GÜNLÜKLER -51-

GÜNLÜKLER -51-

5 Ağustos 2018

Müzik dinliyorum, dinlediklerime sözler yazılmamış olmalı. Her dinleyişimde yeni baştan yazmalıyım. Ne de olsa ezberim yok. Kelimeler aynı olsa da sözdizimleri değiştiriyor anlamlarını ve  kanatlanıp uçuyor.

Günlük hayatta yani sıradan günlük hayatta biz de Akerson’un romanlarındaki kahramanlar gibi düşünüyorsak ne güzel. Bu kadar zengin bir okuma kültürüne sahip olmak ve hayatımızı kendimizin belirlemesi zor. Roman kahramanları bunu yapmaya çalışıyor. Parçalanmaya karşı yeni bir çıkış yolu bu olmalı. Yazar dördüncü kitabını yazmayı düşünse sanırım bir ütopya ile karşılaşırız. Çünkü bütün kültür gelişimi ve zamanlar romanlarla birlikte ilerliyor. Postmodernizmden sonra ne geliyorsa ona işaret ediyor bence. Artık her şey adlandırılmış ve yeni bir başlangıç yapılmıştır. Yaşam döngüdür ama aynı şey etrafında dönmez, sürekli genişler alanı, sarmal yapı. Sonraki eserde ütopyaya uzanacağımızdan hiç şüphe duymuyorum. Büyülü sözcükler arıyorum, büyülü eserlerin karşısındayım çünkü.

Mutsuz bir çocukluk hikayesi herkesin vardır. Belki de bu hikayeyi herkese anlatmasak da anlattığımız paylaştığımız insanlar vardır. Bu hikayeyi yazmaya çalıştığımızda kolay olmadığını anlarız. Mutsuz anneleri, babaları, mutsuz insanları…  Bakmak istediğimiz pencere, daha çok mutlu olduğumuz anlara açmak için zorlarız sanırım.  Bakmak istemediklerimize ise uzaklaşıp bakmak gerek belki de, belki de bu nedenle zor anlatmak. Biz olsa olsa denizde doğarız her şeyi reddedip büyürüz. Her şeyi reddederiz.

Kendimizin verdiği kararlara odaklanırız, mücadeleci yanımızı ön plana çıkarmaya çalışırız. Anlattığımız buz dağının bir de görünmeyen altı vardır. Sözdizimleri dağın görünmeyen kısmının izlerini taşır. Anlatmak istediklerimizdir bir kadın olarak. Nasıl anlatılacağını edebiyattan öğreniriz.

Yazar okudukları kitaplardan pamuk yapıp anlatıcıyı sarıp sarmalamış. Okurun zengin bir okuma geçmişine gereksinimi var.

Her romanda bir aşk hikayesi vardır. Burada da var. Herkesin var. Bunu nasıl anlattığı çok önemli benim için. Bilinenleri öğretilenleri kabul etmeyip kendi aşkını yaşamak en güzeli.

Yazmak, bir şeyleri yıkmak anlamına da gelir benim için.  Yıkmak ister istemez sonrasında yeniden inşa edilmesini gerektirir. Her dönem bir şekilde yıkılmıştır.

Modern zamanlar yerini postmodernizme bırakmıştır ve bu da kendisini yeni bir akıma bırakacaktır. Gündelik yaşam da değişecektir.

Bir eserin ya da birkaç eserin okurda bıraktığı yolculuktur, okurun –benim- denize düşmesi ve kıyıya çıkmak için….

*

KIRMIZI MOTOSİKLET

Kırmızı Motosiklet ilk öyküsü, öykü on mektuptan oluşuyor. Anlatıcı, dört beş yaşlarındayken  anımsadıklarını yazıyor. Bu anımsamalara kitaplar da eşlik ediyor. Her mektupta geçmişle birlikte şimdi de yer alıyor.

