KARALAMA DEFTERİ -8-
24 Mart 2019
“Ne yapıyorsun?”
İlk başlarda bu soruyu nasıl yanıtlayacağımı bilemezdim. Çok sinir olurdum. Telefonla konuşuyorum ya da yazışıyoruz. Çok söyledim bunu ama… Sorunun yanıtı bu olmasa gerek.
Sonraları verdiğim yanıt hep aynı oldu.
“Hiç. Hiçbir şey.”
Konuşup yazabildiğime göre gerçekten de yanıt hiç.
Kime göre yanıt veriyordum acaba? Hiçbir şey yapmayan bir evi idare ediyor, temizlik, çamaşır, yemek vs. yapıyordu. Nasıl oluyordu da hiç oluyordu, anlayamadığım zaman düşündüm bunu.
Bu sorunun yanıtları her dönem değişmişti. Benden istenenleri söylüyordum. Benim söylemek istediğim bir şey olmadığı için de kocaman bir hiç oluyordu bu.
Yazmadığım bu aralar uzun bir süre kocaman bir hiç vardı. O kocaman hiçin içinde benim için önemli şeyler yaptım ama bunu yazarak ya da konuşarak göstermedim. Yaptıklarımı açıklamak yeterli gelmiyor, düşünmem de gerekiyordu. Çocuklara bile böyle davranmadığımı fark ettim. Ama onlar bana hep aynı soruyu sordular. “Ne yapıyorsunuz?” Sen ne yapıyorsan ben de onu yapıyorum aslında. “Sen ne yapıyorsun?” Tek fark ben aynı zamanda okuyor ve yazıyorum. Bunu söylemiyorum pek çünkü gerçekten de hiç sınıfına giriyor. Ben bu hiç zamanlarımı seviyorum.
“Ne yapıyorsun?”
“Yemeğimi yedim, çayımı bardağıma koydum, seninle konuşuyorum.”
“Hahaha…”
Beklenen yanıt bu değil demek ki.
“Arkadaşımla yazdığım öykü üzerinde çalıştık. Düzeltmeler yaptık. Fiiller, özneler, yazım hataları vs. Eklemeler, çıkarmalar… Okuduğumuz yazının yaptığı çağrışımlar üzerine konuştuk. Başka kitaplar, başka yazarlar…”
Bu da değil.
“Sabah erken kalkmaya çalıştım. Çayımı koydum ocağa. Kahvaltılıkları çıkardım. Varsayalım omlet yaptım. Kediyle ilgilendim. Taradım, bu aralar tüy dökmeye başladı. Rutin telefon görüşmelerim vardı. Görüşmelerimi yaptım. Ben de sordum, artık bana soranlara soruyorum, ne yapıyorsun? Hiç. Öyle alışmışız ki iş yapmaya, iş yapmayınca hiç oluveriyor da buna inanıyoruz. Öyle çok işim vardı oysa. Yazmak okumak da artık iş oldu ama serbest zaman işi olduğu düşüncesiyle yine hiç oluverdi. “Buluşalım mı?” “İşim var.” “Ne işin var ki?” “Çalışıyorum.” “Sonra yaparsın.”
İş yapıyor, spora gidiyor, bilet almış sinemaya tiyatroya, misafirler ağırlıyor evde, bir de ev işleri var, çocuk da varsa artık, ne yaptığı sorulduğunda yanıtı uzun oluyor.
Öğrenciyim bu da mı iş değil yani? Açık öğretimde okuyorum. Sınavlarım var, çalışıyorum yani iş. Zamanımı veriyorsam o iştir. Yaptığımın iş olması için para kazanmam gerekmiyor.
“Sen hiçbir şey yapmıyorsun?”
“Sen ne yapıyorsun?”
“Çalışıyorum.”
“Sen çok çalışıyorsun, ben az çalışıyorum. Zaman farkını başka şeylerde yani işlerde kullanıyorum.”
Uzun zamandır görüşmediğim birisiyle konuşurken gerçekten de zorlanıyorum. Hangi zaman diliminden başlayayım, bilemiyorum. Haberler sanırım insanların kaçış noktası bu hiç kelimesini kullanmamak için yani.
Şu anda bile soruya yanıt veremiyorum. Hiç yazıyorum. Benim olan hiç ile senin olan hiç karşılaştırılsa nasıl olur, düşünüyorum.
Dün dışarıda öğle yemeği yedik arkadaşla. Garson masaya iki ayran bir pipet getirdi koydu ve hemen uzaklaştı. “İkimiz aynı pipetten mi içeceğiz?” dedi arkadaşım, güldüm. “Gelir şimdi.” dedim. Baktım yine aynı yere gidip bir tane pipet alıp geldi. Güldüm. “İş yapıyor görünüyor, bir dakika durduğu yok.”
Özel şirkette çalışırken de öyle olurdu. Son dakikalara bırakırdı işini. Çıkış saatine denk gelecek şekilde de bitirirdi. Ben önceden bitirmiş olurdum, “Sen neden oturuyorsun?” Dinleniyorum. Bir yandan da okuyorum.
Bütün çalıştığım iş alanlarında da aynısı olurdu. Hiçbir şey yapmaz, sadece üzerime düşen görevi yerine getirebilmeyi başarır, iş çıkışında da pestilim çıkmış, dilim bir karış dışarıda köpekler gibi, sallanır çıkardım.
“Ne yapıyorsun?”
“Hiç.”
Hiç öyle güzel ki, şimdilerde zaman buldukça tadını çıkarıyorum.
“Hiç yürüyorum.”
“Hiç okuyorum.”
“Hiç kediyle oynuyorum.”
“Hiç…”
…
Yıllar sonra ne düşündüğümü düşünmeden, duygularımı anlamaya çalışmadan bir ayım geçti. Yazdım. Çalıştım. İmza günlerim oldu. Gezdim. Kadıköy’ü, Mavi Kanatlı Topal Martı ile dolaştım. İnsan eline bir şey geçmeyince ve alıp verecek bir şey olmayınca, kocaman bir hiç ile karşılıyor karşısındakini.
Bir yanıt bırakın