ELİMDE KALANLAR – 30 Nisan 2025 / Çarşamba

ELİMDE KALANLAR – 30 Nisan 2025 / Çarşamba

Romanı bitirdim. Vejetaryen. Han Kang yazarı. Güney Koreli. Dün akşam başlamıştım. Aslında okumaya devam edebilir, bitirebilirdim. Ama daha fazla gerilime dayanamadım. Başka bir roman okuyup tekrar okumaya devam edebileceğimi düşündüm. Bu akşam arkadaşım aradı. Romanı okumuş. Üzerinde konuştuk. Konuşurken midemin bulandığını hissettim. Yazarı oldukça cesaretli buldum. Üç hikâyeyi de okurken gerçek hayatla bağ kurmaya çalışmadım, birinci bölüm dışında. Birinci bölümde ülkedeki ataerkil yapıyı görebiliyordum. Sonraki hikâyeler ise gerçek hayatta karşılık bulması için uğraşmadım. Kitap kendi içinde oldukça gerçekçi. Hayal gücü, hele de ataerkil bir toplumda oldukça yaratıcı. Beni rahatsız eden karakterimizin rüyasını kimsenin sormaması. Eşinin sormamasını kabul edebiliyordum ama diğerlerini anlamadım. Burası biraz kapalı kalmış. Kimse gerçek anlamda yardımcı olmaya çalışmamış. Bir tür kader diye düşünebilir miyim? Hani böyle kapalı toplumlarda kabul edildiği gibi bir şey. Baskı ve şiddetle düzelebileceği düşüncesi…

Bu gece bitirdim. İnsan olmak için ya da hayvan olmak için ne yapmalı? Burada hayvanlara saygısızlık yapmak istemiyorum. Sonuçta insan da benim için hayvan. Doğanın insana verdiği ders oldukça açık net bana göre. Eğer üstünsek onu korumak ve saygı duymak gerekiyor. Romanda erkeklere verilen rol elbette pek insaflı değil. Fakat bizim toplumda da bir roman yazılacaksa ve bu Narin olayı, kadın cinayetlerini anlatacaksa pek de farklı olmayacaktır. Peki bunlar yazılmalı mı? Toplumun bu yarasına ayna tutulmalı mı? Gerçekten biliyorum. Bilemediğim bunun  nasıl yazılacağı da. Böyle gerilimlere gelemiyorum. Çok kötü oluyorum. Ama roman içine öyle bir çekiyor ki, okumayı sürdürüyorum. Bu bir kurgu neyse ki bunu biliyorum. Yazmayacaktım bu satırları, yatacaktım. Ama rahatsız etti ve yazarak hikâyeyi kapatmak istedim.

Beni en çok korkutan üçüncü bölüm oldu. Oldum olası deliliği kabullenemiyorum. İnsanların kapatılmasının onarılmaz yaralara, travmalara neden olduğunu düşünüyorum. Beni içeri alsalar sanırım bir daha kimse çıkarmazdı. Böyle yazılmış romanlar okudum. Her birinde aynı korkuyu hissettim. Bütün hastalıkları akli dengeniz yerindeyse atlatabilirsiniz ama akıl sağlığınızı kaybettiğinizde toparlanmak için gerekli olan akıldan yoksun olacağınız için atlatamazsınız.

Romanda bir yer daha dikkatimi çekti. Ölüm duygusunun ne denli güçlü olduğu ve korkulduğunu çıkardığım, kendisini rayların önüne atma korkusu. Öyle tehlikeli bulurum ki bu rayları, ben de korkar ve uzak dururum. Benzer duyguları yaşayanların olduğunu öğrenince, bunun yaygın olduğunu düşünüp rahatlamıştım.

Yazarın yazarken ki duygularını hissettirebildiğini düşünüyorum. Sorgulamadan, sözünü kesmeden dinledim yani okudum. Gerçek hayata döndüğüm için kendimi şanslı buldum. Romanı yazmak için psikolojisini yüksek tuttuğunu düşünüyorum. Üç hikâyenin anlatım dili, üslubu farklı. Bu da büyük başarı. Aynı kişileri dinliyormuş gibi olmadım. Her karakter farklıydı. Bunu da hissettirdi. Yazarken en büyük sorun bence, farklı karakterleri aynı kişiyi anlatıyormuş gibi yazamamak. Bunda farklı anlatısıyla oldukça başarılı yazar. Psikolojik çözümlemelerle romanı boğmamış. Bir film gibi canlandırabildim.

Kaleme aldığım yazı gibi, kendimle ve gerçek dünyayla hiçbir bağ kurmadım. Kendi hikâyemi anlatmadım da okurken. Başkasını dinlemek böyle bir şey olmalı. Yazarın diğer kitaplarını merak ettim.

Bir yazar; artık bireyi anlatmayı bırakmalı, toplumsal sorunlara değinmeliyiz derken bu romanı düşündüm. Yaratılan toplum gerçek hayattaki gibi sakat ve değişim için mücadele yok. Hayat bir akış. İnsanlar bir yerden sonra akışına bırakıyor, travmasıyla baş etmeye çalışıyor. Toplumu değiştiremiyor. Televizyonlara çıkan sabah öğle programlarında yer alan bu dünyadaki hayatları düşündüğümde… Yok bunları yazamam. İzlemiyorum bile. İnanamıyorum. İnsan aklım almıyor bunları. Akşam haberleri de öyle değil mi? Biliyoruz, görüyoruz, etkilerini yaşıyoruz ama değiştirme gücü yok. Kendi kendimize yazıp okuyor, bireysel mücadelelerle baş etmeye çalışıyoruz.

Ben Narin’i yazmaya çalıştım. Öyküm, Bizim Çağ Edebiyat dergisinde çıktı. Sadece yaşananları anımsattı öykü. Olayı bilmeyen, takip etmeyen için anlaşılır olacak mı, kuşkuluyum. Gerçekten o insanları anlayamıyorum. Narin’i nasıl anlatır ki bir insan?

Bu roman üzerine Gülkız Turan  Yazı Evi’nin bir değerlendirmesi olacak. Neler konuşulacağını merak ediyorum. Merak eden olur da katılmak isterse instagram sayfasından çevrimiçi buluşmanın adresini öğrenebilir. 11 Mayıs Pazar günü saat 20:30’da buluşulacak.

Kendime dair hiçbir şey yok içimde. Oysa okumadan yazamazdım. Okumak bana yazma isteği uyandırırdı. Bu roman beni olduğum yere çaktı. Unutmak için başka romana başlamalıyım. Ben de deliliğin sınırlarında bir roman yazmayı düşünüyordum. Umarım bunu başarırım. İnsan, bu şimdiki duygularımla ne yazabilir ki diye düşünür mü? Ben düşünüyorum.

Bitti.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*