ÖĞRETMEN -1-
9 Nisan 2018
Ben öğretmen değilim, diye başlamak istiyorum. Çünkü yıllar önce yazacağım bu kitabın adını koydum ama yazma zamanı şimdi gelmiş olmalı ki başlıyorum.
Babam söylemişti, ilk altı ay iyi geçer ama sonra sıkılırsın, evden çıkmak istemezsin.
Öyle de oldu. Emekliliğim altı ayını doldurdu. Yazmayacaktım anılarımı. Kitabın adı kalmıştı, sayfaları boştu.
Ama bugün sabah sabah kalktım ve yazmaya başladım. Mehmet ağabeyim için yazacağım. Öğretmenlik hayatımda beni her zaman destekledi. Onu kaybettiğimizin üzerinden bir ay geçmiş olacak üç gün sonra. Onun için yazmaya çalışacağım. Yazabilmeliyim ama yapabilecek miyim, bilmiyorum. Her şey bölük pörçük. Ülkemizde sadece kendimizi anlatabiliyoruz. Suya sabuna karışmadan, kimseyi incitip kırmadan. Umarım ben de böyle yazabilirim. Yabancı yazarların kitapları daha çok tercih ediliyor. Yani bizi anlatan yazılarını okumak… Yıllarca nedenini düşündüm. Dilimiz sınırlı, dedim. Alıştık bize normal geliyor, dedim. Biz onların penceresinden bakamıyoruz, dedim. Ama sonunda anladım ki, yazamayız. Görüyoruz, biliyoruz ama söyleyemiyoruz. Hepimize dokunuyor çünkü. Kendimize bile.
Ben de dokunmadan yazayım. Nasıl olsa hayatınızda hep karşılaştığınız aynı iletişimsizlik sorunları bunlar. Bazılarımız için yabancı değil, okunmayabilir. Yine de…
Ülkemizde yetişkin edebiyatı için verilen eserleri düşündüm. Birçoğu geri dönüşüme gidiyor, üzülüyorum. Yazarın emeği, editörün emeği, matbaada çalışanların, imzalarda umutla koşuşturanların emekleri… Bir de harcanan para var. Okuruna ulaşamadan kaç kitap… Benim bir beklentim olamaz elbette. Öyle iddialı değilim. Özellikle yetişkinlere yazmadım, hep çocuklar için yazdım. Çocuk öyküleri ve masalları yazabilirim. Bundan eminim. Ama çok okura ulaşamayacağımı da bilirim. Nasıl mı? Elbette yaşayıp öğrenerek. Yaşanılanları gözlemleyerek, yazılanları okuyarak, söylenenleri dinleyerek.
Şimdi kısa kısa başlamalıyım. Kronolojik sıraya göre olması belki önemli. Öğretmen olmayan birisinin meslekte nasıl ilerlediğini de göstermiş olurum.
Emekli olduğumda öğretmenlik mesleğini bıraktım. Kendimi öğretmen olarak da tanıtmıyorum artık. Ben veteriner hekimim, doktoramı da yaptım. Altı yıl mesleğimi yaptıktan sonra öğretmen olarak görev almayı istedim ve atandım. Yani ben öğretmen değilim.
Baştan başlamalıyım.
*
9 Aralık 1996
Mesleğimde yoğun bir tempoda çalışıyordum. Memur olarak atanıp sonra mesleğime geçebilirdim. Başvurumu yaptım. Sonunda tayinim çıktı. Okula başlayacağım tarih belli oldu. Okul müdürüm telefonla aradı ve beni bilgilendirdi. Bulunduğum yerden nasıl gideceğimi de söyledi. Otobüs numarasına kadar verdi. Tarif etti. Bulmam kolay olacaktı.
Göreve başlayacağım günün sabahı çok hastaydım. Yataktan kalkamıyordum. Okul müdürüne haber vermem gerekiyordu ama telefona gidecek kadar gücüm yoktu. Sonunda telefona gittim ve söyledim. Yataktan kalkamıyorum. Çok hastayım. Ateşim var. Ayakta duramıyorum. Ne yapmalıyım? Yarına iyileşirsem…
Yattım. Ertesi sabah uyandığımda biraz daha iyiydim ama sadece telefona gidebilecek kadar. Yine ertesi güne kaldı.
Ertesi sabah uyandım. İyi sayılırdım. Ne giyeceğimi bilmiyordum. Daha önce hazırlamamıştım. Bu çok önemliydi çünkü etek giymem gerekiyordu. Üstelik etek boyu diz altında olmalıydı. Yok.
Dolaptan kullanmadığım giysileri çıkardım. Siyah bir etek buldum. Neredeyse bileklerime geliyordu, başka etek de yoktu. Denedim, boldu. Üzerini örtecek uzun bir gömlek… Neyse ki gömleğim vardı.
Öğlene doğru ayağımda bot, evden çıktım. Durağa gittim. Bana söylenen otobüsü bekledim. Otobüs yirmi dakika arayla geldiği söylenmişti. Kaçırmıştım demek ki yirmi dakika bekledim. Otobüse biner binmez şoföre nerede ineceğimi söyledim, bana haber vereceğini söyledi, şoförün arkasındaki koltuk boştu oturdum. Kalabalık sayılmazdı. Genellikle kadınlar vardı. Kadınlar ve çocuklar. Çocukların bu saatte okulda olmaları gerekirken… Daha sonra öğrenecektim ki bu yolcular hastaneden dönen kadınlar ve çocuklardı.
Dudullu’yu geçtik. Şoföre anımsattım. Daha çok var, dedi. Bekliyorum, geldiğimiz her durakta hazırlanıyorum ama şoför bir şey söylemiyor. Sonunda evlerin olmadığı, her yerin boş arazi olduğu bir yere geldik. Şaşkınım. Yine şoföre anımsattım. Az kaldı, dedi. Onun az kaldı sözünden sonra ne kadar çok gittik gibi geldi bana. Bekliyorum ki evler göreyim. Öyle ya evlerin olmadığı yerde çocuk olur mu?
Bir yanıt bırakın