GÜNLÜKLER -64-
11 Kasım 2018
Yuka çiçeğinin baş döndürücü kokusuna, kedinin mırıltılı ezgileri eşlik ediyor. Bugün ve bundan sonraki günler onlara misafirim. Saksıya su dökecek, mama kabına mama koyacağım. Kitapları yerlerinden alıp kapaklarını açıp okuyacağım. Gerçek üstü bir durum. Hayal gibi. Gerçek olduğundan emin olan sadece benim.
Kuramsal kitaplara yöneldim. Bu tür okumalarım, sadece edebi eserlere değil, kendi eserim olan hayatıma da dikkat çekiyor.
Yazsam roman olur, dediğim hayatımı gözden geçiriyorum. Bana göre roman olmaz ama herkes öyle söylüyor ya, bunu düşünmeden edemedim yine. Eğer herkes yazmış olsaydı, değişen ne olurdu?
Sanırım şimdi yaptığım gibi olurdu. Okuyup okuyup yeni anlamlar çıkarırdım, yeni yeni icat ettiğim yalanları görürdüm. Sıradan olayları nasıl da sıra dışı gördüğümü, sıra dışı olayları nasıl da sıradanlaştırdığımı görürdüm. Başka kitaplardan alıp kendime kattığım düşünceleri, cümleleri bulurdum. Başka türlü yazmalı, diye düşünürdüm ama nasıl değişiklik olacağını bilemez elimden bırakırdım. Bir kenara atar, bir başka roman açar okurdum. Benim yazdığım gibi yazmayan kitaplar…
Bu mırıltılı ezgiler ve bu çiçek kokuları eşliğinde yazmak olanaksız. Okumak olanaksız. Demek ki yaşamak böyle bir şey olmalı.
Şiir mi okusam? İçerideki atmosfer bir tek kelime bile istemez oysa. Zaten yeterince okuyamadığım için yazmam da olanaksız.
Çay molası.
Belki bir süre sonra okuyabilirim.
*
Telefon çaldı. Gerçek hayatla ilgili bildiklerimden ve bildiklerimin doğru olduğundan emin değilim artık. Bilmiyorum. Yani zaman değişmiş olmalıydı, kadınlar değişiyor olmalıydı. Erkeklerin değişimine zaten ayak uydurmak olanaksız. Ben çiçek kokusundan olsa gerek düşünemiyorum.
Telefon çalıyor. Arkadaşıma anlatıyorum, o da bana pencereleri aç diyor. Çiçekler gece olunca açıyor ve kokuyor. Hayır. Pencereleri açmayacağım. E yanıma geliyor, okşuyorum sessizce ve o mırıldıyor.
Telefon çalıyor. Arkadaşıma anlatıyorum. O anlatıyor, şaşırıyorum. Saat geç ve çiçek kokuları… E’deki değişim. O anlatıyor. Aşk hikâyelerine, inanılan ve beklentide olunan aşk söylencelerine gülüyorum. İçten gülüyorum. Aşk mektuplarına gülüyorum. Kim inandırmıştı bizi bu hikâyelere ki ve neden? Neden inanmıştık ki?
Ne şanslıymışım, diye düşünüyorum. Düşündüğümden de fazlası, gözlerimin önünden geçiyor kareler. Yorumlamaksızın izliyor, gülümsüyorum. Kadın erkek…
Ben düşünemiyorum. Düşünmek de istemiyorum. Yatak odasına geçtiğimde Yuka’nın kapısını kapatacak, E’yi yanında bırakmayacağım. Çünkü Yuka onun için zehirli, bugüne kadar kapatmıyordum çünkü ilgisizdi Yukaya karşı. Çiçeklerin üzerinde damlalar var ve yere düşüyor. E’nin yalaması bile ona zarar vermesine yeter.
Pencereleri açıyor, içeriyi havalandırıyorum.
Her şey, düşünceyi durdurup kendi romanını kitap okur gibi, başkasını anlamak için okuduğun gibi okuyunca başlıyor olmalı. Bu bir gidiş hikâyesi. Kimisi için düşmekle, kimisi için gitmekle başlayan bir şey. Öyle olmalı.
Parfüm diyorum, bu parfüm kokusu değil. Yapay olan her şey yapaylaştırıyor her şeyi.
Böyle havalarda Orhan Veli okunmalı. Ya da…
Bir kitap açıyorum, John Berger, Portreler. (41 Frida Kahlo başlıklı bölümden, Juan Gelman şiiri.)
“Duyuyor musun/Kalbim?/başka yere
Gidiyoruz yenilgiyle/
Bu hayvanla başka yere/
Ölülerimizle/başka yere
Kimse gürültü çıkarmasın/herkes sussun
Susabildiğince/ kemiklerinin sessizliği
Bile duyulmasın/ kemiklerinin, o mavi gözlü
Hayvancıkların/masada oturan uslu çocuklar gibi/
İstemeden acıya dokunan/
Kurşun yaralarıyla ilgili tek kelime konuşmayan
Ağızlarında küçük altından bir yıldız ve ay
Sevdiklerinin ağızlarında beliren/
*
Susma ve dinleme saati. Uykudan uzak. Anlamaya çalışmaktan yorgun düşenlerden değil de anlatmaya çalışmaktan yorulmuş anlaşılmayanların susma zamanı. Geceyle birlikte sessiz. Uyursam düş gördüğüme inanırım. Düş değil, gözlerimin önünden geçiyor kareler. Gece kadar sessiz. Dilim ne kadar eğip bükmüşüm seni, metaforlarla örmüşüm. Gerçek şu; gördüğüne inandığında söylediğin gerçek.
Bir yanıt bırakın