GÜNLÜKLER -22-

GÜNLÜKLER -22-

Eve girince, onu daha sonra arayacağımı söylediğim arkadaşımı aradım. Konuşmalarımız bir ara günlüklere geldi. Özel bir günlük tutup tutmadığımı sordu. Tutmadığımı söyledim. Çünkü nasıl anımsamak istiyorsam öyle yazmayı tercih ediyordum. Yeniden okuduğumda sadece o günün duygularını değil, şimdinin duygularını da hissetmek istiyordum. Bugün yazmayacaktım ama yazmaya karar verdim.

Arkadaşımızın doğum gününü kutlamak için bir araya geldik. Sekiz kadın arkadaştık. Her şey çok güzel planlanmıştı ve güzel de geçti. Yemek yedik. Çay, kahve derken saatlerce oturduk. Konuştuk. Ortak anılarımız çok geçmişe uzanmıyordu. Sadece beş yıl. Ama ortak olmayan anılarımız da konuşuldu. İş, ev, çocuklar, şimdi… Yemek tarifleri, gidilen kurslar. Artık yapmadığımız, yapmak için  zaman bulamadığımız bir zamanların gözde yemeklerimizi konuştuk. Ben de mantı açardım, dedim örneğin. Bana güldüler. O zamana kadar hiç dikkat etmediğim konuşma alışkanlığımız gündeme geldi. Bu konu özellikle dikkatimizi çekti, üzerinde düşünmemiştik. Birbirimizin diksiyonu  hakkında yorumlar yaptık. İki arkadaş diksiyon dersleri almaya başlamıştı. Bir arkadaşım hızlı konuşuyor, diğer arkadaşım da yavaş konuşuyordu. Ben de yavaş konuşanlar arasında yer aldığıma karar verdim. Sonra okumalarda ve aramızda çektiğimiz video çekimlerinde farklı olduğunu kabul ettim. Çocuklarla konuşurken, onlarla oynarken de farklıydı. Hızlı konuşan arkadaşımıza okuma çalışmaları verilmiş. Kitap okumak için zamanı olmuyormuş. Ben de bir başlangıç yapalım, dedim. Ona telefonundan bir sayfalık  mektuplarından birini okuttum. Telefonun küçük ekranından okumak zordur. Birkaç arkadaş dinledik. Yavaş konuşan arkadaşım, okurken noktalama işaretlerine dikkat etmediğini söyledi. Doğru okumalar anlamayı hızlandırır. Yanlış anlamaya neden olan bir okumaya örnek cümle vermek istedim. Düşündüm. Aklıma gelmedi.  Şimdi tekrar düşünüyorum da, bulamıyorum. Şimdi yeniden denemek istiyorum.

Olmuyor. Oysa eve girerken bir cümle kurmuştum. Üstelik benim yazmayı tercih ettiğim bir cümleydi. Mektuplardan arayıp buluyorum.

“Bakalım elimdeki ne renkmiş?”

“Bakalım elimdeki ne, renkmiş.”

Kısa olmasına rağmen yüksek sesle okurken anlamı değişiyor. Noktala işareti de değişiyor.

“Bakalım elimdeki ne; renkmiş.”

Bunun, uzun bir cümle olması durumunda anlamının ne olacağını düşünemiyorum.

Sevgili mektuplarım. “Sevgili, mektuplarım…”

Cümlelerim, sizinle oynamayı çok seviyorum.

Hava güzeldi. Sohbet güzeldi. Bir arada olmak güzeldi. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey vardı.

Güzel bir gündü.

Yazdığım, üzerinde oynadığım cümleler üzerine düşünüyorum.

Kediyi de düşündüm. Onunla kurduğumuz iletişim nasıl? Onun kedi olması, benim insan olmam iletişimizi nasıl etkiliyor? Birbirimizi anlıyor muyuz?

Bu  sorularıma olumlu yanıtlar veriyorum. Sonuçta biz birbirimizi eğittik.  En baştan onun kedi olduğuna, benim de insan olduğuma inandım. Sahibi olmadım. Benim kedim olduğunu da hiç düşünmedim. Kedim, demedim çoğu yerde. Yazılarımda buna dikkat etmeme de hiç gerek kalmamıştı. Onu uzun zamandır kedi olarak da hissedemiyorum. Kalp atışlarını ellerimin altında hissettiğimde, diyorum ki onu tüylü bir hayvan olarak düşün. Ama bir canlı diyorum, beni seven ve sevilmek istenen bir canlı. Onu ilk gördüğümde, siyah tüylü olması nedeniyle, halk arasındaki batıl inanç aklıma gelmişti. Çevremden aldığım tepkileri anımsamıştım. Evet itiraf ediyorum.  Ama ona siyahın çok yakıştığını da düşünmüş, renginden dolayı böyle söylenmesine üzülmüştüm. Bazen anıların tuzağına düşüyorum. Bunu fark edince de hikâyeyi şimdiki zaman içinde, gözden geçiriyor ve anlamaya çalışıyorum. Kendimi, başkalarını anlamaya çalışıyorum. Önyargılardan sakınmaya, öğretilenleri unutup yerine yeni bilgilerimi koymaya çalışıyorum. O zaman daha çok seviyorum; doğayı, hayvanları ve… Seçici davranıyorum sanırım. Çünkü bütün insanları değil.

Okuduğum son roman aklıma düştü. Aşk romanları okuyan ihtiyar adamı düşündüm. O da sevdiklerim arasına girdi. Bazen gitmek gerekiyor. Şimdiki zamandaki kendini alıp gitmek.  Ya kalmak istersen ne yapacaksın? Yoruluncaya kadar mücadele etmek, olabilir mi? Ah şu çocuklar. Kendi kendilerine öğrendiklerini, inatla yaptıklarını büyüyünce unutmasalar ne güzel olacak. Üstleri başları çamurmuş, ıslanıyor üşüyormuş, sınırlarını koymayı biliyor dik kafalıymış, kavga ettiği arkadaşıyla büyüğü arkasını  döndüğünde barışıyormuş, düşmekten korkmadan ağaçlara çıkıyormuş, istediği gibi sevilmek için mücadele ediyormuş, olduğu gibi kabullenilmesini istiyormuş…

Bugün de bitti. Kedi yanıma geldi.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*