GÜNLÜKLER -90-
19 Aralık 2018
İnsan dönüp dolaşıp kendine varıyormuş.
Suat Derviş’in günlükleri olmadığı gibi eleştiri yazılarını da bilmiyorum. Bir kadın yazarın çektiklerim, diyerek bir şeyler yazmak isteyip yazmaması beni düşündürdü. Bence sistemi eleştiriyordu, bireylere yönelik değildi eleştirisi. Bunu romanlarında görebiliyordum. Sistemin işlemesini sağlayan bireylerin davranışlarıydı. Bir şekilde farkına varılıyor ama itiraf edilemiyordu.
*
Bugün delikanlı büyüdüğünü artık ergen olmadığını söyledi. Pasif agresif davranışlar sergileme yaşı geçmiş. Her şeyi söyleyebilmeliyim, öfkeleniyorsam bunun nedenini söyleyebilmeliyim. Konuşmayıp da mutfakta üzerime düşeni yapmamak benim ergen gibi davranmamdan kaynaklanır. Eğer anlaşamıyorsam, anlatamıyorsam hayatımdan çıkarım.
Bugün daldan dala atlama günü. Bugün kuşak olarak içinde bulunduğumuz durumu öğretmenime anlatmaya çalıştık. Geçmişle şimdi arasında bir salınım içindeyiz. Geleceğe doğru ilerlemiyor çünkü gelecekten kaygılıyız ve tahayyül edemiyoruz. Nereye gidilmesi için sürülüyoruz anlamaya çalışıyoruz. Bu nedenle yaşadığım palimpsest kentin tarihine geri döndüm. Bu salınımlar insanı deli ediyor. Yeni kuşak bu durumu kabullenmiş görünüyor. Hızla ilerleyen teknolojinin getirdiği sorunlar üzerinde düşünmüyor birçoğu. İşin içinden çıkılamayacak kadar karmaşık. Belki de ütopya olan küçük birimler-koloniler kurmak gerekecek gelecekte.
Hayaller her zaman yüksekten uçar. Uzanıp sıçrar alabildiğin kadarını alırsın eline. Sonra da bir pamuk helva gibi erir avuçlarında. Ağzına götürürsün elini, tadı damağından gitmez de yeniden sıçrarsın. Gökkuşağının renklerinde olan pamuk helvanın tadı rengine göre değiştiğini anlarsın.
*
Edebiyat nedir, sorusuna bütün yazarlar yanıtlamaya çalışmış. Bunu ben de düşünmeye başladım, okumalarımın ardından. Popüler yazın nedir?
Her yıl binlerce öykü kitaplaştırılmakta. Bunlardan pek azı okurlarına ulaşır. Kalıcı olanlar da parmakla gösterilecek kadar azdır. Popüler yazın da zaten uzun süreli olmaz başarısı, bir sabun köpüğü gibidir. Edebiyatın ise tadı, kokusu, sesi vardır. Hatta dokunur eline. Zihninde unutmayacağın şekilde bir yer edinir. Her okumada ayrı bir şey fark edilir. Pamuk şekeri bu sayfaların arasında bulunur. Kimi yaratır ulaşır, kimi yaratılmış olana ulaşır. Gerçek okur yazarlık böyle bir şey olmalı.
Ben ne istediğimi kendime sorarken buldum. Sonra da aradığımı bulduğuma karar verdim. Başka ne isteyebilirim ki; okunmazken kitaplar, kitap okumak bir ayrıcalık. Yazmak da bireye sunulan büyük bir ayrıcalık. Yazdığının alt katmanlarını görmediği sürece, yazıcının yazar olamayacağı bir gerçek. İşte ben yeni yeni yazar olmaya başladığımı düşünüyorum. Bunda en büyük katkı sağlayan da Türkçe öğretmenim. Öğrenciliğimde yazdığım Yıkık Köprü başlığı altında sınıfta yazdığım yazı, beni yıllarca düşündürdüğü gibi yıllarca yeniden yazmama neden oldu. Elimde metin olmadığı için işte bunu anlatmak istemişim, diyemiyorum. Ama ne anlatmaya çalıştığımı o gün olduğu gibi biliyorum. Acaba bunu gerçekten verebilmiş ve okuyan öğretmenime bir acı helva verebilmiş miydim?
*
Gün güzel bir gün olacak yarın. Altı kadın buluşacağız. Edebiyat sohbeti yapacağız. Sistemin bize dayattıklarını ve yapamadıklarımızı tartışacağız. Hani emek? Kimin emeği? Genç Türkçe öğretmen arkadaşımın sözlerini hiç unutmayacağım. Tartışılması gereken bir konu varsa bu da sistemin dayattıkları olmalı. Biraz da şanssızlık. Düşüncenden taviz vermeden yazmak ve yayınlamak, kendi okurlarını oluşturmaya çalışmak kolay değil. Uyumsuz direnen kalemlerin kırılmadan yazmaya devam etmesi, kendi okurları için yazmaya devam etmesi kadar, tüm bunlara rağmen yayınevlerinin kitapları basması ve inadına direnmesi değil mi? Basım aşamasının her kademesinde çalışanların emekleri?.. Onlar bunların karşılığını nasıl görüyor? Yazar emeğinin karşılığı olarak maddi gelir kazanırken, ya diğerleri nasıl ve ne kazanıyor? Buluşmaya gitmeden önce bunları düşündüm.
Lal’i düşündüm. Neler yaşanıyor kapalı kapılar ardında yaşayan kadınlar? Lal hepsini yaşayan bir kadın. Ben yazdıkça öğreneceğiz hikâyesini. İstediğim gibi, hiçbir kurala uymadan yazmak istiyorum. Oyunlar nasıl bozulur, susmak doğru olanı mı? Anlatıcıdan da bunu öğreneceğim.
*
Yazmak gerçekten de cesaret istiyormuş. Bilmeden yazmak da ayrı bir cesaret. Yazan ister istemez dönüp dolaşıp kendine varıyor. Yazdım yazdım ve sonunda kendime döndüm. Yeniden yenilmek için de kendimde Lal’i yazma cesareti buldum dün gece. Çocuklarıma yazma cesaretini ilkokul sıralarında verdim. Şimdi yazmıyorlar. Neden yazmıyorlar diye çok sordum kendime. Şimdi anlıyorum ki çok kitap, has edebiyat olan eserler okudular ve cesaretleri kırıldı. Benim şimdi olduğum gibi. Neyse okudukça yazı da kendine yer açacaktır.
Her yazının altına, her insanın içine sistemin parçası işlenmiştir. İşte bu yüzdendir ki kendine döner. Oyun bozan.
Oyun bozan.
Bir yanıt bırakın