“Evet, gel Beatrice’yi kumsala indirelim. Şimdi bugün inse ne şaşırır ama. Edebiyatı bükmek ne kadar heyecan verici, değil mi?” s.27 Bu cümle başka anlatılara romana açılım yapacak daha sonraları.

“Gene de Beatrice’nin gökyüzünden süzülerek indiği bir kumsal düşünebilirim, omuzlarında yıldızların pırıltılı tozuyla.”s.26 (Üçüncü Mektup)

Beşinci mektuptan sonra anlatılar birbirlerine ekleniyor, tekrarlar yer alıyor.

Altıncı mektupta anlatıcının adada olduğunu öğreniyoruz. Anlatıcı önce çocuk sonra kız çocuğu sonra da genç kızlık yıllarını yazar. Bir şekilde kadınların iç dünyalarını yansıtır. Anlatıcının edebiyatla güçlü bağları vardır. Borges’in Alef’i, bu öykünün ana öyküsüdür. Gördüğü dünya var mıdır, emin değildir anlatıcı. Belki de bu nedenle yazar. İnanmak için mi yazarız, bilmem ki.

Yedinci mektupta renkli harflerini ve sözcüklerini açıklar. Daha çok kan kelimesi üzerinde durur. Gençliğindeki ilk sevgilisini anlatır. Hikayeler anlatan, anlattıkları farklı da olsa aynı kesinlikle hikayeler anlatan motosikletli sevgili.

Dokuzuncu mektupta  sorular sorar. Yanıtlarını vermeyip bize bıraktığı sorular vardır.  Edebiyatın sanki gerçekliğe dönüştüğünü düşündüğü bir yaştadır. “Dünyayı değiştirebileceğimize, inanıyor muydum?”s.59 “İşe üniversiteyi işgal ederek mi başlamıştık? Sokak gösterileriyle mi? Kanlı pazarların içinden geçerek mi? Okuyarak mı?”s.59

Son mektubunu yazarken yazdığı kişiyi özler mi, özler. “Keşki burada olsan, pantolonlarımızın paçalarını sıvayıp kumsalda yürüyebilsek.”s.60 Ona mektuplarında yazdıklarını anlatmayı, kendi “silik alefi” ni anlatmayı ister.

Bütün kitaplarında karşılaşacağımız gibi bu kitapta da edebiyat eserlerine yer verilmiştir. Alef’in dışında başka kitaplara, masallara, şarkılara, şiirlere de yer verilmiştir.

Okumaya başlarken bana, Cortazar’ın Yaz öyküsünü anımsattı. Üç Turunçlar masalını çok sonra anımsadım. Calvino’nun eserleri, Tevfik Fikret’in şiirleri, Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken romanı aklımda kalanlar. Aklımdan hiç çıkmayacak olan da Alef öyküsü Borges’in.

Bu öyküde unutamayacağım, kahramanın kendinden çok benden çok şey bırakmış olmasıydı. Kadın olarak yaşadığım coğrafyaya dair bildiğim ve bilmediklerimi düşündüm, anımsadım.

Şimdi bir ada düşünüyorum. Ada dediğimde aklıma hep Sait Faik’in öyküleri geliyor. Deniz diye düşünüyorum, bir kıyıya varır elbet dalgaları.

Kedi karşımdaki koltuğun tepesinde uzanmış yatıyor. Yuka solumda. Kitaplar, kitaplar, kitaplar… Yaşanılanlar kadar okunanlar da unutulmuyor. Herkesin gerçeklik yansıması bir başka. Bir başka oluyor anlatıldığında.

Nostaljik eserleri severdim bir zamanlar. Şimdilerde ise okuyamıyorum. Zaman akıyor, ister istemez değişen görüntüleri izliyorum ama geçmişin gölgeleri üzerine düşüyor. Şimdi, geçmişin üstünde, helezon bir yapıda yer alıyor. Anlatacak bir şey yok. Belki de şimdilik öyle çünkü okumak istiyorum.

Kitaptaki ikinci öyküye başlayacağım.  “Kumsaldaki Minik Ayak İzleri”

*

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*