GÜNLÜKÇE – 1 Nisan 2025 / Salı
Bugün 1 Nisan ama ben bugün 1 Nisan şakası yapmayacağım. Bir başka sayfaya gizli düşüncelerimi yazayım istedim ama yazamadım. Yazacak gizli bir şey bulamadım. Yazmak istediğim tek cümle vardı. “Arkadaşlar malum emekliyiz, bilirsiniz. Gün oluyor ekmek bile alamıyoruz. Yarın almamak için ekmeği bugünden aldım.”
Don Quijote kimdir?
Dün akşam bir kitabı yarısına kadar okudum, 190 sayfa okudum. Sonra son sayfalarını okudum. Kitabı elimden bıraktım. Çok hızlı okunuyor. En kötü zamanınızda dahi okuyabilirsiniz, her şeyi unutturuyor, kafayı boşaltıyor. Gerçeklik diye bir şey aramıyorsunuz. Neden okuduğunuzu da tam anlamadan sayfaları çevirdiğinizi görüyorsunuz. Merak duygusu var. Başka ne uyduracak diye. Nasıl çözecek karmaşasını diye. Yabancı yazarı, kutluyorum gerçekten. Biz ülkemizde de böyle yaşıyoruz sanki. Şimdi ne olacak? Hadi ya bunu nasıl çözecek? Yapma ya… Başka ne bulacak? Akla uygun değil, gerçek olamaz. Şaka şaka. Yok şaka da değil. Bugün 1 Nisanı biz şaşırttık. Bu kadar da olmaz, dedi sanırım bağıra bağıra. Onun iç sesi olmadığı için yani… Yirmi yıl önceki komedyenleri evirip çevirip bugün de izliyoruz. Çünkü 1 Nisan.
Nisan, çiçek açtırmayacağım demedi. Yağmur yağdırmayacağım, demedi. Günler, sular seller gibi geçecek de demedi. Yağmur yağmur gibi yağmaya gün boyu devam etti. Bugün bayramın son günüydü.
El öpmeye gelen gençlere okuyun dedim. Neden, diye sordular. Haklılardır belki. Onlar okumadan anlıyor olabilirler yaşananları. Ne bileyim ben? Öğrenmek için dedim. Olmadı. Kendini geliştirmek için dedim. Olmadı. Yazmak için, dedim. O da olmadı. İyi okumayın öyleyse, dedim. Ben artık bir şey diyemem. Her şeyi biliyorsunuz. Çözümünü de görüyor olmalısınız. Ben sadece nerede yanlış yaptık, sorusu üzerine konuşabilirim. Nerede yanlış yaptık? Ağaç yaşken eğilir, denildi ama biz eğilmenizi istemedik. Şiddet travma yaratır, dendi şiddet olsun istemedik. Düştünüz, yaralandınız; öptük; şimdi geçti mi? diye sorduk. “Geçti.” dediniz de size inandık. Okuyun, öğrenin istedik. Ülkemizde öyle okurlar var ki, az ama çok iyiler, zekiler. Ne modern, ne postmodern; ikisi arasında gidip gelen ironi yapan kuşak. Küfretmeyin istedik de, küfretmedik de öğretmedik de. Evden çıkmayan gençlerimiz için bir şey yapamıyoruz. Okulu bırakan, harcamayı bırakan. Odasına kapanıp yalnızca yemek yiyip internette dolanan… “Çalışıp da ne olacak?” dedi. Çalışkan kardeşi de tutturdu “Okulu bırakacağım.” diye.
Don Quijote ne yapsın? Şimdilik onu okumalı. 420 yıl önce yazılmış bir roman. Neden o yıllara kadar gidiyoruz? Çünkü değişen bir şey yok. Bunu bilip, yaşamak için mücadele ede ede yaşamayı öğrenmek için. Bırakabileceğimiz tek miras sanırım bu. Yenile yenile en güzel yenilgiyi de görmek için.
Makarenko’nun yaşamı anlatılırken, eğitim üzerine yaptıklarını çok değerli buluyordum. Hâlâ buluyorum ama işte aması var. Bugün ya da yakın geçmişte, bizde bu eğitimin olumlu sonuçlarını gördük mü, diye de sormadan edemiyorum. Suçlu çocuklar için bir eğitim ortamı yaratmıştır. Aldığı sonuç gerçekten de çok başarılıdır. Bir Don Quijote benim için o. Türkiye’deki Don Quijoteleri de anmak gerek; öyle çok isim var ki saymakla bitmez, nasıl öldürüldükleri… O kuşağı yitiriyoruz. Hatta yitirdik de diyebilirim. Düşündüklerimi yazmıyorum. Yanlış düşünüyor olmalıyım, diyorum. Bugün bayrağı devralıp kürek çekenleri alkışlamam gerek.
Bir paylaşım gördüm. Bizi koruyan, saran, dinleyen, yanımızda olan büyüklerimizi kaybettiğimizi ve yalnız kaldığımızı düşünüyoruz; benim kuşağım. Tıpkı anne ve babamızı kaybetmişiz gibi. Yalnız. Zaman nasıl da hızla geçiyor. Defne çiçek açtı, daha geçenlerde açmamış mıydı? Yıllar, dün gibi. Eme on yaşına girdi. Kızı Karadut üç. Yuka tavanı zorluyor ama nafile. Zaman çok değerli.
Don Quijote’ye devam. Ben şimdilik Dulcinea’nın günümüzdeki versiyonunu düşünüyorum.
Bir yanıt bırakın