GÜNLÜK VE DON QUİJOTE    29 Mart 2025 / Cumartesi

 

GÜNLÜK VE DON QUİJOTE    29 Mart 2025 / Cumartesi

Büyük bir kalabalık vardı ve akın akın meydana yürüyorlardı. Yollar öyle kalabalıktı ki dar sokaklarda ve alt geçitlerde ilerlemek oldukça güç oluyordu. Maltepe’nin caddeleri ve sokakları her yaştan insanlarla doluydu ama daha çok marş söyleyen gençler vardı. “İnsan neden gülümser, böyle bir günde?” diye düşündü. Gülümseyen sadece kendisi değildi, hızla yanlarından geçen gençleri gören herkes gülümsüyordu. “Demek ki yalnız değilim” dedi.  Gençlere baktı, onlara bakan da yalnız o değildi. Bugünden sonra ne olacaktı? Kimse bunu bilmiyor olabilir miydi? Evet evet bilinmiyor olmalıydı, çünkü olacakları belirleyen milyonlar olacaktı. Ne yapacaklardı? “Ben ne yapabilirim ki?” diye düşündü. Bebek arabasındaki Ahmet ağlayınca kenara çekildi ve Ahmet’i kucağına aldı.

Meydan herkesi almamıştı. Oradaki insanların iki milyon iki yüz bin olduğu açıklanmıştı. Telefonlar çalışmadığı için mitingden görüntüleri sosyal medyada izleyemiyorlardı. İki milyon insanın içinde onu gördü. “Hey Eren!” diye seslenerek yanına gitti. Eskişehir’den miting için gelmişti. Başka illerden ve ilçelerden gelen öyle çok kişi vardı ki birlik olma zamanıydı ve birlik olmuşlardı. Üniversiteden iki sınıf arkadaşı, yine bir mitingde birliktelerdi. “Yıllarımızı verdik be…” dedi. “Yine veririz.” dedi.  Etraftan ona seslenenler oldu. “Bak Suavi de burada. Suavi!” diyerek el salladılar, o da onlara el salladı. Bir kişi de şöyle dedi: “Marx da gelmiş.” diyerek etrafındakileri güldürüyordu.

Yaşlı kadın alanın dışında kalmıştı. Sırtına Türk Bayrağı bağlamıştı. Başındaki eşarbı ak saçlarını gizlemiyordu. Elinde tuttuğu bastonla, oturduğu yerden etrafını izliyordu. Onu görenler içinden soruyordu, neden geldiğini.

Televizyon kanalları hâlâ mitingi vermiyordu ekranlarından. Boykot kararı alındı. Bugün halkın televizyonu izlenme rekoru kırdı. “Demek ki neymiş? Olabiliyormuş.” dedi kendi aralarında konuşan çift.

Gelirken olduğu gibi, dönerken de gençler marşlarla yola çıktılar. Umut… Metrolar, otobüsler, araçlar…

Şimdi yapılacak tek şey, ellerinde olan tek şey boykot yapmaktı. Boykot da değil aslında bu; beni görmüyorsan, ben de seni görmüyorum, demek.  Üç ay.

*

Keşke herkes yazsa. Ne güzel olurdu. Bu akşam saat 20:05 de cılız bir tencere tava sesi çıkıyordu. Derken ıslıklar, düdükler çalmaya başlandı. Apartmanlardan da sesler yükseldi o zaman. Yoldan geçen otomobiller kornalarını çaldılar. Birkaç kişi bağırdı. “Hak hukuk adalet!” “Ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

Kitap aldım elime.  Michel Foucault, Kendini Bilmek. İnsan bazen ne yaptığını öğrenmek için de okumalı. Daha önce okuduklarımı hatırlamasam da hayatıma girdiklerini görüyorum. Yazmak yazmak yazmak; kendine eğilmek ve kendini bilmek. Ruhun aynasına bakmak. Sorgulamak. Kazımak. Hikâye anlatmak. Düş ile gerçeğin gerçek sınırını, kendin keşfetmek. Bu kitabı Don Quijote okumaları için elime almıştım. O kendine eğiliyor muydu? O yüzyılda sanırım okumak bir insanın kendine eğildiğini ve kendini bildiğini göstermeye yeterli. İşin içinde düş ve gerçek de var.

