UZAK GÜNLÜKLER – 20 Eylül 2023/Çarşamba

UZAK GÜNLÜKLER – 20 Eylül 2023/Çarşamba

Resim yapan çocuklar gökyüzüne bir güneşle bulutlar, yeryüzüne bir dere, dere kenarında küçük bir kulübe çizip etrafını ağaçlarla otlarla donatıyorlar. Bunu ilk olarak  anaokulunda öğrendiklerini düşünüyorum. Bir kutu çizip üzerine de pencere adı verilen delikler açmak kolay olmasa gerek. Katlara gelince ne kadar delik alırsa o kadar yüksek olacak. Ağaçlar dev gibi kalacak çok katlı evlerin yanında. Kendilerini de, kendilerini büyük olduklarından değil, daha küçük çizemediklerinden üçüncü kata kadar olacak boyları. Çiçekler de başları kadar büyük. En güzel resimlerini okul öncesinde çizdiklerini düşünüyorum. Çiçek adını verdikleri karalanmış çizimler; güneş dedikleri karalamalar; çöpten insanlar… Onlar söylemese, hangi çizgi neyi gösteriyor bilinmeyecek. Sen ne çizdin? Bu nedir? Bana resmini anlatır mısın? Bulutlar ne renk?

Resimlerle anlatmayı, çizgilerle konuşmayı severdim. Sınıfımdaki birçok kız çocukları gibi ben de dördüncü sınıfa geçince değiştim. Sakin, sessiz, büyüklere saygılı, küçüklere sevgili, oturmasını bilen, bir denileni ikiletmeyen, çalışkan… Bu eğitimi gönülsüz olarak aldım. Bana bıraksalardı sadece oyun oynayan, koşan, düşen; çalışmayan, söz dinlemeyen bir çocuk olurdum. Bipolarlığım sayesinde her iki kutbu da yetişkinlikte yaşadım. Hangisi güzel diye düşünecek olursam ikisi bir arada derim.

Kızlar üçüncü sınıftan sonra durgunlaşırlar; ne yaparsam yapayım onları coşturamam, yaramazlık yaptırtamam. Erkek çocukların da yaramazlıkları artık başa bela olur. Ortasında kalamazlar.  Yazarak olayların farkına varmalarını ne çok istedim.

Fablları okumaya başlayınca ben de sebzeleri anlatmak istemiş, Karnabahar ile Pırasa fablımı yazmıştım. Pırasa gibi cılız olan bendim. Karnabahar gibi şişmanın kim olduğunu bilemediğimden yarım kaldı aralarında geçen konuşma. Hâlâ düşünürüm, ne konuşurlar, havadan sudan başka? Birbirleriyle kiloları yüzünden atışmalarından başka ne olabilir? Bir maceraları olmalı ama ne? Yazmayı bıraktım ikinci sınıfta ve resme devam ettim.

Bugün okuduğum kitaplar bana, sen de yaz, dedi ama yazamıyorum. Ne yazabilirim. O, kızgınlığını, öfkesini bu kelimeleri kullanmadan  olayları anlatıyor. Ben onu anlıyorum anlamasına da kızıp öfkelenemiyorum. Onun olduğu gibi işin duygusallığına kapılmadan sanki diyorum beni de kızdırdı, ben de öfkelendim; sanki. Sanki deyişim, emin olamayışımdan beni şaşırtıyor.  Rahatsız etmeyecek dozda demek ki. Hatta bu duyguları yaşadığımdan emin bile değilim. Çevremdeki olaylara da böyle bakabiliyor muyum? Yavaş yavaş olacak sanırım. Bir diğer kitap ise okudukça beni şaşırtıyor. En ince ayrıntısına kadar anlatıyor; onda da duyguların adı anılmadan gösteriliyor ve bana olayları dışarıdan izlemek düşüyor.

Yıllar yıllar önce bir arkadaşım okuduğum kitapları sorduğunda aldığı yanıt karşısında şaşırdı, “Ne anlıyorsun ki? Onun eğitimini almamışsın.” Bir cümle bile anlasam bana yeter, demiştim. O kitapları tekrar okuduğumda, altını çizdiğim cümlelerden anlıyorum ki anladıklarım düşündüğümden de çokmuş. Anlamadığımı sandıklarımı da hayata geçirmişim. Okumayı yazmayı yeni öğrenen çocuklar gibi öğrenmişim ben de.   Üniversite eğitimimde öğrendiklerimi kullanmadığımı söylüyordum. Bu da doğru değilmiş. Çocuklarla hayvanların ortak noktalarının dilsiz oluşları ve sezgileriyle hareket edişleri olduğunu fark etmiştim. İki meslek birlikte. Semptomlar ve teşhisi, ardından da reçeteli tedavisi.

Yarım kalan okumamı düşünüyorum, acaba neler oluyor? Ben mi, yoksa o mu beklemeli? Saatler beklemiyor. Hızla ilerliyor. Gökyüzünde yıldızlar silinmeye başladı.  İlk martı sesleri işitiliyor. Güneşe sesleniyor olmalılar. Ben de sabahı karşılamak için balkona çıkıyorum.  Güneş, beni selamlasın yatayım. Yakınımdan geçti kocaman kanatlı çığırtkan martı. Yakında hayvanların dilini çözersem hiç şaşmam.

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*