KARALAMA -9-
25 Mart 2019
Değişim nedir? Ben değişmedim, önceden neysem yine oyum, demek ne anlama gelir? Erkekler değişmediklerine inanır. Yalnızca bir iş üzerindeyken nasıl da değiştiklerini görürüz. Kadınlar da nedense değiştiklerini kabul ederler, üzerine basa basa söylerler üstelik.
Bu değişmemek ve değişmek nasıl bir şeydir?
Ben yalnızca değişmek üzerine bir şeyler söyleyebilirim. Kadınlar nasıl değişir? Neden değişir? Hayatta kalmak için değişmek zorunda kalır. Kişisel gelişim kitapları özellikle değişim için yazılır. Toplum içinde insanların uyumlu yaşamakta zorlandıklarında, yeni ve değişmiş sisteme uyum sorunu yaşanınca… Kişisel gelişim üzerine yazılmasına gereksinim böyle bir durumda duyulur. Nedense bu kitapları okuyan daha çok kadınlardır ve erkekler tarafından yazılmıştır birçoğu. Ya da çok okunanlar arasına girerler. Kadınlar da yazar ama… Çok şey yazılabilir bu cümleden sonra. Okuru azdır, raflarda pek yer bulamaz, tanıtım zorlukları yaşanır…
Kişisel gelişim içerisine, başkalarını anlamak da vardır. Beden duruşu, mimikler, cümleler… Birbirimizi anladığımızı anlarız. Oysa bal gibi de anlamıyoruz. Senin okuduğun kitabı ben okumamışsam nasıl anlayacağım seni? Benim okuduğumu sen okumadıysan beni nasıl anlayacaksın?
Arkadaşımla parkta oturduk. Kafede kütüphane de var. İki kitaplığın önündeki masaya yerleştik. Arkadaşım kayboldu rafların arasında. İlgisini çeken kitapları bana da uzatıyor. Önce “Aaaa.” oluyorum. Sonra da okuyamam, diyerek bırakıyorum rafa. Raflardaki bütün kitaplar elinden geçiyor. O iki kitap ayırıyor, alacak. Alma, diyorum. Evindeki kütüphaneye bak, oradan seç. Yok illa ki okuyacak. Alacağım, diyor. Birkaç cümleden sonra saatin geç olduğunu söyleyip bir tamam kelimesi geçiyor arada. Tamam, kalkalım, diyorum. Ayrılıyoruz. Bir saat sonra arıyorum onu, eve girdi mi? Yok eve daha gitmemiş. Buralardayım, diyor. O zaman beni neden eve gönderdin? Sen eve gitmek istedin, diyor. Ben de sen kalkıyorsun sandım.
Bundan ders çıkarmış olmalıydım. Dersimi almamışım. Arkadaşım, birkaç saat dolaştıktan sonra, yorulduğunu eve nasıl gideceğini bilmediğini söylüyor. Gidelim, diyorum. Birkaç adım ileride simitçi var. Simit alayım, diyorum. Ayaklarım zor gidiyor, diyor. Benim de ayaklarımı sıktı ayakkabılar, zor yürüyorum, diyorum, haydi simidi boş ver. Sonra da simit almaktan ben vazgeçmiş olduğumu söylüyor. Gülüyorum. Kişisel olarak öyle gelişmişiz ki. Şıp diye anlamada usta olmuşuz.
Kendimizi başkalarından dinliyoruz. Sen… Sen… Sen… Ben her zaman senden sonra gelen cümlelerin kişinin kendisini yansıttığını düşünüyorum. Hatta öyle ki, ileri bile gidiyor, buna inanıyorum. Sen ona göre aptalsın, sen ona göre zekisin, sen ona göre delisin, sen ona göre cesaretlisin, sen ona göre… Sen neden sen ile o karşılaştırılır anlamadım. Ama anladığım bir şey var rekabet üzerine. Sen, ona göre olarak onunla rekabet ediyor. Okul sıralarında öğretilmiş bu. Hayır ben daha kötüsünü öğrettim, ben ben’e göre rekabet ediyor, dedim. Yanlışımı nasıl düzeltirim bilemiyorum. Ama zamanede ne gelecek bunu da bilmiyorum ki. Zaman değişme zamanı. Bildiğin her şeyi unutup yeni baştan başlamak gerek. Bu bilmemek değil elbette. Bilmeyenlerin çok konuştuğu bir zaman diliminde bilmeme oyunu oynanacak değil ya. Reçete olsa ben uygulayacağım. Yok. Ama bildiğim başka bir şey var.
Okuduğum kitapların çoğunun, duygu ağırlıklı olduğunu düşündüm. Ben de kendimi kaptırmıştım. Duygu ve düşünce önemliydi. Bir kuşak öncesi yazılanları okuyunca bugünü sorgulamadan edemedim. Acaba o kuşak bizden neden farklıydı? Neden doldurulması gereken boşluklar yaratıyorlardı?
Sanırım daha önce yazmadım. Kısaca kendi cümlelerimle yazmaya çalışayım.
İstanbul’da İstiklâl caddesinde eski bir yapı yıkılıyor. Yaşlı bir adam görüyorlar yıkıntıların arasında bir şeyler arayan. Ne aradığı soruluyor. Burada para yiyorlarmış, bakıyorum?
Gel de boşlukları doldurma.
Bir ayakkabı boyacısı yaz sıcağında yoldan geçiyor, dondurmacıya bakarak. Hemen önümden yürüyor. Gel sana dondurma alayım, diyorum. Geliyor. En pahalı dondurmayı söylüyorum. İstemem diyor. Ne istersin? Sonunda gösteriyor. Kaç lira ödeyeceğimi soruyorum, yanıt bir lira.
Gel de boşlukları doldurma.
Ağa olsaydım, her gün soğanın cücüğünü yerdim, diyor tarlada çalışan yaşlı adam.
Gel de boşlukları doldurma.
“İki genç balık, beraberce suda yüzüyormuş. Karşıdan gelen yaşlıca bir balığa rastlamışlar; yaşlıca balık onlara bir baş selamı vererek şöyle demiş: “Günaydın çocuklar. Su nasıl?” Bu Su/ David Foster Wallace, s. 7
Gel de boşlukları doldurma.
Kedi gözlerim yaşlanınca yanımdan uzaklaşıyor. Ben de bana yakın olsun diye çaba harcıyorum.
Yazdığım günlük roman, yeni bir başlangıç yapmama yardımcı oldu. Zamane değişimi gerektiğini fark ettim. Ne modernizm ne de postmodernizm. Sonrası yaşanmalı. Hep birlikte yaşamak için beklersek görme şansı yok. Bunun açıklaması da yazdığım roman üzerinden olabilir.
Bipolar kadının hayatını anlattığım romanda kadının iki zıt kutupta gelip gitmesini anlattım. Bipolar olduğu anlaşılmadı. Doğrudur, daha fazlası vardır da eksiği yoktur. Tedavi gereksinimi olmayan insanlar da iki kutup arasında gider gelir. İşte bu kutuplar arasında gidiş gelişlerin farkında olmak hayat kurtarır. Postmodernizm sonrasında diye düşünüyorum bunun açıklamasını. Duygu, düşünce pompalamasının azalması gerekiyor gibi. İki zıt kutup arasında kalmayı sağlayan.
Önceki kuşakların yazdıkları iyi geliyor bu aralar. Dün ve bugün arasında bir yerlerde kalıyor şimdi. Dün ve bugün, elde var yarın. Modernizm ve postmodernizm, elde var…
Bir yanıt bırakın