Bugün yaşananlar gerçek gibi değil çünkü önceki deneyimlerle karşılaştırıldığında sönüp gideceğini ve kalıcı olmayacağını düşünürüz. Düşte sanırız kendimizi. Oysa diğer yaşananlardan daha gerçektir ve bu kendi gerçekliğindir. Diğer yaşananlarsa dayatılan gerçeklerdir ki bunun kalıbına girilemediği için acı çekilir, mutsuz olunur. Onca zeki genci, bu dayatmalarla sınırlandırmak olanaksızdır. Gençlik de bunu gerektirir, mücadeleyi, umudu, direnmeyi, inanmayı… Bunları yaşamayanın anlayabilmesi elbette zordur. Bu yüzden de onların farklı bir gerçeklikleri vardır. Geçekliğin değişmesi belki de bundandır. Bir sistem içindesin. Küçük bir alan oluşturuyorsun ve dayatmalara rağmen nefes alabileceğin yaşayabileceğin ortam yaratıyorsun.

Bir kültür var. Kültürlerin korunmasının ne kadar değerli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Fakat kültür de topluluğun gereksinmelerine göre değişim gösterir. Dil gibi, bir canlı gibidir kültür.

Psikanalize neden tepkili olduğumu yeniden görüyorum. Foucault okumalarımdan kaynaklanıyor olmalı. Akıl hastalıkları ve hapishaneler üzerine yazdıkları da… Psikolojiyi daha çok, bir insanın nasıl istenildiğini gibi bir nesneye dönüştürülebileceğinin kaynak kitabına benzetirdim. Teslimiyet, çaresizlik, güçsüzlük hepsi de öğretilmiş diye düşünürdüm. Ben oluşumumun, benim rızam dışında gerçekleştirildiği için ve benim de buna direnemediğim için sanırım öfkelenirdim. İçine doğduğum toplumda yaratılan gerçeklik beni sıkıştırırdı. Bir başka gerçeklik düşüncesi de hastalıklı ve gerçeklerden kaçış olarak görülürdü. Ben de buna inanırdım. Öfkelenirdim. Şimdi… Gençlerin gerçekleri beni şaşırtmadı yalnızca anımsadım. Teşekkürler.

Don Quijote kendine eğilmiş, kendini bilen bir karakterdir bana göre. Gerçeklere ironik yaklaşır ve düş dedikleri ya da dediğimiz kendi gerçekliğinin peşine düşer. Ne yazık ki henüz dil bir kelime bulamamıştır o dönemde; düş değil de, insanın kuşağının yaşantısının kendi gerçekliğidir bu. Yalnızca kuşaklar arasında çok daha net fark edilebilen bir gerçeklik. Madem ki hayat böyle diyor, o da kabul eder düşü ve yola çıkmadan önce uzun uzun düşünür, kitap okur, bir amaç belirler… Kendine bir ad verir ve yola çıkar. Hatta düşünebilirim ki o bir hayatın içindeki sayfalardan kaçmış ama sonra kitap sayfalarına hapsolmuş bir karakterdir; kahramandır. Gerçek kahraman. Bir süre sonra zaten gerçek ile düş de karışacaktır. Bildiğim tek şey Don Quijote kendine eğilecek ve kendini bilmek için zorlu bir tecrübeden geçecektir. Belki de sınanacaktır Cervantes tarafından. Eminim, Cervantes de Don Quijote tarafından sınanmıştır. Fakat unutmamalı ki bu serüvenin kahramanın serüveninin başlama nedeni kitaplar ve büyücülerdir. Yani gerçek dünya dediğimiz dayatılan gerçeklik ile gerçek bulunmayan ve kaçış olarak görülen düş arasında bir serüven yaşanacaktır. Madem ki düş işte o zaman işin içine büyücüler de girebilir. Kim bu büyücüler? Neden başka şey değil de yel değirmenleri? Unu öğüten, ezen güç değirmenler. Unu kendileri için, kendilerini öğüten köylüler. Kendilerini öğütenler… Büyücüler de saklanıyorlar ve kıs kıs gülüyorlar. Gerçi günümüzde saklanmıyorlar, ekranlardan sürekli daha çok öğüt tüket savaş diye bağırıyorlar. Geçmişin izlerinin günümüze yansımaması olanaksız.

Don Quijote yatağında ölmek üzereyken gerçek adını söyler. Her şeyin farkında olduğunu anlarız. Bu bize büyük bir tokattır. Neden?

Don Quijote kendi iradesiyle mi kendini gerçekleştirir? Kitaplardan okuyarak mı kendi kişiliğini ve mücadelesini belirler? Rahip iyi bir okur olarak verildi diye düşünüyorum, kitaplar üzerine yorum yapar; peki rahip üzerinde kitapların etkisi nedir? İyi okur ve diğer okurlar ve hiç okumayanlar üzerinde kitabın etkisi nedir? Kitap okumayanların üzerinde de kitapların etkisi vardır diye düşünüyorum. En azından insanlar neden kitap okuyorlar, diye düşünüyorlardır ve okumamak için bir bahane buluyorlardır.

“Adaletsizlik, korku ve cehalet.”

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*