GÜNLÜKLER -20-
8 Nisan 2018
Bugün internet üzerinden Sesli Kitaplardan Stefan Zweig’dan bir kitabı sesli dinledim. Tasvirler öyle çoktu ki. Neden ben de uzun cümleler kurmaya çalışmak yerine, kısa ve az yazmaya çalışıyorum? Tasvir yok. Okurun doldurmasını beklediğim birçok yer var. Bu zamanın artık çok değerli olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Bilmiyorum. Okumalarımı düşünürsem benim böyle eserleri seçtiğim bir gerçek. Boşlukları doldurmaktan, kendim düşlemekten zevk alıyorum. Bir de sohbet etmeye başlarsam, çok keyif alıyorum. Birçok kitap benim de anılarımı anımsamamı sağlıyor. Unuttuklarım. Günlerin sıradanın dışına çıkışı. Anılarla süslenmesi. Benden yola çıkarak, çevremdeki herkesi daha yakından tanımak için düşünmem… Mutlu anlarımı yazmaya çalışmam, kurgulamam yazmam… Özellikle birinci tekil şahıstan yazarken başkasının yerinde olmak, onu anlamaya çalışmak, acılarına ortak olmak. İnsan olmaya çalışmak.
Bazı kitapları da dikkatle okuyor, yaşananları anlamaya çalışıyorum, çözümlemeye, şimdiyi anlamaya çalışıyorum. Bana dair hiçbir şey olmuyor. Olan şey sevinç, üzüntü, öfke, umut… Bunları çözmek için zaman ayırıyorum. Çevremdeki ilişkileri anlamaya çalışıyorum. Ben nereye gidiyorum, biz nereye gidiyoruz? Öncelikle kendi sorunlarımızı çözmek için iletişimi nasıl sağlamalıyız?
Bizi çevreleyen tarih, çevre, aile ve birey olarak kendimizin ördüğü duvarlar çember içinde neler olduğu, hayatımızın nasıl yönlendirildiği üzerine düşünmek. Bunları uzun cümleler kurmadan anlatabilmek, anlayabilmek. Kısa zaman sonra geriye dönüş olacağı, uzun cümleler kurulacağına inanıyorum. Ama şimdi gerekli olan sanırım kısa kısa anlatmak. Eksilte eksilte. Zaman çok hızlı ilerliyor ve televizyon telefon gibi görsellerden ayrı bir yeri olması gerektiğini düşünüyorum. Okuru metnin içine çekebilmek için yeni yazı tarzları gelişiyor. Ama sonuçta yine geçmişten izler taşıyacak, onun üzerinde ilerleyecek. Olmayan hayatımızdan çıkanları betimlemek gerekecek. Doğa bunların en başında geliyor. Evde bakılan çiçeklerin adını biliyor muyuz? Ağaçların, bitkilerin… Gökyüzüne bakabiliyor muyuz? Çocuklar bulutların mavi değil beyaz olduğunu hangi yaşta öğreniyor? Çocuklar denizi kaç yaşında görüyor? Kadınlar?.. Parka gitme şansı olanlar ağaçların gövdelerine, yapraklarına dokunuyor mu? Çocuklarına ağaç sevgisini verebiliyor mu? Parklarda çiçekleri koparmadan dalındayken koklamayı denedik mi?
Haber tarzında mı konuşuyoruz? Gençliğimizde –en çok gençlikte okunur- şiir okuduk mu? Ya kitap?.. Yatmadan önce değil, okurken uyuyup kalma değil, boş zamanlarda değil…
Günlerin sıradanlığı içinde bir anı bile olmuyor mu? İşimiz dışında başka şeyleri öğrenmek için zaman ayrılmıyor mu? Çocuklara öğretilmiyor mu?
Sorular, sorular sorular…
Bir yanıt bırakın