde bekliyorum. Telefon yarım saattir elimde. Arasam mı aramasam mı, düşünüyorum. Yarım saat geçti. Ustayı arıyorum.
“Geleceğim dedim ya. Geleceğim ya.”
İpler o anda koptu.
“İyi de bugün beşinci gün. Her gün geleceğim diyorsun gelmiyorsun. Benim işim seni beklemek değil. Gelmeyeceksen gelme hatta hiç gelme.”
“Akşama gelirim. Nakliyeci arkadaş işten çıkıp gelecek. Altı altı buçuk gibi geliriz.”
“Oldu. Bekliyorum.”
Saat altı buçuk. Telefon çalmıyor. Ben arıyorum ustayı.
“Nakliyeci gelmedi. Şimdi ona telefon açayım sonra seni ararım.”
“Olur.”
Gerçekten de arıyor on dakika sonra.
“Hemen arayamadım çünkü arkadaş telefonunu açmadı. Şimdi yoldaymış.”
“Çıkmadan önce arayın.”
“Aramak zorundayız zaten. Arkadaşa yolu tarif edeceksiniz.”
“Olur.”
Yarım saat ya geçti aradı. Konuşan başka biri. Yol tarifi yapıyorum. Aradan yarım saat geçti. Kapı zili çalmadı, usta telefon açtı. Aşağıda ama kapı numarasını bulamamış. Bulamaz zaten. Kapı zilindeki isim benden önceki kiracının ismi. Otomata basıyorum. Basıyorum. Tekrar basıyorum. Babam ben aşağıya iniyorum, diyor. Yardım edecekmiş. Telefon çalıyor. Usta arıyor “Kapı açılmıyor.” “Babam aşağıya indi o açacak.”
Bir süre sonra asansör kata geliyor. Kapı açılıyor. Usta sandalyeleri ve bir berjeri çıkarıyor içeri taşıyor. Üstü başı talaş lekeleriyle dolu. Sen emek ver uğraş sonra da yetmiyormuş gibi sırtında taşı. Sıkıldım, utandım. Bir nakliyeci tutsaydım böyle olmazdı. Ama nereden bulacağım nakliyeciyi? Yabancı olmanın sorunları.
Her partiyi taşıyışında hikayesini anlatıyor. Haciz gelmiş ve bunu çözememiş. İşini seviyormuş, severek yapıyormuş ama insanlar olmasa. “Onlar olmasa işim de olmaz gerçi.”
Masayı nakliyeciyle birlikte merdivenlerden beşinci kata kadar çıkarıyor. Masanın üstü battaniyeyle bir bebek gibi sarılmış.
Masayı yerleştiriyor. Battaniyeyi çıkarıyor. Nasıl açılıp kapatacağımı gösteriyor. Elleri masanın üzerinde. Elleriyle yaptığını söylüyor. Masayı okşuyor parmaklarıyla vedalaşır gibi. Masanın yüzeyi parlıyor.
“Usta cilası kurumadı sanırım. Islak görünüyor.”
“Kurudu. Birkaç kullanımdan sonra parlamaz.”
“Çok güzel olmuşlar usta. Ellerine sağlık.”
“Beğendin mi?”
“Evet beğendim.”
“Berjerleri sandalyeden biraz büyük yaptım.”
“Sağ ol usta. Eline emeğine sağlık.”
Parasını veriyorum. Sayıyor. İçimi rahatlatmak için evet evet düpedüz vicdan yapmamak için nakliye parası adına – ama bunu ona söylemeden- yüz lira fazla veriyorum. Yüz lirayı masanın üzerine bırakıyor. “Olmaz usta bunu alman lazım oturak için sayıyorum.” Bir ara nakliyeciyle göz göze geliyor. Babam da ısrar ediyor.
Gidiyorlar.
Berjere oturuyorum. Ucuna oturunca ayağım yere değiyor. Arkama yaslanınca ayaklarım havada sallanıyor. Olsun.
Bitti sonunda.
Arkadaşıma anlatıyorum. İçime oturdu vallahi. Öyle çok sorunu ve borcu var ki dinledikçe ağlayasın geliyor. Fabrika işi alsaydım her şeyden habersiz iş bitecekti. Çalışanlar için sendikalı olsunlar diyecektim. “İyi yaptın esnafa iş vermekle. Onları desteklememiz gerek. Biz desteklemeyeceğiz de kim destekleyecek?”
“Babama da çok üzüldü. Çocuklar gibi düşündüm. Babam on diyor aracı beş. Bin lira bile artırmıyormuş. Ben babama da aracıya da üzülüyorum. Babama on versem, aracıya da bedava versem. Ah keşke çok param olsa da… Tıpkı çocukların masalları gibi. Hani büyüyünce ne yapacaklarını sorduğumuzda aldığımız yanıtlar gibi…”
Kendime çok üzülüyorum. Bir yayınevi bulamadım yeni romanımı bastıracak. Hani şöyle param olsa da yayınevi kursam. Bu da yetmez daha da olsa da reklam da yapabilsem. Yok bu da yetmez kitabevi açmalı hatta zincirler kurmalı…
Sevgili sayfam. İyi ki varsın ve bana yetiyorsun. Roman öykü masal…
Bir yanıt bırakın